Canımız yandığında veya hayalkırıklığına uğradığımızda, "Asla affetmem, hakkımı helal etmiyorum" veya daha ileri gidip ondan "nefret" ediyorum dediğimiz oluyor.
Çünkü yanmıştır yürek. Can dediklerimiz `can´ımızı derinden acıtmıştır. Lakin, bize yapılan zulüm yanında Efendimiz (a.s.)´in çektiklerine ne demeli? Ahlak perspektifinden Peygamber a.s.´i izlediğimizde, O´nun ne kadar affedici olduğunu göreceğiz.
O (a.s.) affetmiştir, yoluna diken serenleri. O affetmiştir en çok sevdiği amcasını öldüreni ve kalbini kemireni!
Düşünelim...
Hiç hafife alınmayacak şeylerdir bunlar.
Affetmek çoğu zamanda imkansız gibi gelir insana. Kırıkdir kalp, acımıştır gönül, işte tam da bu zamanda kolaydır kırılmak bir kalemde silip atmak. Herşeyi bir çırpıda yok saymak.
Affetmek gönle sıfadır aslında, çoğu zaman unuttuğumuz. İnsan kendi şerefini de bu şekilde yükseltmiş olur. Unutmayalım, bizi yoktan var eden ve bizleri envai çeşit nimetlere boğan Rabbimize yapmış olduğumuz onca günahlara rağmen, bizleri bağışlıyor. Tevbe edin, kabul edeyim buyuruyor.
Peki bize n´oluyor?
Hepimiz insan olara hataya mehilli değil miyiz? Bizimde günün birinde yaptığımız bir hatamız olamaz mı, affedilmeyi bekleyen?
Taif´de taslanarak kovulan Hz. Peygamber, bu insanlar için hayır dua yapmıştır, ki bizim ne haddimize insanları affetmemek!
Affetmemek için direnmeyi artık bırakalım, kendimize bir iyilik yapalım!
Çünkü affetmek aslında insanın kendisine vermiş olduğu bir hediyedir. Bir rahatlıktır. Affetmek kendi ruhumuzun ihtiyacıdır. Bu ihtiyaçtan kendimizi mahrum bırakmayalım.
İnsan affetmediği süreci içinde huzursuzluk yaşar. Affetmediği insanları görmemek için oradan oraya kaçar. Yanında ve omuzunda çok büyük yük taşır. Bu taşıdığı yük sebebiyle kendisini fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklara sürükler.
Ne gerek var?
Haydi o zaman affet ki affedilesin!