Kırk yıllık bir ömrüm oldu bu dünyada.
Ama artık bıkar oldum, yaşamak bana zor geliyor.
Menfaat döngüsünde dönen bir dünyadayız.
Her şey maddeleşmiş, maneviyat bir kenara itilmiş.
Herkes birbirine yabancı sanki.
Kırk yıllık dostluklar bile erimiş gitmiş bu çarkın içinde.
Üstte komşusu ölse altta Fatmagül’ün suçunu arar olduk.
Ya da Aşkın Bir Hayal olduğunu mu anlamaya çalışıyoruz?
Ya inim inim inleyen Şükran Teyze.
O inlerken biz dımtısların içerisinde transa geçer olduk.
Hani buyurmamış mıydı Kutlu İnsan, Biricik Efendimiz (salat ve selâm O'nun üzerine olsun); "Cebrail s.a komşu hakkı ile ilgili o kadar tavsiyede bulundu ki, komşunun komşuya varis olacağını zannettim?"
Ne varisi Efendiler!
Bir tas çorbayı bile komşumuza çok görür olmadık mı?!
Peki, analarımız kınalı kuzularını teröre kurban verirken bizler ne yapıyoruz?
Ya televizyonda film seyreder gibi onları seyrediyoruz ya da eğlenceden ödün vermeden şarkılarla acımızı bastırıyoruz (!).
Ya aşklar?
Hani nerede o eski aşklar?
Televizyonda aşklarımızı izdivaçlarda arar olmadık mı?
Veya sanal âlemin gizemli labirentlerinde?
Veyahut da kadının bedenine maruz kalarak âşık olduğumuzu sanmadık mı?
Artık aşk bile menfaat olmuş.
Hani canımızı verirdik aşkımız için?
Ama ihtiyacımız bitince değil canımızı, vaktimizi bile harcamaz oluruz.
Eskiden şu yalancı dünyaya yeniden gelebilseydi, bir ömür değil bin ömür sevilirdi Sevgililer.
Şimdi ise mevsimlik aşklar var.
Her sene başka bir aşka yelken açıyoruz.
Ne de olsa tatminsizlik dürtülerimiz zirvede bizim.
İlkokuldayken öğretmenimize çiçeklerin en güzel kokulusunu alırdık.
Hatta o kokunun hiç bitmemesini isterdik.
Ya şimdi?
Plastikten çiçeklerle kandırıyoruz birbirimizi.
Analarımız, can analarımız.
Bizim için mukaddes olan analarımız.
Biz ne yapıyoruz onlar için?
Aşkımızın en güzelini onlara vermemiz gerekirken, onları el kapılarına muhtaç etmiyor muyuz?
Ya babalarımız?
Huysuz diye yanına bile yaklaşmazken onlar bizim için nelerini feda etmişlerdi?
Değil miydi onlar bizim ihtiyaçlarımızı kendi ihtiyaçlarına tercih eden?
Siyasetimiz bile çekilmez oldu.
Hani biz değil miydik şarkı sözlerinde en mümtaz kelimeleri kullanan?
Demez miydik biz şarkılarımızda “Bir bahar akşamı rastladım size, Sevinçli bir telaş içindeydiniz, Derinden bakınca gözlerinize, Neden başınızı öne eğdiniz?” diye.
Ya şimdi?
Analar artık meydanlarda kem sözlere kurban gitti.
Siz’li sözlerin yerini lan’lar almadı mı?
Bayramlarımızdaki o sevinç ve neşeler nerede?
Kapılar çalınmaz oldu.
Samimiyetin yerini acaba sahte gülümsemeler mi aldı?
Ya da facebooka mı kaldı bayram kutlamalarımız?
Ee dostlar haklı değil miyim ben?
Her şeyimiz sahte olmuş; komşuluğumuz, aşkımız, çiçeklerimiz, sözlerimiz, bakışlarımız vs.
Böylesi bir sahte dünyada yaşamak insana acı vermez mi?
İnsan güzel hasletlerin yok olduğu, menfaatlerin, paranın, pulun, teknolojinin esiri olduğu bu dünyada ne kadar mutlu ve huzurlu olabilir ki?
Kendimizi avunduruyoruz aslında.
Biz aslında böyle bir dünyada yaşamaktan sonsuz zevkler alırken neler kaybettiğimizin farkında mıyız?
Farkına vardığımız zaman da işişten çoooktan geçmişolacak.
O zaman “eyvah” ların bize ne faydası olacak ki?