Türkiye’nin 28 Şubat sürecini bütün şiddetiyle yaşadığı dönemde AKRA FM’de Genel Müdürlük görevini yürütüyordum. İdarecilik yanında çeşitli programlar da hazırlıyordum.
1995 yılında başlattığım ve 1999 Kasım ayına kadar –kısa süreli kesintiler hariç- hep yayında olan Mercek programında hafta içi her gün gündemi en iyi temsil ettiğini düşündüğüm köşe yazılarını dinleyicilerle paylaşıyordum.
Daha sonra pek çok radyoda ve son yıllarda ise bazı haber kanallarında benzerleri yayınlanan Mercek, zamanla sıkı takipçileri hatta tiryakileri oluşmuş etkili ve faydalı bir programdı.
O programda okuduğum ve üzerine en ufak bir yorum dahi yapmadığım yazılar sebebiyle hakkımda davalar açıldı, radyomuza kapama cezaları verildi.
O dönemde 28 Şubat’ın aktörleri Ege Ordu Komutanlığı bünyesinde oluşturdukları bir takip birimi marifetiyle “irticai” ve “bölücü” yayınları tespit ederek hazırladıkları raporların bir nüshasını RTÜK’e, bir nüshasını ise ilgili savcılığa “gereği için” gönderiyorlardı.
Hakkımda açılan davalardan ikisi 312/2’den olduğu için ağır cezada yargılandım. 1999 yılında başlayan dava süreci 2003 yılında tamamlandı ve iki davadan da mahkûmiyet kararı çıktı, tecil edildi.
28 Şubat süreci öyle zalim bir süreçti ki, bu ülke insanının geniş bir kesimini etkilemiş, kimini işinden etmiş, kimini hapse tıkmış, kimini ise itibarsızlaştırmıştı.
Dönemin İçişleri Bakanlarından Meral Akşener katıldığı bir televizyon programında, o dönemde eşinin yakınlarının, akraba ve arkadaşlarından bazılarının eşiyle karşılaştıklarında yollarını değiştirdiklerini, selam vermekten korktuklarını anlatıyordu. (Habertük, 27.02.2012)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğanbugün Ak Parti grubunda yaptığı konuşmada 28 Şubat aktörlerinin zulümlerinin 1000 yıl unutulmayacağının altını çiziyordu:
“Hastayım.. İki tane kız yanıma geldi. 'Nedir rahatsızlığınız?' diye sordum. 'N'olacak başkanım kafayı üşüttük' dediler. Niye dedim; 'Eğitim öğretim hakkımız elimizden alındı' dediler. Onlar sadece iki taneydi. O sayılar yüzlerce binlerce kızımız için geçerliydi. Bunların âhı bunların vâhı yerde kalır mı?
Elhamdülillah iş şimdi yoluna girdi. 27 Mayıs 12 Eylül bu millete ağır faturalar ödetti. Aynı şekilde 28 Şubat da bu ülkenin kalkınmasına ağır bir darbe vurmuştur. Biz bugün 28 Şubat'ın mağdurları olarak buradayız ve ayaktayız. Sizler 28 Şubat'ın mağdurları olarak ayaktasınız ve buradasınız. TBMM 28 Şubat'ın bir mağduru olarak burada. 28 Şubat'ta hakkı yenen nice kardeşimiz artık haklarına kavuştu. İkna odalarında işkenceye maruz bırakılan kız kardeşlerimize geç de olsa hakkı iade ediliyor. 28 Şubat'ı gerçekleştiren isimler, bugün toplumun önüne çıkamıyorlar. Kendi şahsi çıkarları için hareket edenleri tarih ve toplum asla affetmeyecektir. Tarih taşeron STK ve medyayı da asla affetmeyecektir. 12 Eylül'ün mimarları yokluğa mahkûm edilmişti. Bin yıl sürecek diyenlerin 28 Şubat'ı 10 yıl sürmemiş ve tarihin karanlık sayfalarına atılmıştır. Türkiye 12 Eylül halk oylamasıyla 12 Eylülcülerden de hesap sormuştur. Bu millet 28 Şubat'la da yüzleşiyor ve yüzleşmeye devam edecektir.” (28.02.2012)
Süleyman Yaşar, “28 Şubat Anadolu sermayesine nasıl müdahale etti?” başlıklı bugünkü yazısında 28 Şubat sürecinin üzerinde fazla durulmayan yönlerinin altını çizmiş.
Şimdi Süleyman Yaşar’ın yazısını birlikte okuyalım;
“On beş yıl önce bugün, askerler bir kere daha siyasete müdahale etti. İrticacı olduğunu ileri sürdükleri Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi'nin koalisyon hükümetini sonunda devirdiler. O dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1995 genel seçimlerinde halktan en çok oyu alan Necmettin Erbakan'a yeniden hükümeti kurma görevini vermedi ve böylece Köşk'ün de işbirliğiyle halkın çoğunluğunun oyunu alan parti siyasette devre dışı bırakıldı.
