Türkiye Cumhuriyeti'ni laiklikten uzaklaştırıp teokratik devlet düzenine götürmeyi amaçlayan girişimlere karşı, doğal olarak hassas bir konumdayız.
Çünkü hem coğrafyamız hem de uluslararası konjonktür, siyasal İslam'ın, anti-Batı'cı bir ideoloji içeriğinde eyleme geçtiğine sahne olmakta.
1979'da İran'da başlayan Humeynici süreç, Afganistan'daki Taliban rejiminin El Kaide'ye dayanması ve "global asimetrik savaş"a yol açması, Irak'ın işgali ertesinde patlayan SünniŞii iç savaşı, Lübnan ve Filistin'de Hizbullah'ın ve Hamas'ın baş siyasi aktörler olmaları gibi somut gerçekler var ortada.
Yani bu coğrafya ve sosyopolitik atmosfer, Batılı olmayı bir kader ve laikliği rejimin önşartı biçiminde benimseyen Türk vatandaşlarını dikkatli ve hassas olmaya zorluyor.
Ancak aynı şekilde "Anayasal Demokrasi"yi korumak ve ona yönelik tehditler konusunda da dikkatli ve hassas olmak zorundayız.
Bu açıdan bakılınca, hukukun üstün olduğu çoğulcu demokratik sistemde, siyasi rekabetin de, uyulması gereken kuralları bulunduğunu görürüz.
Agitprop modeli
Anayasal demokrasilerde iktidar olmak, siyasi partilerin ana amacıdır ve varlık sebebidir.
Ama sistemi yıkmak, kargaşa yaratmak ve toplumu güvensizlik ortamına sürükleyip "Bakalım bundan sonra ne olacak" beklentisini pompalamak, anayasal demokratik sistemle pek bağdaşmaz.
Gerçi yakın geçmişte çeşitli Batı demokrasilerinde de bu yolu benimsemiş siyasi partiler görülmüştür.
2'nci Dünya savaşı öncesinde faşist partiler, suikastlar, sabotajlar ve şiddet eylemleri ile Batı Avrupa demokrasilerini yıkmışlardır.
2'nci Dünya Savaşı sonrasında da Moskova eksenli komünist partileri "Agitprop" denilen modelle, Batı Avrupa demokrasilerini bunalımlara sürüklemişlerdir.
"Agitprop" tahrik, kışkırtma anlamına gelen "Ajitasyon" ve "Propaganda" kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.
Bu modelde demokratik rejimin, kokuşmuşluğun ve yoksulluğun kaynağı, seçilmiş iktidarların da büyük güçlerin maşası olduğu propagandası yapılır... Genel grev benzeri eylemlerle hayat felce uğratılır, eylemlerle toplum güvensiz bir ortama itilir. Bir yandan da bütün bunların olmadığı Sovyet cenneti, refahın, mutluluğun, bolluğun ve ahlakın vatanı olarak gösterilir.
Zayıflayan demokrasi
Agitprop modeli demokratik siyasete sokulunca, Soğuk Savaş'ın yaşandığı Batı Avrupa ülkelerinde "Gladio" örneğindeki karşı mekanizmalar oluşturulmuştur. Sonunda demokratik siyaseti, bu karşılıklı kural dışılıklar zayıflatıp, yozlaştırmıştır.
Türkiye'nin bugünkü siyasal ortamında, siyasi rekabetin 2'nci Dünya Savaşı öncesindeki veya Soğuk Savaş dönemindeki Avrupa hastalıklarına tutulmasını önlemeliyiz.
Teokratik rejim tehlikesi, ağırlıklı biçimde bir dış tehlikedir ve global ölçektedir.
Komşularımız olan ülkelerde sahnelenen olaylar, tüm dünyayı ilgilendiren sorunlar halinde.
Eğer bu tahlili doğru biçimde yapmaz ve Türkiye'nin anayasal demokrasisinin meşru partilerini içerideki iktidar kavgalarına kapılmış şekilde sistem dışına itmeye çalışırsak, coğrafyamızın olumsuzluklarını da kendi sistemimize ithal edebiliriz.
Örneğin yok edilmek istenen AK Parti ve DTP'nin yerine Güneydoğu'da Hizbullah'ın tırmandığına tanık olunabilir.
Hukuk ve adalet
Ama daha da önemlisi, seçim kazanmayı zor ya da imkânsız gören siyasi oyuncular demokratik rekabeti agitprop zeminine çekmeyi denerse, dünyada bitmiş olan Soğuk Savaş'ın yerli yapımına ülkemiz sahne olabilir.
Aynı toprağın insanları birbirini düşman kampların mensubu olarak görür. Siyasi rekabet, ölümkalım savaşı biçiminde algılanır. Hukuk dışılıklar, kampların kendini meşru-savunma yöntemi biçiminde yorumlanır.
Bu gerçeklerin ışığında demokrasinin, rakiplerin birbirini yok edip susturması ve gayrı meşru ilan etmesine dayalı bir model olmadığını hatırlamalıyız.
Hukuk ve adalet de sistemi tahrip etmek için değil, korumak için vardır anayasal demokrasilerde.