Konuya girmeden önce siz değerli okuyuculara bir özeleştiri vermek istiyorum. Daha düne kadar AB üyeliği fikrine sıcak bakıyor ve hatta destekliyordum.
Ancak zaman içerisinde bu konuda yapmış olduğum araştırmalar, yanıldığımı ve bir hayalperest gibi düşündüğümü idrak etmemi sağladı.
Zaman içerisinde her şey değişebilir.Bu bir tabiat kanunudur.Önemli olan; savunulan sav'ın, gidilen yol'un yanlışlığını anlayınca, medeni cesaretle yanlışını kabul etmektir.
Zamanla elde ettiğim bilgiler AB üyeliği konusunda beni hayal kırıklığına uğrattı. Bunu burada açık yüreklilikle ve samimiyetle itiraf ediyorum.
İşin gerçeği ve doğrusu; eğer demokratik adımlar atılacaksa, Türkiye'de insan hak ve hürriyetleri alanında adımlar atılacaksa, bunu, kendimiz için yapmalıyız. Bu adımları atmak için ille de AB veya başka bir gücün şemsiyesi altına girmemize gerek yoktur.
Türkiye,Avrupa Birliği’ne aday ülke konumuna gelmekle hata yapmıştır. Elbette ki,her türlü fırsatı elinden kaçırmış olduğu söylenemez. Ama içine girdiği yanlıştan da en kısa zamanda çıkmalıdır. Daha fazla gecikmenin, zaman kaybına sebep olmanın bir nedeni yoktur.
AB üyeliğinin NATO üyeliğine bezemediğini idrak etmeninartık zamanıdır. Yani AB üyeliği Emperyalistlerin son darbeyi indirme planıdır.
Ayakları üzerinde duran bir Türkiye kabul edilmeyecektir.
Doksanların başından itibaren değişen siyasal haritaya bakarak kendine yön vermek zorundadır.
Kafkaslarda, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni siyasal yapılanmalar ne yapılması gerektiğini göstermeye yetmektedir.
Türkiye’nin AB içinde yer almamasını gerektiren birçok neden vardır.
Bunların en başında geleni ise AB’nin artık emperyalist bir güç olarak kendini ortaya koymuş olmasıdır.
AB; ekonomisiyle, askeri alanda aldığı son kararlarla, sanayisi ve mali gücüyle ABD 'ne rakip emperyalist bir güç olarak sahneye çıkmanın adıdır.
Artık Avrupa Birliği ülkelerinde geçmişin refah devlet anlayışı kaybolmuş durumda.
Demokrasi maskesi altında katı bir bürokratik diktatörlüğe doğru yol alınmaktadır.
Yoksul ve kalkınmakta olan ülke pazarlarının bölüşümü ve bu pazarlardan elde edilen kârların artması oranında Avrupa emekçi yığınları üzerinde daha katı bir bürokratik diktatörlük kurmaktadır.
Sömürdüğü pazarlardaki halk yığınlarına karşı daha acımasız davranmaktadır. Artık dış pazarlardan elde ettiği kârı kendi halkıyla bölüşmeyen tekelleşme vardır.
Uluslararası tekellerin milyarlarca dolar kâr etmesine karşın, bugün Avrupa Birliği’nde yüzde onlara varan işsizlik oranı vardır ve bu büyük bir sorun haline gelmiştir.
Yeni bir dizi geri kalmış ülke (Afrika’daki bazı ülkeler)Avrupa Birliği topluluğu için yaşam kaynağınıoluşturmaktadır.
Filistin halkının katledilmesi, Afrika ve Asya da iç çatışmaları körükleme, Türkiye gibi ülkelerde milliyet ve mezhepsel düşmanlıklar yaratarak kanlı çatışmalar çıkarma uğraşı içinde olması, AB için sıradanlaşmıştır.
AB ülkelerinde ve ABD de son dönemlerde İslam'a karşı girişilen çirkin faaliyetler de bilinçli olarak bazı merkezlerden yönetilmektedir. İslam’ı küçük düşürücü terör eylemleri de keza aynı merkezler tarafından yönlendirilmektedir.
İngiltere, Fransa, Almanya emperyalist güçleri, Avrupa’nın diğer küçük ülkelerini de yanlarına alarak daha güçlenmiş bir biçimde geçmiş politikalarını küreselleşme koşullarına uyarlayarak devam etmekteler.
