Yakalandığı sırada ölüm cezası korkusundan bir anda annesinin Türk olduğunu hatırlayan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın idam cezasına çarptırılmasından sonra konu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gündemine taşındı.
O dönemde iç hukuk yollarının tükenmiş olması dava açılabilmesini mümkün hale getirdi. Açılan davanın sonucunda” idamı erteleyin kararının çıkması” ve mahkeme kararının Türkiye tarafından imzalanan anlaşmalar çerçevesinde yaptırım gücüne sahip olması,Türkiye mahkemeleri tarafından verilmiş olan bir kararın dış müdahele sonucunda iptal edilme sonucunu kaçınılmaz hale getirdi.
Çıkan kararın uygulanmasının Türkiye içinde yaratacağı huzursuzluk yahut Türk Mahkemeleri tarafından verilen kararın uygulanmasının uluslararası arenada yaratacağı sıkıntılar ; 57. hükümeti idam cezasını kaldırmak zorunda bırakan sürecin içine sürüklenmesine sebebiyet verdi. Bu yasa değişikliği; parlamentoda önce hayır diyen sonrasında da hükümetin bir parçası olarak anlaşmayı imzalayan şark kurnazı MHP lideri tarafından uzunca bir süre politik malzeme olarak kullanıldı ve bitmek tükenmek bilmeyen kısır tartışmaların fitilini ateşledi.
İdam cezası, Abdi İpekçi’nin kızının, babasının kanlı gömleğini eline alıp canlı yayına çıkmasından sonra bir daha aklıma geldi. Babasını öldüren katilin bir medya kahramanı olarak karşılanmasını hazmedememekten ve adaletin tam olarak yerine gelmediğini düşünmekten kaynaklanan bir tepki ile karşı karşıya olduğumuza şüphe yok. Tüm bu olup bitenler, verilen ceza her ne olursa olsun öldürülen kişinin yakınlarında adaletin tecelli etmediği kanaatinin oluşmasına neden olmuş gibi görünüyordu.
Sıradışı durumlarda idam cezası olmalı mıdır?
Yeryüzündeki en zor kararlardan bir tanesi bir kefesinde adaletin diğer kefesinde merhametin bulunduğu terazinin denge noktasını yakalayabilmek …
İdam cezası bir çok ülkede uygulanıyor. Bu ülkelerden bir tanesi de Amerika Birleşik Devletleri.
Amerika’nın en muhafazakar insanlarının yaşadığı Teksas eyaletinde ölüm cezasına çaptırılan insanlardan dört tanesinin hikayesini bir belgeselde seyrettiğimde sürekli idam cezası olmalı ya da olmamalı ikilemi arasında gidip geldim. İdama mahkumu dört kişinin son bir haftasını konu alan belgeselde; katiller, öldürülen kişiler ve onların yakın akrabaları ile yapılan söyleşilere yer verilmişti. İdam mahkumunu ve onun yakın akrabalarını dinlediğimde olmamalı dedim.
Cinayete kurban giden insanın yakın akrabalarının yaşadıkları ve hayatlarının her anına yayılmış olan acılarına tanıklık ettiğimde olmalı diye düşündüm. Bunlardan bir tanesi 18 yaşındaki delikanlının bir eve hırsızlık için girmesiyle başlayan, yardımseverliğiyle tanınan yaşlı birkadının kör kurşunlara hedef olması ve trajik şekilde ölmesiyle son bulan bir hikaye idi.
Son yapılan araştırmalar Amerika’da verilen idam cezalarının yarısına yakınının haksız yere verildiğini gösteriyor. Bu hatayı bir insan yapsa ömür boyu vicdan azabı çekebilecekken tüzel kişilik tarafında işlenen kollektif bir cinayet söz konusu olduğu için kimse itiraz etmiyor ya da edemiyor.
İdam edilen onca masum insanın sorumluluğunu kim üstlenecek ? Belki de idam cezasının bu kadar tartışılmasının en önemli nedenlerinden bir tanesi bu..
Bir de bu olayın seyirlik boyutu var ki bu da ayrı bir tartışma konusu. Saddam Hüseyin ‘in idam görüntülerinin verilmesinin yarattığı “sarsıcı” etki bir çok kişinin farklı tepkiler vermesine neden oldu.
Bazı idam cezasına karşı olan insan hakları dernekleri basın bültenleri yayınladılar. Avrupa gazetelerinin bir kısmında Saddam Hüseyin idam edilirken “şovalye” gibi görünüyordu, onu asanlar da “çapulcu ordusu” izlenimi uyandırdılar haber-yorumunu verdiler.
Saddam diktatör egosuna sahip biri olduğu için son anda bile asla boyun eğmedi… Karşısında ona laf atan ve onun zulümlerinden mağdur olmuş kişilere finalde: Erkek olun biraz diyecek kadar kışkırtıcı ve ezici bir tarzda karşılık vermeyi de ihmal etmedi. Gerçekten sadece son sahneyi seyreden bir insan, asil bir kişinin idam edildiğini karşısındaki çapulcular ordusunun da çaresiz bir şekilde ona üstünlük sağlamaya çalıştığını düşünebilirdi. Bu yüzden bazı batılı gazeteler konuyu haber olarak verirken Saddam’ın “asaletine”, asanların da çapulcu ordusu imajına atıfta bulunan yorumlar yapmayı ihmal etmediler.
Arap aleminin bir kısmı Saddam’ı şehit ilan etti ve bir kahraman gibi öldüğünden bahsetti. Yani adamın diktatör olduğunu, halkına kan kusturduğunu , Halepçe’de Kürtler’i kimyasal silahla öldürdüğünü ve bir çok zulümü işkenceyi her şeyi gözümüzün içine sokulan idam töreniyle bir anda unutuverdik.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın asılmamasının yarattığı hazımsızlık kararın verildiği ilk günden bu yana devam ediyor. Hapishaneden verdiği talimatlarla örgütünü yönlendirmeye devam ediyor. Ayrıca meclis içindeki Kürt halkına ihanet eden ve talimatlarını sonuna kadar uygulayan Barış ve Demokrasi Partili PKK’lı milletvekillerinin izlemiş olduğu politikalar yüzünden neredeyse” legal” bir isim haline gelmiş durumda. Önümüzdeki yıllarda hapisten çıkmayı başarırsa partinin başına geçip Kürt halkı nezdinde bir kahraman haline gelirse hiç şaşırmayacağım.
Öcalan da asılsaydı Saddam gibi bir kahraman haline gelecekti. Bu açıdan idam cezasının uygulanmamasının bir çok hayra vesile olduğuna şüphe yok. Uçakta yakalandığı sırada ölüm korkusundan bir anda annesinin Türk olduğunu söyleyecek kadar korkak ve karekter yapısı bozuk bir adamın Kürt halkının gözünde kahraman haline geldiğini düşünsenize . Sonuçta ne değişti bilemiyorum. Parlamentonun içinde milletvekili kuklalarıyla ülke yönetiminde söz sahibi olan, bir çok Kürt’ün gözünde kahraman haline gelmiş bir terör örgütü liderimiz var.
Tabi parlamentonun içindeki kuklalara yıllardır oy veren insanları da tebrik etmek lazım. Türkiye bir çok açıdan olduğu gibi bu açıdan da gerçek bir açık hava tımarhanesi gibi .Bazen acaba dışarda olması gerekenler içerde, içerde olması gerekenler dışarda olabilir mi diye düşünmüyor değilim.
Ne dersiniz taşları bağlamışlar köpekleri salmışlar galiba… Köpeklerin bağlandığı taşların serbest bırakıldığı günlerin gelmesi temennisiyle….