Cemaat ile Ak Parti arasında kopan kavganın senei devriyesindeyiz...
Dönemin başbakanının(!) bileklerine kelepçe vurma sevdasıyla, boyundan büyük işlere soyunan nevzuhur cuntanın, ininde operasyon yediği ve boyunun ölçüsünü öğrendiği günlerdeyiz. Gırtlak gırtlağa seyreden hesaplaşmanın seyrindeyiz... Zevkine mazhar olunmaz bu seyrin fevkaledeliğinin de fevkalede şevkindeyiz!
Cemaat ile Ak Parti arasında kopan kavganın senei devriyesindeyiz...
Hala bu iş neden başımıza geldi diye şapkamız önümüzde düşünmemekteyiz! Gözümüzdeki merteği görmekten korkar halde, elin gözündeki çöpü teşhis etmekteyiz. Ve biz müslümanlar, bu acaib sınavın, bize zarar vermesindense, dinimize zarar vermesini tercih etmekteyiz..!
Şöyleki;
Siyasal ve sosyal sayısız veçhesi bulunan bu savaş durumunun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gelecekteki varlığı ve bu varlığın yönünü tespit edecek olan sonucu, lehimize mahsup ettirebilmek adına, taraflar ve de tarafsızlar, tüm mahalle sınıfta kaldık. Fütursuzca ithamlar entepeden dile getirildi. Halende devam ediyor... Bizlere kendisini “sevgi pıtırcığı” olarak tanıtan Muhteremin, ülkenin cumhurbaşkanına bir ana avrat sövmediği kaldı! O sevabı(!) da şakirtler yerine getiriyor!
Halbu ki, mevcut durumun ve söz konusu iddiaların bir çözümlemesini yaptığımız zaman, şöyle yalın bir gerçekle yüz yüzeyiz müslümanlar olarak:
Eğer;
Taraflardan en az biri yalan söylüyor ise çok yönlü, ciddi bir ahlaki facia ile karşı karşıyayız.
Taraflardan her ikiside iddialarında doğruları söylüyor ise birincisinden daha büyük bir facia ile karşı karşıyayız.
Şayet taraflardan her iki tarafta yalan söylüyorsa be kez daha da büyük bir facia ile karşı karşıyayız.
Çünkü bir müslüman, gerek fert olarak, gereksede oluşum veya cemaat olarak, bu üç durumdan da beridir. Yada öyle olmalıdır.
Bu savaşın, devlet açısından, siyasal düzlemdeki en yalın boyutu ise devlet idaresinin, en tepeden çıkıp samimiyetle “aldatıldık” demesidir. Normalde asla kabul edilemez olan bu durum şundan dolayı toplum tarafından mazur görülmüştür:
Bir gün yaralı bir kuş Hz Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hemen dervişi huzuruna getirten Hz. Süleyman sorar:
- Bu kuş senden şikâyetçi, niye bu kuşun kanadını kırdın? Derviş:
- “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı incindi,” der. Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa dönerek:
- “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun!” deyince kuş şu cevabı vermiş:
- Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allahtan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım! Hz. Süleyman bu savunmayı beğenmiş ve adaletin ihdası için kısasa karar vermiş.
- “Kuş haklı, hemen bu dervişin kolunu kırın.” diye emretmiş. Kanadı kırık zavallı kuş o anda:
- “Efendim, sakın böyle yapmayın,.” der. “Niçin?” diye sorar Hz. Süleyman. Kuş:
- “Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın..!”
Şimdi bakalım bu derviş elbisesinin altından neler neler çıkacak hep birlikte göreceğiz. Üzerindeki derviş elbisesi ile eşkıyalığa meyledenler birgün bunun faturası ile yüzleşmek zorunda kalacaklarını hesap etmeliydiler.
Ha, cemaatin düştüğü duruma seviniyor değiliz. Zira hiç bir müslümanın zevali bizi sevindirmez... Ak Parti ile cemaat arasındaki en büyük fark da budur zaten.
E mail: akpinartahsin@hotmail.com
Twitter: @akpinartahsin