Bazı olaylar, bazı görüntüler vardır ki, yıllar geçse de hafızanızdan asla silinmez. Sanki bir paslı çiviymiş gibi, bu tür görüntüler hafızanızın bir yerinde yer eder ve asla unutamazsınız. Bu görüntülerden birisi, Bülent Ecevit'in Meclisin yemin töreninde Merve Kavakçı için kürsüye fırlayıp, o acayip ruh haliyle, "Bu kadına haddini bildirin" mealinde yaptığı konuşmaydı. Unutamayacağım ikinci görüntü ve tablo ise, 28 Şubat sürecinde militarist iradeden aldığı brifinglerin gazıyla televizyon ekranlarında takındığı o kışkırtıcı ifadelerle demokrasiyi paspas edecek haberleri sunan, bu günlerde bir gazetede aşk-meşk yazıları yazan Reha Muhtar'ın medyacılık anlayışından başkası değildi.
Reha Muhtar, demokrasinin yerle bir edildiği, militarist iradenin kutsandığı ve memleketin hakim paradigması haline getirilmeye çalışıldığı o dönemde, Ali Kalkancı'lara, Fadime Şahin'lere, Müslüm Gündüz'lere haber bülteninde en fazla yer veren televizyon habercisiydi. Hele Fadime Şahin'in sürekli ağladığı ve topluma biçim vermek için kendisini kullananların senaryosunu oynadığı o görüntüler, toplumda laiklik histerisi oluşturmak için özel olarak planlanmıştı. Militarist irade, kendisine göre biçimlediği laiklik algısını topluma dayatmak için, yargı, medya, bürokratik çevre, üniversite çevresi, sivil toplum örgütleri ve işadamları çevresini sonuna dek kullanmış, özellikle medya ve yargıya verilen brifinglerle demokratik teamül askıya alınmıştı. 12 Eylül'ün topluma dayattığı asker vesayetli Anayasa'nın getirdiği ve sürüklediği bir süreçti bu.
Neticede, Türkiye'nin en başarılı hükümeti Refahyol, kurulan kumpaslarla, brifinglerle, medyanın ayak oyunlarıyla, yargı ve bürokratik çevrenin baskılarıyla, işadamlarının kendi ayaklarına sıktıkları kurşunlarla zora sokuldu. Bu süreci hızlandıran ve demokrasiyi korumak adına parmağını kımıldatmayan çok önemli bir siyaset figürü daha vardı: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Demirel, sanki süreç hızlansın ve Refahyol hükümeti görevden uzaklaşsın diye elinden geleni ardına koymadı. Refahyol Hükümetinin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, kendisine istifasını sunduktan sonra, mecliste hükümet kurabilecek ikinci parti konumundaki Doğru Yol Partisi'ne değil, Mesut Yılmaz'a bu görevi vererek, herşeyin arapsaçına dönmesi, kirli pazarlıklarla milletvekili transferlerinin önünü açmış oldu.
Mesut Yılmaz'ın hükümet kurmasından sonra, kendisine dayatılan 8 yıllık eğitimin uygulanması hususunda, muhafazakar çevrelerden gelen eleştirilere, "Yarasalar" şeklinde verdiği tepki ise milyon yıl geçse unutulacak bir şey değildir.
Birileri, "28 Şubat 1000 yıl sürecek" diye kehanette bulunadursun, aradan geçen 13 yıl sonra Türkiye'de bambaşka bir demokrasi tablosu ortaya çıktı. Türlü türlü isimlerle anılan darbe planları ve 28 Şubat sürecinde kilit noktalarda bulunan kudretli paşaların tutuklanıp cezaevlerine gönderilmelerine yol açan ilginç bir süreç bu.
Balyoz darbe planlarıyla tartıştığımız bu sürecin son olacağını hiç zannetmiyoruz. Çünkü, Türkiye'de kaliteli, birinci sınıf bir demokrasi olmasının önünde çok önemli bir engel var: 12 Eylül askeri vesayetli Anayasa. 12 Eylül Anayasa'sı varolduğu müddetçe, militarist iradenin sivil iradeye baskı yapmasının önünü açan saikler ve bürokratik kanallar varolduğu müddetçe, biz bugün Balyoz'u tartışırız, başka bir gün ise Çekiç darbe planını, bir sonraki gün ise Keser darbe planı tartışırız. Camileri bombalamayı, kendi jetini düşürmeyi, 200 bin kişiyi stadlara doldurarak tutuklamayı göze alabilen bu zihniyet acaba 28 Şubat'ı sadece Sincan'da tankları yürüterek mi geçiştirmeyi planlıyordu? 54. Hükümetin Başbakanı, Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a bu süreci, bu milletin bir ferdinin burnu bile kanamadan kazasız belasız atlatmasına vesile olduğu için, şükran borcumuz vardır.