Gelelim 28 Şubat müdahalesinin ekonomik dinamiklerine... Her darbenin ve siyasete müdahalenin arkasında muhakkak bir ekonomik paylaşım sorunu vardır. Çünkü devletin silahlı gücünün siyasete müdahalesine haklılık kazandırmaya çalışan bir çıkar çevresi olmadan darbe yapılamaz. İşte bu nedenle 28 Şubat darbesinin ardından ekonomide gelişen olaylara bakınca darbenin sonunda ne için yapıldığı açıkça ortaya çıkıyor.
1980'lerde dönemin Başbakanı Turgut Özal, Türkiye ekonomisini ithal ikamesi modelinden ihracat önderliğinde büyüme modeline dönüştürdü. Ekonomi dış rekabete açıldı ve her ilde organize sanayi siteleri kuruldu. Teşvikler Anadolu'da yeni kurulan organize sanayi sitelerine kaydı. Bu gelişmeler, İstanbul'un statükocu sermayesinin milli gelir içindeki payını azalttı. Hatta Özal'ın Anadolu'da lisan öğreten okulların açılmasına ağırlık vermesi İstanbul merkezli tercüme olayını bile bitirdi. Çünkü Anadolu sermayesi üretmeye başlayıp, bir de lisan öğrenen çocuklarıyla ithalat ve ihracatta İstanbul'u devreden çıkartınca işler tamamen değişti.
Anadolu sermayesi kendi başına küresel piyasalarla bağlantı kurmaya başladı. Bayilik sisteminin getirdiği kul rejimi ve dolaylı bağlantılar kırıldı. Yerine küresel talebe göre üretim yapan, yeni üretim projeleri geliştiren bir bağımsız girişimci biçimi ortaya çıktı. Tabii bu yeni gelişen girişimciler, statükocu İstanbul sermayesinin ayarını bozdu. Ve askeri müdahalenin ardından Anadolu sermayesinin üzerine gidildi. Aldıkları teşvikler iptal edildi ve yeni teşvik belgeleri verilmedi. Mallarını satmaları engellendi. Firmaları kapattırıldı. Bazı gruplar yeşil sermaye denilerek fişlendi ve halk, onların ürünlerini satın almaması için uyarıldı.
Ayrıca dönemin Başbakanı Erbakan'ın KİT'ler için bir finansman havuzu kurması statükoyu iyice rahatsız etti. Çünkü finansman açığı olan KİT'lerin ihtiyacı, finansman fazlası olanlardan karşılanacaktı.
İşte bu modelin hayata geçirileceğinin duyulması banka sermayedarlarını fena halde kızdırdı. Zira yüksek faizle ve hiçbir risk almadan para satmanın getirdiği kazanç artık son bulacaktı.
Nitekim 1997'de Hazine'nin faiz ödemeleri 2.2 katrilyon lira tutarken Erbakan'ın devrilmesinin ardından 1998'de 6.1 katrilyona,1999'da 10.7 katrilyona, 2000'de 20.4 katrilyona ve 2001'de de 41 katrilyona yükseldi. Böylece 2001 krizinin önemli nedenlerinden birinin 28 Şubat müdahalesi olduğunu kesinlikle ileri sürebiliriz.
Ayrıca 1999'da yaşanan Marmara depreminin de kamu maliyesi üzerinde borçlanmayı çoğaltan etkisi olduysa da, temel neden, 28 Şubat'a destek verenlere dağıtılan kamu bankası kredileri, teşvikler ve soyulmasına izin verilen özel bankalardır. Bütün bunlar kamu borç yükünü hızla çoğalttı.
O dönemde öyle soygunlar yaşandı ki... Aslında elinde bulunmayan Hazine tahvillerini satan bir bankayı, o dönemin Hazine ve Merkez Bankası bürokratları, 28 Şubat'a destek veriyor gerekçesiyle görmezden gelebildi. Açıkça kalpazanlığa göz yumdular.
Anlayacağınız, 28 Şubat ekonomide payını çoğaltmaya çalışan Anadolu sermayesine karşı bir müdahaleydi düpedüz. Ama Anadolu'da Turgut Özal'la başlayan gelişme modeli, askeri müdahalelere rağmen durdurulamadı. 2001 krizinin ardından AK Parti'nin iktidara gelmesi, Anadolu sermayesinin müdahalelerle durdurulamayacağını artık iyice gösterdi. Statükocu İstanbul sermayesi destekli darbe girişimlerine rağmen, Anadolu sermayesinin ve halkın desteği Başbakan Tayyip Erdoğan'a sürüyor.” (Sabah, 28 Şubat 2012)
28 Şubat mağdurlarının aramızdan ayrılanlarına rahmet dilerken, hayatta olanları için “Allah o günleri bir daha göstermesin, millet düşmanlarına fırsat vermesin” duasını yapalım.