Naim ÖZGÜNER 08 Aralık 2014 İnsanoğlu için dünyada pet çok imtihanlar mevcuttur. Bunlar kiminin başını döndürür, kiminin kalbini elinden alır, kiminin kalbine imtihan olacağı şeylerin sevgisi konulur. Bu tehlikelerin, daha gelmeden işin başındayken farkedenler, tehlikeleri kendilerinden uzaklaştırmışlar, ya da kendileri tehlikeden uzaklaşmışlardır. Zenginseniz, makamınız varsa, şöhret sahibi iseniz, bu tehlikeler sizin için kaçınılmaz olacaktır. Adalet mefhumu hayatın her alanında geçerlidir. Dinimizin de temel esaslarındandır. Hadis-i Şerifte iki sınıf olarak Ulema ve Umera diye isimlendirilir. Yani bu iki sınıf Ulema (alimler) ve Umera (amirler) doğru ise milletin doğru olacağını, doğru değilse milletin doğru olmayacağını ifade etmektedir. Alimler doğruyu söylemekle yükümlüdürler, amirler, emir sahipleri doğru karar vermekle vazifelidirler. Emevi halifesi Ubeydullah İbni Ziyad, bir sahabe tarafından şöyle ikaz olunur: “Ben Resulüllahı ‘Yöneticilerin en kötüsü insafsız ve katı kalpli olanlardır’ buyururken dinledim. Sakın sen o yöneticilerden olma!” Muaviye halifeyken sahabelerden Hz. Ebu Meryem el-Ezdi yanına gelir ve şöyle der: “Ben Resulüllahı şöyle buyururken dinledim: “Allah Teala bir kimseyi Müslümanların başına idareci yapar, o da halkın işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olmaya kalkarsa, kıyamet gününde Allah Teala da onun işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olur.” İdarecilik insanın başını döndüren bir makamdır. Mes’uliyeti çoktur. Haramı helali çoktur. Bir sevabınız milyon sevap olurken, bir günahınız da milyon günah olabilir. Konunun başlığında ki şifre harflerin açılımlarına baktığımızda idareye ve idareciliğe talip olanların en büyük imtihanlarıdır. Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz ‘mala ve makama düşkün bir adamın dinine verdiği zarar, bir koyunun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür, der. İdareci olduğunuz zaman ya makamınızla, ya servetinizle, ya da etrafınızda halelenecek olan kadınlarla ya da hepsiyle imtihan olursunuz. Çünkü hepsi de size artık çok yakındır. Hz. Ömere ait olan bir söz vardır: “Adalet mülkün temelidir”. Açıklarsak adalet hem devletin malının hem milletin malının mülkünün temelidir. Adalet fakirin haklının, masumun, mazlumun, suçsuzun, yetimin, dulun, kimsesizin teminatıdır. Adaletin olmadığı yerde hukuk işlemez. Hukukun en kötüsü de suçsuzu korkutandır. Hukukun üstünlüğünden ancak adalet olursa bahsedilebilir. Adalet kendi başına bir hukuktur. Ömer in adaleti sözü darb-ı mesel olmuştur. Adalet güneş gibi yağmur gibi olmalı, herkesi ısıtmalı ve herkesin üstüne yağmalıdır. Bir haçlı ittifakına karşı Kanuni ve ordusu yollara düşer. Yol üzerinde gayr-i Müslimlerin tarlaları, bağları, bahçeleri vardır. Orduy-u Hümayun neferlerinden biri, o an gözüne takılan üzümlerin cazibesine dayanamaz, bir salkım koparıp yer. Fakat değerinden fazla ücreti bir kese içinde ağacın dalına bağlar. Hadiseyi gören bağın sahibi Hıristiyan köylü, ileride mola veren orduya yetişir, padişahın huzuruna çıkar ve şahid olduğu hadiseyi anlatarak böyle askerlere sahip olduğu için padişahı tebrik eder. Fakat Kanuninin yüzü asılmıştır ve bu erin derhal bulunup ordudan ihraç edilmesini emreder. Köylü şaşkınlık içinde. Kanuni köylüye şöyle der: ‘Kursağına haram lokma giren bir askerin bulunduğu ordudan hayır gelmez. Sahibinden izinsiz mal almakla seferden men cezasına çarptırılmıştır.’ Ordu bir müddet gittikten ve yol aldıktan sonra, müteakip molasını, bu sefer bir çeşme başında verir. Civardaki manastırın baş rahibi, istihbarat gayesiyle emrindeki güzel rahibeleri süsleyip çeşme etrafındaki Osmanlı askerlerinin yanına gönderir. Rahibelerin çeşmeye doğru geldiğini gören askerler, toparlanıp arkalarını dönerler; kızların, ihtiyaçlarını rahatça görmeleri için çeşme başını boşaltırlar. Rahibeler alelacele manastıra geri dönerler, olanları başrahibe anlatırlar. Üzüm hadisesine de haber almış olan başrahip, haçlı ordusu başkumandanına derhal bir rapor yazar ve gönderir: “Ey kumandan! Siz Osmanlı ordusuyla nasıl baş edeceksiniz? Bunlar her şeyi Allah rızası için yapıyorlar, canlarına ehemmiyet atfetmiyorlar. Gönderdiğim güzel kızlara bile sırtlarını döndüler. Mala paraya düşkün değiller. Kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlarda ki bu hassasiyetleri yenmedikçe karşılarına asla çıkmayınız!” Osman Gazi, Rum komşularının çoğuyla iyi münasebetler kurmuş, sonunda Rumlardan bir çoğunu kendi tarafına çekmiştir. Göynük ve taraklı-yenicesi tarafları feth olununca, Orhan gazinin oğlu Süleyman paşa, bu yöre hrıstiyanlarına çok adaletli davranmıştı. Bunun üzerine hrıstiyanlar: “Ne olaydı, bunlar (osmanlılar) bize daha önce bey olaydı!” dediler. Köylülerin pek çoğu Osmanlıların bu adaleti sayesinde Müslüman oldular. F.Dovney şöyle der: “Birçok hırıstiyan, adaleti ağır ve kararsız olan hrıstiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak Osmanlı ülkesine gelip sığınıyordu. Kanuni Sultan Sülayman zamanında bir kadının evine hırsız girer, ne var ne yok alıp götürür. Kadın doğruca Padişah Kanuninin yanına şikayete gelir. Durum söyler. Padişah dinler, sonra kadına: "Bre kadın, bu nasıl bir derin uykudur ki evine giren hırsızı duymadın, kime güvendin de derin uykuya yattın?" der. Kadın: "Sizin uyanıklığınıza güvendim de derin uyudum" der. Hazreti Ömer ve Sa'd İbni Vakkas Hazretleri, İran'a at satmaya gitmişlerdi. İran'a vardıkları zaman şehrin girişinde cirit oynayan bir kısım genç görüp seyre daldılar. Bir ara yabancıların kendilerini seyretmekte olduğunun farkına farkına varan gençlerden birisi yanlarına gelip "Bedeviler" gibi sözlerle hakaret ettikten sonra, satmak için getirdikleri ve üzerine bindikleri Arap atlarını ellerinden zorla aldılar. Hazreti Ömer ve Sa'd ibni Ebi Vakkas Hazretleri ticaret maksadıyla geldikleri şehre meyüs ve mükedder vaziyette girdiler. Yanlarında yiyecek bir şeyleri olmadığı gibi paraları da kalmamıştı. Aç susuz akşam olmasını beklediler. Akşam olunca da bir hana vardılar. Kapıdan girer girmez hancı, misafirlerin yabancı olduğunu ve üzüntülü olduklarını anladı. Neden üzüntülü olduklarını sordu. Hazreti Ömer daha üzüntülü görünüyordu. O hiç konuşmadı. İbni Vakkas Hazretleri ise başından geçenleri hancıya dert yanarak anlattı. Hancı misafirlerini dinledikten sonra: - Siz kederlenmeyin, bizim hükümdarımız son derece âdildir. Ya atlarınızı buldurur, yahut bedelini tazmin eder. Sizin anlattığınıza göre elinizden atları alan hükümdarın kendi oğludur. Ama o mutlaka bu meseleyi halleder, diyerek teselli verdikten sonra: -Her sabah hükümdarımız pazar yerinde halkın önünden geçer ve halk ona dert ve dileklerini bildirirler. O da ne icab ediyorsa hemen yapar. Siz sabahleyin hemen pazar