Bu yılın ikinci G-20 toplantısını dikkatle izlemekte yarar var. Merkez güçler arasındaki kur savaşlarının, küresel ticaret savaşına dönüşme endişesi giderek artıyor. Ekonomik sistemin patronları ve ekonomi kurmayları arasında zirve öncesi söz düellosuna bakılırsa, ortada haklı bir endişe var demektir.
ABD ile Çin ve Almanya arasındaki kur savaşı zirvenin en önemli konusu olacak. Küresel ekonomik krize ortak çözüm arayışlarının ötesinde, merkez güçlerin bencilce yaklaşımları, krize çözüm üretmeye yönelik inancı zayıflatıyor.
Zirveye hazırlık amacıyla yapılan toplantılarda taraflar, kur savaşlarına ilişkin ateşkes üzerinde anlaşmışlardı. ABD ve İngiltere'yi yıpratan Çin'in yükselişi, para biriminin değerini ısrarla düşük tutması, bunun karşılığında ABD'nin kur üzerinde spekülasyonlar yapması, doların değerini düşürmek için "tehlikeli" manevralara girişmesi, derin bir sarsıntı geçiren küresel ekonomi için tehlikeli bir süreç başlattı. Yine aynı toplantılarda, gelişmekte olan ülkelerin IMF yönetimindeki paylarının artırılması da kararlaştırıldı.
Bu haliyle bile kur savaşları üzerinden bir ticaret savaşı yaşanıyordu zaten. Zirve öncesi kabul edilen "ateşkes"e rağmen, taraflar arasındaki suçlamalar devam etti. Çin, pozisyonundan geri adım atmayacağını duyurdu. Öyleyse ateşkes çok da sağlam değildi. Öyle olduğu da zirveden hemen önce ortaya çıktı. Bu ülkeler aslında hiçbir konuda anlaşmamışlardı ve herkes pozisyonunu koruyordu, kendi ülkesinin çıkarlarına odaklanıyordu.
ABD'nin Çin ve Almanya üzerine baskıları devam ediyor ve bu zirvede de öyle olacak. Ama hem bu ülkeler hem de gelişmekte olan ülkeler, ABD'nin kur politikalarından çok daha büyük darbe alıyor. İhracatı artırmak için "doların değerini düşürme" planı ve bu plan uyarınca yüz milyarlarca dolar basma fikri, dünyayı endişelendiriyor. Goldman Sach's ekonomisti Jan Hatzius, ABD'nin durumu kurtarmak için en az 4 trilyon dolar basması gerektiğini söylerken Paul Krugman bunu yeterli bulmuyor. Ona göre bu miktar 8-10 trilyon dolara kadar çıkabilir. Krizden ancak böyle kurtulmak mümkün olacak. Bunun da hiper enflasyona yol açacağı söyleniyor.
Seul zirvesi, kur savaşlarına bir çözüm bulunmak için belki de son platform, son fırsat olacak. Ancak ortak çözüm iradesinin zayıflaması, merkez güçlerin daha çok kendi pozisyonları üzerine yoğunlaşması, bu fırsatın heba edileceği ihtimalini güçlendiriyor. Zirveden çözümsüzlükle ayrılan liderler ülkelerine döndüklerinde muhtemelen çok daha acımasız bir savaşa hazırlanıyor olacaklar. İşte bunun açık ve sert bir ticaret savaşı olduğu ifade ediliyor.
Çin'in kur politikasını değiştirmesi, ABD'nin istediği gibi, endüstrileşmiş ülkelere yönelik ihracatını kısıtlaması pek de mümkün görünmüyor. Böyle olunca da ABD'nin dolar spekülasyonu, para basılması seçeneği devreye girecek. Bu haliyle zirveye, Çin üzerine baskı damgasını vuracak.
2006'dan beri izlediğimiz süreçle birlikte bakarsak, kur üzerinde bir anlaşmanın şu an için güçlü bir ihtimal olarak görülmediğini, bu olmadan da krize yönelik çözümün zorlaşacağını söyleyebiliriz. Çünkü, her ne kadar ilan edilmese de, krizden önce başlayan merkez güçler arasında büyük bir ticaret savaşı zaten var. Bu savaşın arka planında siyasi hesapların, jeopolitik restleşmelerin olduğu artık bilinmeli. Bu yüzden krize yönelik tartışmalar, ekonomik alanın dışına taşınmalı ve gerçekte ne olduğu ortaya konulmalı.
Hep şuna inandık; kriz yeni bir dünya haritası, güç haritası şekillendiriyor. Tarafların ekonomik alanındaki duruşları büyük oranda bu harita değişikliğine, güç değişimine odaklı. Sadece finansal ya da ekonomik kriz değil, temelde küresel iktidar krizi, yönetim krizi yaşıyoruz. Bu yüzden de çözümsüzlüğün sonucu sadece ekonomik kaos olmayacak. Çok ciddi siyasal ve sosyal sorunlarla, güç kaymalarıyla, jeopolitik çözülmeyle sonuçlanacak. Yeni siyasi, ekonomik başkentler, eksen değişimleri kaçınılmaz olacak.