Sen yok musun sen; bu çağın hastalığı... Diğeri de 'saygı duyma' hastalığı... Edepsizliğe saygı duyulmaz oysa; onunla mücadele edilir. Eskiden bir kavim bir günahta aşırı giderse başlarına bela gelir helak olurlardı... Şimdilerde bütün insanlık özgürlük adına bütün aşırılıkları birleştirmişse; kıyamet yakın demektir. Bu kötülükler karşısında beyinler-yürekler taşlaşmışsa, bedenlerin taşlaşması da yakındır.
Her şey oyunda eğlencede iken geldi Lut kavminin başına... O ana kadar hiçbir uyarı kar etmedi. Şimdi de öyle değil mi... Edepsizlik sokağa inmişken gözler ya da kalpler kör olmuş olacak ki; oyun ve eğlence devam ediyor. LGBT denen mel'anet son zamanlarda daha bir görünür oldu. Sokaklarda 'velev ki (afedersiniz) ibneyiz' ya da ‘benim bedenim, benim kararım’ denilebiliyor; göğsünü gere gere… Eskiden ne olduğunu çok az kimse bilirdi. Şimdilerde sıradan kimsenin bile neyle ilgili olduğu hususunda az çok düşüncesi var. Partiler bile ‘cinsel yönelim’den bahsediyor; düşünebiliyor musunuz; bu toplumda… Kimi toplumlarda rutinleşti bile... Devlet yetkilileri bile kendi durumunu ilan etmekte bir beis görmüyor.
Bir ara bu ülkede de yarı resmileşmişti neredeyse; İstanbul Sözleşmesi… Toplumsal cinsiyet eşitliğinin; bir önceki versiyon olan kadın-erkek eşitliği anlamına dahi gelmediğini bilemeyen akademisyenlerin-siyasetçilerin varlığı ne kadar hazin... Bakın kavram neyden bahsediyor; 'cinsiyet' eşitliği... Veya daha açık şekliyle; ‘cinsel yönelim…’ Yani kadın-erkek arasında, kadınların 'kendi' aralarında, erkeklerin kendi aralarındaki 'cinsiyet' eşitliğinden-tercih özgürlüğünden, cinsel tercihten bahsediyor cinsel yönelim... Sınırsız bir şekilde... LGBT, yani bütün cinsel sapkınların (isimlerini bile zikretmek vücut kimyamı, psikolojimi bozuyor) yer aldığı, arkasında olduğu, destek verdiği bir şeyden bahsediyorum. Şimdilerde rafa kaldırılmış olması da önemli elbette…
Yaşadığımız toplumda önümüze konmasının özel bir nedeni de var aslında... Daha doğrusu siyasi amacı… Artık Türkiye'yi konvansiyonel yöntemlerle ele geçirme ümidini yitirmiş iç ve dış çevreler; toplumun sinir uçlarına dokunuyor. Zira geçmişte olduğu gibi tereyağından kıl çeker gibi bir gece darbesiyle topluma hâkim olamıyorlar artık… Belki düşünülebilir ki; cirimleri yetmez bunlara... Bu işler öyle değil... Yüz yıldır, cirmi olmayanların o kadar büyük cürümleri oldu ki... Halkı Müslüman olan hangi ülkede cirmi olanların sözü geçiyor ki… Anlayacağınız; zaten çoktan bilinçaltına girilmiş ve kaybedeceği bir şey olmadığını düşünen onca kimse, enkazın altında kalmanın ne demek olduğunu bilmeden, silahını kuşanmış pusuda hazır vaziyette bekliyor; siz ve biz oyunda eğlencedeyken…
Yanlış yaptığını düşündüğümüz birisinin davranışını kınayamıyoruz bile… Bir karışın bakalım dünyayı yıkar başınıza... Ananızdan doğduğunuza pişman olursunuz. Zihin kontrolü vasıtasıyla bilinçaltımıza yerleştirilen şey ‘kişisel tercihlerin’ kutsallığıdır. ‘Benim bedenim benim kararım’ diye sokaklar inletilirken bile sesimizi çıkaramadık bu yüzden…
Dünya ve insanlık tarihi hakkında epey bilgi ve tecrübemiz var şükür... Bizim kadar kendi ayağına sıkan ama yine de ayakta durabilen fakat ne kadar daha dayanabileceği belli olmayan başka bir toplum geçmişte olmuş mudur ya da halen var mıdır; işte bunu bilmiyorum. Bu ülkede özgürlükler öylesine geniş ki; ihanet etme özgürlüğü bile var. En yaralayıcısı da 'gafil' müslümanların işbirliği...
Özgürlük elbette insana has bir değerdir. Ama özgürlük tek başına zenginlik değildir mesela… Dolara değil onura namzet olmaktır. ‘Varlık içerisinde köle olacağıma, yoksulluk içerisinde özgür olurum’ diyebilmektir. Bedene değil ruha ilişkindir çünkü özgürlük… Gerçek özgürlük angajmanı aşmaktır (angajman = bilinç körlüğü), ...e rağmen yaşamak- varolmaktır. Nitekim hemen bütün mücadelelerin altında özgürlük vardır. Tabi bütün bunları bir amaca matuf olarak yapmaktır özgürlük; mülkün tek sahibine teslim olmak…