Burada küçük ülkelere verilen sadece sus payıdır. Küçük ülkelerin(ekonomik açıdan dışa bağımlı)emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda nasıl kullanıldığına en açık örnek;Yunanistan, Belçika ve İsveç’tir.
Örneğin eski İsveç Başbakanı bir demecinde, “Küçük bir ülkeyi (Yunanistan’ıkastederek) büyük bir ülkeye (Türkiye) karşı koruduk” diyebilmiştir.
Türkiye ve Yunanistan arasında sorunların çok farklı bir zeminde olduğu ve bunların kışkırtıcılarının da kimler olduğu bilinmektedir. Fransa Ruanda halkını birbiriyle çatıştırıp katlettirilmedi mi?AB; Ruanda halkını büyük, üstelik emperyalist bir ülkeye karşı korumanın çabasını niçin göstermedi acaba.
Yani büyüklerin damgasını vurduğu AB artık emperyalist bir güçtür. Küreselleşme koşullarında dünya pazarlarının yeniden bölüşümün de iddialı bir güçtür.
Avrupa Birliğinin emperyalist bir birlik olduğunu gösteren diğer bir olgu da Avrupa Güvenlik ve Savunma İşbirliğiadı altında kurulmaya çalışılan küçük ‘NATO’dur. ABD’ye karşı dünya üzerinde pazar çıkarlarını koruyabilmek için askeri güce ihtiyaç duyulmaktadır. NATO bir ABD şemsiyesidir.
SSCB’nin varlığı döneminde Avrupa, tek başına hareket etme olanağına ve cesaretine sahip değildi, bu nedenle ABD’ye bir anlamda boyun eğmek zorundaydı. Ama şimdi çıkar alanlarını kendisi korumak istemektedir. Özellikle Fransa ve İngiltere’nin Kafkaslarda, Ortadoğu’da ve Afrika’da çıkarlarını koruyabilmeleri ancak böylesi bir askeri oluşumda görülmektedir. Almanya’nın çıkarları daha çok yönlüdür.
Avrupa Birliği artık Kafkaslara, Kuzey Afrika’ya ve Kıbrıs’ıüs olarak kullanıp Ortadoğu’ya bizzat askeri gücünü yerleştirmek istemektedir. Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs ve Ege sorunlarına çözüm bulunamayışının altında bir de bu neden yatmaktadır.
Fransa Avrupa Birliği’ni kullanarak Kıbrıs’a inmeye çalışmakta, Lübnan, Suriye ve Irak’ıdaha yakından kontrol etmek istemektedir. Türkiye’nin ABD ile stratejik işbirliğini bir de bu nedenle kabul etmemektedir.
İngiltere’nin gücü Türkiye’nin gücüyle birleştiği noktada Fransa’nın ve Almanya’nın AB içinde ve dışında çıkarlarının önemli oranda sarsılması tehlikesi vardır. Hatta Almanya’nın Türkiye ile olan geleneksel ilişkileri dikkate alındığında uzun vadede sarsılan çıkarlarını bir ölçüde telafi etme şansına sahiptir ama Fransa’nın hiçbir şansı yoktur. Fransa’nın özellikle son dönemlerde Türkiye’ye karşı sert tavırlar içinde bulunmasının altında yatan bu tür uzun vadeli hesaplardır, yani pazarların paylaşım kavgasıdır.
AB’nin diğer küçük ülkelerine düşen görev sadece yandan zorunlu takviyedir. İşte bu ve benzeri nedenler dikkate alınarak, her türlü manevra gücünden yoksun bırakılmış bir Türkiye AB’ye alınmak istenmekte.
Bugün Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik politikası tamamen emperyalist bir politikadır.
Türkiye’yi aslında almak istiyorlar ama tek bir şartla, o da; her alanda kendi kendine yeterli olmaktan çıkarılmış ve tamamen teslim olmuş bir ülke konumuna indirgenmesi kaydıyla. Bunun için Türkiye’de şiddetli bir iç çatışmanın ve on binlerin iç savaş yöntemiyle yok edilmesini dahi göze almaktadırlar. Eğer bunu başaramazlarsa en azından İran’la kısa süreli de olsa bir savaşa girmesini veya aralarının bozulmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. Özellikle Almanya ve Fransa bu yönlü çabalarını giderek arttırmaktadırlar.
