Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesine gidelim…
Önce Üniversiteler hareketlendirildi,
Öğrenciler arasında yer yer çatışmalar yaşandı.
Ancak yaktıkları kibrit çabuk tükendi.
Baktılar gençliğin 12 Eylül’den haberi var,
Yeni metotlar denendi.
Önce sanal irticaya sarıldılar…
Gazetelerin birinci sayfalarını süslemeye başladılar.
Toplum mühendislerini de eş zamanlı devreye soktular.
Gerilim ve kaos oluşturmada ne kadar usta siyasetçi varsa,
Mikrofon uzattılar…
Kiralık kalemlerinde devreye girmesi uzun sürmedi.
Köşelerde ‘AKP Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde direnirse kaos olur’ tezi dillendirilmeye başlandı.
Yayıncılardan destek istendiğinde,
Raflar inanılmaz kitaplar ile süslendi.
Kitaplarda Gül ve Erdoğan’ın ne masonluğu kaldı ne de Yahudiliği…
Akıllarına gelen her türlü yakıştırmaları yaptılar.
Sonra sendikalarda toplantılara başladılar.
‘Tenceresini alan çıksın dışarıya’ sesleri yükseldi.
Olmadı buda tutmadı.
Taşeron örgütler girdi devreye…
Şehit haberleri gelmeye başladı.
Toplum sarsılmıştı.
Sorumlu arayan halka, hükümet işaret edildi.
Ancak 30 yıldır sorumluluk hep iktidarlara yükleniyordu.
Millet bu dolduruşa da gelmedi.
Titredi ve çabuk kendine geldi.
Bu kez etnik milliyetçiliği hortlatmaya başladılar.
Hassas bölgelerde sokaklarda ilginç gösteriler devreye sokuldu.
Derken Apo’ya özgürlük eylemleri…
Bazı illerde etnik yapıların kaşınması sonucunda ufak tefek sokak kavgaları.
Tutmuyordu…
Kardeş halk bir birine kırdırılamıyordu.
Ancak kutuplaşma sağlamak gerekiyordu.
Başlandı laiklik üzerinden sloganlara...
Eş zamanlı anketler…
Anket sonuçlarını değerlendirenlerin,
“Türkiye İran oluyor” tespitleri…
Tartışmalar ‘mahalle baskısına’ kadar götürüldü.
Ve Danıştay…
Danıştay 2. Dairesi’nden gelen tartışmalı bir karar;
“Sokakta başörtü örtüyorsun. O zaman müdür olarak atanamazsın.”
Ülke gündemi ansızın değişmişti.
Karar günlerce tartışıldı.
Kutuplaşmaya doğru gidiliyordu.
Verilen karardan 4 ay sonra kanlı Danıştay saldırısı…
Hâkim Mustafa Yücel Özbilgin'in hayatını kaybettiği olayla ikiye bölünen ülke (!)
İlk hüküm dönemin Cumhurbaşkanından geliyordu;
“Yapılan bu saldırı aslında laik Cumhuriyet'e yapılan bir saldırıdır.”
Ardından Baykal’dan yükselen ses;
“Siyasete kan bulaşmıştır.”
Özbilgin için düzenlenen cenaze töreninde;
“Türkiye laiktir, laik kalacak”,
“Mollalar İran’a”,
“Katil Başbakan”,
“Hükümet istifa” şeklinde atılan sloganlar…
Gazetelerde; “Laikliğe Kurşun” manşetleri ile tırmandırılan gerilim…
Yapılan saldırının arka planına bakan yoktu (!)
Hedef tutmuştu ve plan işliyordu.
Ama ters köşe olmaları yakındı.
Önce Danıştay’ın kameralarının bozuk olduğu anlaşıldı.
Sonra tetikçinin karanlık ilişkileri deşifre oldu.
Saldırı hakkında gelen itiraflarla da olayın aslı ortaya çıktı.
Tam bu gerçekler derinleşirken, Cumhuriyet Mitingleri…
“Türkiye Laiktir laik kalacak” sloganları ile alana inildi.
Şehir şehir dolaşıldı.
Her şehirde ‘Köşk seçimine’ vurgu yapıldı.
Eş zamanlı Güneydoğu’da bayrak mitingleri başladı.
TV’lerde emekli paşalar moda oldu.
Her akşam hükümetin boynuna ip geçirildi.
Ansızın rektörler de konuşmaya başladı.
ÜAK ve YÖK’ün de devreye girmesi gerilimi tırmandırdı.
Karargâhtan gelen açıklamalar ise bu grupları adeta coşturdu.
Ama tutmadı.
Mucitlerin ‘367’ buluşları bile çare olmadı.
Statüko ilk kez ezildi.
Yıllardır milleti silindir gibi ezenler,
Milletin tokadını yediler.
Ancak şimdi önümüzde bir köşk seçimi daha var.
Tarihi 2012…
Unutmamak gerek ki; ateş en fazla sönerken tüter.
Dileriz dumanı tüter ancak alevi ve ısısı olmaz.