Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendiye
Orhan Veli’nin bu şiirini hepiniz bilirsiniz. Kitabe-i Sengi Mezar şiirinin ilk kıtasının ilk dört satırında nasır yerine diş yazsaydı beni anlatmış diyecektim. Gerçi vurmayan ayakkabı da zor denk gelir bana da…
Kendimi bildim bileli dişçilerle haşır neşirim. Her ilde muhakkak bir dişçiye abone olur taşınana kadar mesleğini burnundan getiririm. Geceleri tutan, gündüz de ara ara kendini hatırlatan o önce göze sonra başa vuran diş ağrılarını bilir misiniz? Ben çok iyi bilirim. Hatta komşularım, iş arkadaşlarım da… Kabir azabı diyorlar ya kabirde bununla kurtulabilecek miyiz bilmem. Ben alışkınım da kaygım sizin için…
Yıllar önceki doktoruma bir gün dedim ki: "Gel tek tek uğraşmayalım, sen çek hepsini, yap bir takma diş gideyim ben..." Güldü. Oysa ben ciddi idim.
Henüz bu gencecik kırk üç yaşımda ağzımın içi tabiri caizse köprüler, alt geçitler, üst geçitler, yer yer boşluklar, atlamalı zıplamalı alanlarla dolu. Şimdi soruyorsunuz niye böyle? Hiç mi fırçalamıyorsun?
Bana kalırsa diş olayı kesinlikle kalıtımsal. Müneccim olmaya lüzum yok, gelecekte dişinize neler olabileceğini anne babanızdan bilirsiniz. Fırçalamak belki dişinizi kaybetmenizi geciktirir ama kaybını önlemez. Şu son yirmi gündür yine diş ağrılarım dünyayı başıma dar etti, etmeye de devam edecek. Son köprüyü yapan son üç yıllık dişçim “Aha şurası ağrıyor,” diye gösterdiğim yere bakıp “O köprünün altı boş,” diyerek önce gargara sonra antibiyotik yazıp beni yolladıktan sonra yine geçmeyince kendime yeni bir dişçi arayışına girdim. Eşim sağ olsun bana yeni açılan bir klinik buldu ve ilk randevuma dün gittim.
Lüks bir bekleme salonu, ayaklarındaki galoşlarla sırasını bekleyen diş mağdurları… Televizyon açık ama kimin umurunda. Millet dört gözle sırasının gelmesini bekliyor. Duvarlarda aileleriyle poz verirken sağlıklı, beyaz, inci dişlerini gösteren güzel kızların, yakışıklı erkeklerin resmi var. Şu yaşıma kadar böyle bir poz veremedim ona yanarım. Sehpaların üzerinde implantların faydaları ile ilgili broşürler…
Köşede kahve çay içmek isteyenler için hazırlanmış küçük mutfak…
Bu hengâmede kim düşünecek keyif yapmayı…
Nihayet “Haydi buyurun,” dediklerinde gözlerimi korkuyla açarken aynı anda şaşı yapıp baktım. Yetenekliyim bilirsiniz.
Beni muhakkak ki sevdiler.
Daimi müşteriyi kim sevmez. “Ağrım geçsin de dileyin benden ne dilerseniz” diyemezsem de ücretleri neyse vereceğimden eminler elbet. Saat 6 gibi beni muayene aldılar. Önce bayan doktor filmimi inceledi. Ağzındaki maskeyi hafif aralayıp:
“Bir sorun gözükmüyor… Ama… Sanki şurada yıllar önceden çekilmiş bir dişin küçük bir parçası kalmış gibi. Fakat emin de değilim, olsa bile geceleri uyandıracak kadar ağrı yapar mı?”
O kadar seviniyorum ki nihayet sorunu buldular diye. Acılarım dinecek düşünebiliyor musunuz? Mutluluğum yüzüme yansıyor. Ama bu da bir operasyon. Bayan doktor eşine havale ediyor beni. O da önce hem filmi hem beni inceliyor. “Bir saat sonra sizi alalım” diyor. E, bekleyen diğer randevulu hastalar da var. İlçeden geliyor olunca başka güne bırakmak da istemiyorum tabi.
Kapısında ameliyathane yazan küçük ve hijyenik odada dişime vurulan iğnenin etkisini beklerken doktor bey bilgisayardan diğer hastaların filmlerine bakıyor. Aynı resimler benim önümdeki bilgisayarda da açılıyor ve onlara baktıkça hem halime şükrediyor hem de korkuyorum. “Beterin beteri varmış, ne güzelmiş meğer benim ağzımın içi…”
Damağı kesip parçayı aldığını düşünüyorum o gözümü kapattığım dakikalar boyunca ama parça yokmuş. Oradan aldığı damak parçası biyopsiye gidecekmiş. Velhasıl bana gargara, ağrı kesici ve endişeli ve stresli günler yaşadığım bugünlerde hiç bir şeyi dert etmeyip dişlerimi sıkmamam için rahatlatıcı bir ilaç yazıp sonuç için arayacaklarını söylediğinde soruyorum:
“Ne çıkabilir mesela biyopsiden?”
“Bir şey söylemek için çok erken…”
“Kötü bir sonuç olabilir mi yani? Ben şimdilik sadece koah hastasıyım.”
“Bugüne kadar kimsede çıkmadı. Bugün çok sıcak çok soğuk bir şeyler yemeyin.”
“Yemeği düşünen kim Allah aşkına? Ağrımasın yeter!”
“Orada yara gibi bir yer vardı aldık onu işte.”
“Dün gece çok oynadığımdan olmuştu o…”
Elimde sadece operasyonu beklerken çekindiğim fotoğrafım kalıyor.
E, şimdi ne olacak?
Dün gece oyulmuş damakla ağrı sızı içinde bir gece daha geçirip inim inim inlerken yine bir sürü korkunç diş videoları izledim ve diş yüzünden ölenler için dualar okudum. Ve keşke matematiğim iyi olsaydı da dişçilik okusaydım diye hayıflandım.
Buna tahlil sonuçlarının endişesi ve alınan ücretin “Yok artık” üzüntüsü de eklendi. Eczacı Sebahat Karagöz’den yediğim fırçanın haddi hesabı yok. Haklı olsa da bütün gün çalışıyor olunca devlet hastanelerine gitmek için zamanım yok. Geceleri bölük börçük uyku gündüzleri iş derken sağlığım için hiç vakit ayıramadığımın farkındayım.
… Velhasıl dostlar… Dişinizin kıymetini bilin, ağrımıyorsa ne mutlu size. Allah sizi doğru doktorlarla karşılaştırsın. Ama öncelikle tüm hastalıklardan korusun.
Ağrılarım dinerse doktorun adresi veririm yoksa hiç beklemeyin benden… Kimsenin başını yakmak istemem.
Bu arada başlıktaki atasözümüzün aslını biliyorsunuz: “Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez.”
Çocuk vallahi susturulur da diş ağrısı zor...