Şurada burada sözüm ona şeriat ilan ediyorlar ve ilk icraatları da hırsızların ellerini kesmek oluyor; sosyal adalet yok, adil paylaşım yok, idareciler ve zenginler lüks içinde yaşarken yoksullar aç ve açık... Bunlardan başlamak yerine asma ve kesme ile başlamak, "reklam, propaganda ve suç bastırma" maksatlarına dayalı olsa gerektir.
Hırsızlık farklı şekillerde tanımlansa da hemen bütün dinlerde, hukuk ve ahlâk sistemlerinde kınanmış, yasaklanmış ve cezâya bağlanmıştır. Eski Ahd'in meşhur "on emri" arasında "çalmayacaksın" talimâtı da yer almıştır.
İslâm'dan önce Arabistan'da hırsızlığın suç sayıldığı ve bu suçu işleyenlerin cezâ olarak ellerinin kesildiği, ilk el kesme hükmünü Velîd b. Muğîre'nin verip uyguladığı bilinmektedir.
İslâm gelince Câhiliye devri düzen, âdet ve uygulamalarının tamamını kaldırmamıştır; bunların bir kısmını olduğu gibi devam ettirmiş, bir kısmında değişiklikler yapmış, kalanını da -İslâm'ın tevhid ve ahlâk ilkelerine aykırı olduğu için- tamamen değiştirmiştir. Hırsızlığın suç sayılması ve bu suça uygulanan cezâ da İslâm'ın devam ettirdiği uygulamalar arasındadır. Hırsızlık suçu ve cezâsı ile ilgili âyette şöyle buyrulmuştur: "Hırsızlık yapan erkeğin ve kadının, yaptıklarının cezâsı ve Allah'tan caydırıcı bir yaptırım olarak ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Kim bu haksız fiilinden dolayı pişman olur (tövbe eder) ve durumunu düzeltirse Allah da onun tövbesini kabûl buyurur. Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır" (Mâide, 5/39).
El kesme cezâsının çok ağır bir cezâ olduğunda şüphe yoktur. Bu kadar ağır bir cezânın uygulandığı suçun da aynı derecede ağır olması, suç ile cezâ arasında bir dengenin bulunması gerekir; âyetin sonunda Allah'ın "hikmet sahibi, hakîm" olduğunun zikredilmesi, bu denge düşüncesini desteklemektedir; çünkü hikmet "her şeyi yerinde, uygun, düzenli ve dengeli yapma" anlamını içerir. Bir suçun ağırlık ve hafifliğini belirleyen âmiller arasında sosyo-ekonomik yapı ve durum da vardır. Buradan yola çıkan bazı modernist yorumcular, o gün için verilen cezânın da dengeli bulunduğunu, bugün ise kişinin malı ile hayatı arasındaki ilişkinin o derecede önemli olmadığını, cezânın da buna göre hafifletilmesinin ilâhî maksada aykırı olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Klâsik yorum ve fıkıhçıların ittifakla benimsedikleri hüküm, el kesme cezâsının -şartları bulunduğunda- bugün de uygulanacağıdır.
El kesme cezsının uygulanma şartlarının detaylarına burada girmek gerekmez; ancak bunlardan bir tanesi var ki, doğrudan bu yazıdan maksadımıza uygun düşmektedir; bu şart, hırsızlık yapan kimseyi, suçu işlemeye iten sebeple ilgilidir. Hz. Ömer'in halifelik döneminde, sahibi tarafından aç bırakılan köleler yiyecek çalarken yakalanıp halifeye getirilmişler, halife yaptığı soruşturmada bunu açlık yüzünden yaptıklarını öğrenince çalanları cezâlandırmamış, sahiplerini çağırtmış, köleleri bir daha aç bırakırsa kendisini cezâlandıracağını söylemiştir. Yine Hz. Ömer bir kıtlık yılında, genellikle insanlar karınlarını doyurmak için çalmak mecbûriyetinde kaldıkları için bu cezânın uygulanmasını, bolluk avdet edinceye kadar durdurmuştur. Sahâbenin gözü önünde cereyan eden ve kimsenin itiraz etmediği bu uygulamalar bizi bir genel kurala götürmektedir: Hırsızlık cezâsının uygulanma şartlarından biri de toplum içinde, kimsenin aç, açık, temel ihtiyaçlar bakımından muhtaç durumda kalmaması, herkes için bu manada bir sosyal refah tabanının oluşturulmasıdır. Buna rağmen yani insanı çalmaya iten "meşrû sebep" ortadan kalktığı halde kolay yoldan, çalışıp terlemeden servet sahibi olmak maksadıyla başkalarının helâl yoldan kazanılmış mallarını çalanlar elbette hak ettikleri cezâyı göreceklerdir.
Âyet'te yer alan "tövbe, pişmanlık, bir daha yapmama azmi, bu kötü alışkanlığı bırakarak ıslâh olmak, durumunu düzeltmek" cezâyı nasıl etkiler?
Bu soruya klâsik fıkhın verdiği cevap şudur: Allah'ın tövbeyi kabûl etmesi, âhirette cezâ vermemesi demektir, tövbe dünyada verilecek cezâyı kaldırmaz. İlk devir müctehidlerinden Atâ'ya göre, yakalanmadan tövbe eden, pişman olup teslim olan, çaldığını iade ve tazmin eyleyen kimsenin el kesme cezâsı da düşer. Fıkıhçılar mülkiyetin korunması ilkesi ile pişmanlığın kötüye kullanılması halinde hukukî istikrarın, mal ve can güvenliğinin korunamayacağı endişesine dayalı olarak bu yorumda ısrar etmişlerdir. Bize göre âyetin açık ifadesi, gerekli araştırma ve denemeler yapılarak -yakalanmadan önce olsun sonra olsun- pişmanlığında samîmî olduğu ve kendini ıslâh ettiği anlaşılan kimselere bu cezânın uygulanmaması gerektiğini göstermektedir. Bu şartlarla Allah'ın bağışlaması, kullarının da bağışlaması gerektiğine bir delîldir.