yerine gidin vaziyeti anlatın dedi. Sabah, Hazreti Ömer ve arkadaşı pazar yerine çıkıp hükümdarı beklemeye başladılar. Biraz sonra hükümdar yanında tercümanları olduğu halde geldi. Herkes nesi varsa açık açık söylüyor o da gerekeni hemen orada yapıyor veya yapılmasını emrediyordu. Sıra Hz. Ömer ve İbni Vakkas'a geldi. Onlarda başlarından geçenleri anlattılar., atlarının bulunup geri verilmesini dilediler. Hükümdar bunları dinleyince yüzü çok asıldı ve üzüntülü olduğu her halinden belli idi. Bir kese altın verdi ve atlarının da bulunacağını söyledi. Hükümdar tercüman vasıtası ile konuşuyordu, tercüman ise atı alanların hükümdarın oğlu olduğunu söylememişti. Hazreti Ömer ve Ebû Vakkas Hazretleri yine akşam kaldıkları hana geldiler. Bu sefer yanlarında paraları da vardı, karınları da toktu. Hancının parasını verdiler, o gece de orada kalıp sabahleyin yola çıkmayı düşünüyorlardı. Hancı ne olduğunu sordu. Onlar hükümdarla görüştüklerini ve atları bulacağını söylediler, dedi. Hancı birden öfkelendi ve : -Demek kendi oğlu olduğu zaman iş değişiyor, dedi. Sabah oldu bu sefer hükümdarın karşısına hancı çıkıp: -Hükümdarım, suçu işleyen başkası olur ceza verirler de, sizin oğlunuz olursa cezasız kalır öyle mi? dedi. Nuşirevan bunu duyunca rengi değişti ve çok sinirli olduğu besbelli idi: -At sahipleri yarın şehir terketsinler..Fakat biri şehrin kuzey, biri güney kapısından çıksın dedi. Sabah oldu ve atların değerinden fazla para verdi. Hazreti Ömer ve Ebû Vakkas Hazretleri şehri terkediyorlardı. Bir de ne görsünler, şehrin bir kapısına atı alan genç, diğer kapısına ise hükümdara yanlış bilgi veren tercüman asılmışlar ve ölmüşler bile..Fakat ne yazıktır ki, adaletiyle meşhur bu hükümdara iman nasip olmamış ve Efendimiz (s.a.v.) imansız gittiklerine teessüf ettiği isimler arasında bunu da saymıştır. Aradan zaman geçti, Hazreti Ömer Halife-i İslâm, Sa'd ibni Ebi Vakkas ise Mısır valisi oldu. Mısır'i İslamlaştırma ameliyesinde bir de cami yapılacaktı. Bu camiye en müsait yer ise bir yahudinin yeri idi. Mısır valisi yahudinin yerine cami yapımına başladı. Yahudi çaresiz bir şekilde düşünürken müslümanlardan bir zat: -Nedir senin bu halin? diye sordu. O: -Bir evim vardı, başka bir şeyim yoktu. Vali şimdi oraya cami yapıyor. Ben ne yapabilirim? Şimdi açıkta kaldım, dedi. Müslüman ona: -Sen git Medine'ye... Orada Halife Ömer vardır. Derdinei ona anlat. Senin derdine mutlaka çare bulur, dedi. Yahudi daha islamiyetin nasıl bir din olduğunu bilmiyordu. Medine'ye vardı. Halife'yi sordu, bahçede olduğunu söylediler. Gitti Bahçeyi buldu. Baktı ki, oarad bir adam çalışıyorYanına yaklaşıp: -Ben Halife Ömer'le görüşmek istiyorum, dedi. Ona göre hükümdarın tarlada ne işi vardı. Karşısındaki: -Derdini anlat! Ömer benim, dedi. Yahudi derdini anlatıp, bir çare bulunmasını söyleyince Hazreti Ömer, öfkelibir şekilde , bir kemiğin üzerine bir şeyler yazıp adamın eline verdi: -Götür bunu valiye ver, dedi. Yahudi bu yazışmadan pek bir şey anlamamıştı. Bundan bir şey çıkmaz, diyordu kendi kendine..Mısır'a gelip kemiği Sa'd ibni Ebi Vakkas'a verince, vali çok korkmuştu. Hemen evi eskisinden daha güzel bir şekilde tamir etti ve yahudiye verdi. Hem de memnun etmek için bir miktar yardımda bulundu. Hazreti Ömer'in gönderdiği kemiğin üzerinde sadece şu iki kelime yazılı idi: -Ben Nuşirevan'dan daha adilim!.. e-mail: naimozguner81@gmail.com