Avrupa Birliği içinde ‘’Sözde İslamcı’’ olarak nitelendirilen, terör gruplarını kimler tarafından örgütlendirildiği ve finanse edildiği artık bir sır değildir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’de iç savaş kışkırtıcılığına oynadığının en önemli bir kanıtı da azınlıklar sorununa yaklaşım tarzıdır.
Bir yandan ulus-devletten yana olduklarını söylerlerken bir yandan da Türkiye’ye karşı ulus-devlet politikasına aykırı girişimlerde bulunmaktalar.
Söz konusu Türkiye olduğunda, demokratik devlet kavramına bile karşı durmaktalar.
Avrupa Birliği sadece Türkiye'yi dikkate alan yeni azınlıklar kavramı geliştirmeye çalışmaktadır. Oysa kendi içine geldiğinde her türlü inkârcılığı yapabilmektedir. Örneğin Fransa’da Bask bölgesi ve halkı yok sayılmakta. Otonomi, ayrılma veya İspanya Bask bölgesiyle birleşmek isteyip istemedikleri sorulmamakta. Korsika sorununun üzeri tümüyle küllendirilmekte. Hatta yıllardan buyana Fransa’ya yerleşmiş Afrikalıların asimile çabalarına destek verilmekte.
Yine İsveç’te Laponya sorunu unutturulmak istenmektedir. Bu her iki ülkede bulunan bu halkların ilk okuldan başlayıp üniversitelere kadar kendi dili ve kültürüyle eğitim hakları yoktur. Kendilerine özgü bağımsız yayın hakları tanınmamaktadır. Ama başka ülkelersöz konusu olduğunda Avrupa Birliği avazı çıktığı kadar bağırabilmekte. Bu demokrasi adına bir ikiyüzlülüktür.
Türkiye’de Kürtlerin ve diğer halkların bir azınlık olarak kabul edilmesi yönde çağrılar yaparak aslında,feodal ilişkileredayalı devlet örgütlenmesi dönemine özgü çözümlere gidilmesini istemektedirler.
Türkiye’ye geldi mi bunun ismi “demokrasi normları” olmakta. Demokrasi normları değil, emperyalist çıkar normlarıdır bunlar.
Kürtlerin azınlık olarak kabul edilmesini önerme din ve tebaa ilişkisine dayalı feodal bir çözüm istemektir. Türkiye’de yürütülen mücadele demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, yani demokratik bir Cumhuriyet devlet yapılanmasını sağlamaya yöneliktir.
Tam demokratik bir ülke yaratmanın çabası verilmektedir. Türkiye’de kimse din-tebaa ilişkisine dayalı bir çözüm istemiyor.
Kürtler için azınlık statüsünün belirlenmesi demek, vatandaşlık bağlarından çıkarılması ve Ortaçağın karanlığına terk edilmeleri demektir. Bu Kürt halkına yapılacak en büyük düşmanlıktır ve bu düşmanlığı da yapan her zamanki gibi emperyalist güçlerdir.
Emperyalist güçlerin bu oyununa da köle ruhlu, kapıkulluğuna alışmış bazı Kürt unsurlar da sıcak bakmaktadırlar. Azınlık kavramıyla bırakın ulus-devletin çelişmesini günümüzün demokratik devlet kavramıyla çelişmektedir. Sözde,''AB'ne ve ABD'nin emperyalist çözüm önerilerine karşı''olduklarını beyan etseler de bazı kesimlerin gerçek niyetleri budur.
Avrupa Birliği’nin ‘azınlık’ hakları gibi ne idüğü belirsiz dayatmalarının arkasında yatan amaçları artık tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır. kandil-İmralı ve bunların sivil uzantılarının ''özerklik, iki bayrak ve öz savunma gücü oluşturulması'' önerisi de AB'nin planıyla örtüşmektedir.
Ortaya çıkacak bölgesel anlaşmazlıklarda savaşçı güç olarak öne sürülmeye hazır ve nazır tutulan bitirilmiş bir Türkiye istenmektedir.
Aslında Avrupa Birliği sahte bir güçtür. Emperyalist çıkarları ve planları bazı insani değerlerle süsleyip piyasaya sürmenin adıdır.
(Devam edecek)