Acı'nın yok edilmesi insanı acımasızlaştırıyor

xxxx1

Bir İngiliz, bir başkası, ayağına bastığı zaman, ayağına basan kişiden özür diler. Eğer özür dilenen kişi, yabancıysa, hayranlığını gizleyemez İngilizin bu davranışı karşısında. Ama bu nezaketin, insanın ve hayatın yapaylaşmasının, temas korkusunun bir ürünü olduğunu düşünemez ilk bakışta yabancı.

Nezaket, sadece İngilizlerin değil, uygar toplumların başat özelliklerinden biridir.

Peki, nezaket'in (politeness) siyaset'le (politics) kopmaz bir ilişkisi olduğunu düşündük mü hiç? Bir yerde siyaset ne kadar gelişir ve kökleşirse, nezaket de o kadar rahat neşvünema bulur: Nezaket, siyasetin dölyatağıdır; siyasetse nezaketin sahte "çocuğu" çünkü.

Modern-seküler toplumlarda nezaket, üst sınıflarda zirve yapar. Ama nezaketin zirve yaptığı yer, insanın zırvalamaya başladığı yerdir aslında. Oysa yüksek nezaket kuralları, insanın yapaylaşmasının, giderek hayatını gösteriş'e ve gösteri'ye, kendisini de gösteri nesnesi'ne dönüştürmesinin, son kertede palyaçolaşmasının şifrelerinden başka bir şey değildir.

Dolayısıyla nezaket, insanın daha fazla insanlaşmasının değil, aksine, hakîkî insanî özelliklerini yitirmesinin ve taklîdî özelliklerle donanmasının adı ve formudur.

Biraz daha kazarsak... Nezaket, insanın olduğu gibi görünme ve göründüğü gibi olma hususiyetini yitirmesi; dış görünüme, ayartıcı olan'a yönelerek yapaylaşması ve sathîleşmesidir.

Yani nâzik insan, olgun, kemale ermiş, kendini, benini, bencilliklerini aşmış, insan olmanın zirvesine ulaşmış bir timsal insan değildir. Aksine benine, bencilliklerine, küçük iç dünyasına kapanan, kendisi dışındaki insanlarla ve dünyayla ilişkilerini hazları, egosu, çıkarları çerçevesinde düzenleyen sadece görüntüyü kurtarmaya odaklanan, kendi içine, kendi bunaltılarına saplanıp kalan yapay ve grotesk bir insan tipidir.

Yapaylık, modern Batı toplumlarının nâzik insan tipinin yegâne karakteridir: İnsanın kendini arama, hakikati arama, hikmetin izini sürme; tabiatın, âlemin derin ve yüce anlamlarının sırrını çözme; tabiatla, âlemle, diğer varlıklarla, diğer insanlarla, diğer anlam coğrafyalarıyla buluşma ve bütünleşme coşkusunu yaşama engin tecrübesinin yitirilmesidir aslında.

Nedir bu peki? Elbette ki, hayatta ki her şeyin araçsallaştırılmasıdır: İnsan, sadır'la değil de, satıh'la meşgul olunca, satıh'ın yegane sahici hakikat katına yükseltilmesi yani. İnsanın, eşyanın veya araçların esiri olmasıdır. İnsanın ufkunun satıhta sırra kadem basmasıdır.

Hayatın insansızlaşması; insanın hayatı, hayatın anlamını derinlemesine yaşayamaması; hayatın, tabiatın, âlemin ve bizatihî insanın anlam coğrafyasının anlamsızlaşması, anlamını ve ruhunu yitirmesidir.

Bütün bunların nedeni ne peki? Logos'la ("teşbîhî olan"la) mythos'un ("tenzîhî olan"ın) yollarının ayrılması, logos'un mythos'un yerine yerleşmesi, işlevini üstlenmeye kalkışmasıdır.

İşte bu nedenledir ki, techne'nin logic'le buluşması, yani techne'nin logic'leştirilerek teknoloji'ye dönüştürülmesi, insanın da, techne ile yaşadığı eşyanın hakikatini keşfetme, eşyanın hakikatini keşfederek kendi hakikatini keşfetme, dolayısıyla hem kendini, hem de eşyayı aynı anda keşfetmesini mümkün kılan varedici ve varkılıcı çok katmanlı varoluş sürecini yitirmesi, yok oluş ve yok ediş sürecine dönüştürmesi kaçınılmazlaşmıştır.

Logos ("söz"), beşere özgü, beşerin kendi sınırlı dünyasıyla sınırlı bir yeti'dir. Mythos ise, insanın dışındaki dünyayla, Tanrı'yla irtibat kurduğu kaynaktır. İnsan, bu dünyanın yalnızca kendine ait bir yer olduğunu düşündüğü andan itibaren, yere mahkûm olmaktan, yere düşmekten, yersiz yurtsuzlaşmaktan kurtulamaz.

İnsanın insanca bir hayat sürebilmesi için mythos'a (dış dünyaya, âleme, başka insanlara ve başka varlıklara) açılması, onlarla irtibat kurabilmesi şarttır. (O yüzden, modern insan, mythos'un içini boşaltarak özellikle medyalar aracılığıyla sahte, seküler mythoslar üretmekten kendini kurtaramıyor).

İşte bu irtibatı kurduracak "şey", ethos'tur: Ethos, varoluş sancısıdır; insanın hayatın anlamını satıhlarda değil, sadrında duyarak, yaşarak idrak etmesinin aracı.

Antik Yunan insanı, hayatı mythos'tan arındırarak logos'a kilitlediği ândan itibaren, ethos'unu da yitirmiş pathos'a (acı'ya) mahkûm olmuştur; ardından modernlikle birlikte modern insan, pathos'u hayatın bir gerçeği olarak kabul ederek kontrol altına almak yerine büsbütün yok etmeye kalkışmıştır.