Türkiye, darbecilere karşı ilk defa büyük, tarihî bir operasyon yapıyor. Ancak bütün bu önemli gelişmeler, 28 Şubat'ın bitmesi olarak görülebilir mi?
Kesinlikle hayır. Darbeciliğe vurulan darbe, ne kadar önemli olursa olsun, eğer bütün bu gelişmeler, 28 Şubat'ın bitmesi olarak değerlendirilebiliyorsa, bilin ki, 28 Şubat'ın ne denli köklü, sarsıcı, yıkıcı sonuçlara yol açtığı henüz kavranamamış demektir.
Çünkü 28 Şubat, bütün askerî darbelerden daha büyük tahribat yapmıştır Türkiye'de. 27 Mayıs darbesi kısmen hâriç, hiçbir askerî darbe, Türkiye'de bütün toplum kesimlerinin zihin haritalarını bu kadar derinden sarsmamış, farklı toplum kesimlerini bu kadar karşı uçlara fırlatmamış ve Türkiye'nin zihnî haritalarını bu kadar ortasından yarmayı, yırtmayı, paramparça etmeyi başaramamıştır.
Yakın tarihimizdeki ilk büyük zihnî yarılma ve entelektüel savrulma, 27 Mayıs darbesinin oluşturduğu vasatta neşvünemâ buldu: 27 Mayıs, bu topraklarda hiçbir karşılığı olmayan ithal ve ikinci sınıf bir Marksist kültürün zuhur etmesine zemin hazırladı.
Marksist hareketin Türkiye'nin entelektüel ve kültürel hayatına yaptığı, hiç de küçümsenmeyecek olumlu katkılar var elbette: Sözgelişi, Türkiye'de entelektüel hayatta ilk defa eleştirel bir akıl oluştu. Ama Marksist bir düşünce akımı, sanat akımı oluşmadı Türkiye'de.
Fakat Marksizm'in Türkiye'ye kaybettirdikleri, kazandırdıklarından çok daha fazla oldu.
Her şeyden önce, Türkiye'nin Batılılaşma sürecinde kaldıraç rolü gördü Marksizm: Türkiye'nin medeniyet iddialarını, rüyalarını handiyse tarihe gömmekle sonuçlandı Marksizmle birlikte Türkiye'nin girdiği Batılılaşma süreci.
Peki, sonucu ne oldu "Marksistlerin" bu gönüllü Batı acentalığının?
Öncelikli olarak, Türkiye'de somut bir entelektüel tarihe, dayanağa, kaynağa sahip olmadığı için, yalnızca ithalcilik ve ihtilalcilik yapan, kendilerini besleyen Kemalist elitleri bile şaşkına çeviren tuhaf rüyalar, hayaller gören "yabancı", metamorfoz yemiş bir kuşak yetişti.
Sonuçta, bu Marksist kuşak, statükonun haşarı çocuğu veya ürünü olduğu için, büyük ölçüde ulusalcılaştı, Kemalistleşti ve laikçiliğin, Türkiye'nin sivil iradesinin önünü tıkayan statükoculuğun, zihnî sömürgecileşmenin öncükollarına dönüştü.
Bu arada, fena hâlde kapitalistleşti; özellikle de kültür sektöründe, bir yandan kapitalizmin bütün barbarlıklarını içselleştirdi; öte yandan da, hem hormonlu bir solculuk yapmaya devam etti; hem de bu ülkenin dünyaya düşüncede, sanatta, kültürde büyük armağanlar sunduğu bütün medeniyet dinamikleriyle ilişkilerini sıfırladı ve fiilen, kurumsal düzlemde iktidarda olduğu için, iktidarını yitirmemek pahasına, darbeci, statükocu ve"bir numaralı halk iradesi düşmanı" bir gulyabaniye dönüştü. Elbette bunun istisnaları var; ama yalnızca istisna bunlar.
27 Mayıs darbesi, büyük ölçüde entelektüel ve elit kesimlerde bir dönüşüm gerçekleştirmişti. Oysa 27 Şubat süreci, bu dönüşümü, bütün toplum katmanlarına derinlemesine yayan, toplumun bütün kesimlerini zihnî olarak bitkisel hayata mahkûm eden, ayartıcı, baştan çıkarıcı, kutuplaştırıcı, toplumu sadece zihnî değil, sosyo-politik olarak da tam ortadan ikiye bölen çok yönlü, sarsıcı ve savurucu bir darbe vurdu Türk toplumuna.
İşin daha ürpertici ve traji-komik boyutu ise şu: 28 Şubat süreci, sanıldığının aksine, bizzat bu sürecin aktörleri tarafından değil, 28 Şubat'ın kendilerine karşı yapıldığı sözümona İslâmî kesimler tarafından hayata geçirilmiştir...
Şunu demek istiyorum: 28 Şubat, İslâmcı entelektüellerde inanılmaz bir savrulma yaşanmasına, 28 Şubat rejiminin bizzat İslâmî kesimlerde tabanda köklü bir sekülerleşme sürecinin hızla köksalmasına yol açmakla, bu toplumun medeniyet iddialarının, tarihî derinliğinin ve ben-idrakinin yegâne temsilcisi olması beklenen İslâmî kesimlerin, İslâmî söylemleri ve iddiaları zor zamanlarda nasıl da kolaylıkla terk edebileceğini, konformistleşebileceğini gözler önüne sererek Türkiye'yi zihnî bakımdan tam bir bitkisel hayata girdirdi. Ve daha da vahimi, bu süreç, zihnî bitkisel hayatın normal bir şey olarak algılanmasına, dolayısıyla 28 Şubat süreciyle yaşanan savrulmanın hem entelektüel, hem de sosyo-politik ve ekonomik düzlemde meşrûlaşmasına yol açtı.