Oligarşi, monarşi, cumhuriyet, diktatörlük, demokrasi... Hangisini istersiniz... İngiltere monarşi diyor mesela... Daha birkaç gün önce bütün dünya kralın taç giyme törenini izledi; canlı olarak... ‘Birleşik Krallık’ her yerdedir ama hiçbir yerde gözükmez. Önünüze koyduğu (sahte) kutsal ve kahramanlarla sizi yüz yıl oyalar, onlar için göz yaşı döktürür. Ta ki, gözü kara birisi çıkıp ‘neler oluyor orada’ diyene kadar...
Ne olup bittiğini anlamak bazen kişinin bir ömrüne malolabiliyor. Ama ‘bazen (de) bütün uyuyanları uyandırmaya tek bir uyanık yeter-yetiyor’ (Malcolm X). Aradan tam yüz yıl geçti. Bıçak sırtı bir durumla karşı karşıyayız. Bir başka deyişle, geçen süre içerisinde öyle ya da böyle kadim medeniyetin çocuklarının yarısı ‘ikna edilmiş’ durumda... Oysa ‘yola inanmışlarla çıkılır, ikna edilmişlerle değil… ’ (İsmet Özel). İkna edilmiş olanlar ‘stratejik’ karar alamazlar zira... Stratejik karar... Yani ‘kim ne der’ diye düşünmeden ‘sana ait olanı’ kimseye eyvallah demeden sahiplenmen...
İkna edilememiş olanlar da var elbette... Bunun bugün ‘gözükür’ olması öylesine önemli ki... Kim ya da kimler olduğunu anlamak için İmam Şafi’ye kulak vererek ‘düşman oklarını takip etmek’ gerek... The Economist ne demiş, Der Spiegel ne demiş, Le Polint ne demiş mesela... İşte en güçlü itirazın içeriden gelmiş olmasının nedeni de bu ikna edilememiş olanlar... Yoksa cumhuriyetçisini, ayrılıkçısını, ulusalcısını, milliyetçisini, ihtirasına ve kinine yenilmiş olanını nasıl bir araya getirirsiniz... Öyle ya; ‘Edirne Enver’in olacak yere Bulgar’ın olsun’ (anonim) değil mi...
Bu ikna edilmişlik medeniyet bağını öylesine koparmış, mandacılık kılcal damarlara kadar öylesine yoğun nüfuz etmiş ki; geçmişte ‘Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim’ diyen Bizans’ın çocukları ‘Bizans’ı Osmanlıya tercih ederim’ (C. Şengör) ile yer değiştirmiştir. Temas edilen konular yaşadıklarımız ve anlayamadıklarımız bağlamında öylesine çok etkili değişken ki; İslam toplumu olarak en temel sorunumuz bunlardır desem yeridir.
En zor olanı da bu; ‘köle-manda’ zihniyetini aşmak... Bir hikâye vardır; duymuşsunuzdur. Afrika'dan koparılıp çalıştırılmak üzere Amerika'da köleleştirilen zencileri bu durumdan kurtarmak isteyen ve bir kısmını da özgürleştiren zata (Harriet Tubman) ‘sizi bu süreçte en fazla yoran şey neydi’ diye sorulduğunda derin bir iç geçirerek; 'insanlara onların köle olmadıklarına ikna etmek' diye cevap vermiş...
Bunun Türkiye'deki deşifre olmuş örneği FETÖ... Bir de deşifre olmamış olanlar var elbette; ellerindeki son kozu oynayanlar... Onlar da deşifre olacak zira; 15 Mayıstan sonra... Ve bağımsızlığın-gerçek özgürlüğün tamamlanmamış parçaları da yerine yerleştirilecek... Kuvvetli itirazın 'içeriden' gelmesinin nedeni de işte bu... Sebep de hakikatte çok farklı değil; ikna edilmiş olmak... Başta kabul gören temel değişkenler yanlış olunca; sizin söyledikleriniz de karşılıksız kalıyor. Peki doğru değişkenler hangileridir...
İnsanın en büyük yanılgısı hadiseleri beş duyu ile açıklayabileceği düşüncesidir. Doğrusunu söylemek gerekirse insanlık bu konuda da büyük oranda ikna edilmiş; beş duyu... Yani fizik ötesi olanı hayatın dışına itmek... Aslında 15 Temmuz, her şeyin beş duyu ve dört işlemle olmadığını, masa başı hesapların sosyal ilişkileri açıklayamadığını bir sefer daha göstermiştir.
Bilinmeyen bir diğer husus da sünnetullah... Bilgi kaynaklarını somutla sınırlandırdıkça insanın girdiği kısır döngüden kurtulması mümkün olmaz. “(....) kaderin üstünde bir kader vardır, ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır (S. Karakoç) derken kastedilen tam da bu işte... Eğer cehdiniz içten ve samimi ise zahiren kazanılan ya da kaybedilenin de bir önemi kalmıyor. Söz gelimi Bizans’ı ve İran’ı vaad eden Peygamberin Mekke toplumunda somut bir karşılığı var mıydı... Yani küçük bir kabilenin dönemin süper güçlerini alt edeceği düşüncesi beş duyu ile açıklanabilir bir şey midir... Allah’ın nurunu tamamlayacağı vaadi ne bir yere ne de bir zamana dairdir.
Dolara mı talipsiniz onura mı... Refahla mı yaşamak istersiniz, yoksa sefih mi... Şimdilerde yerele ilişkin her ne varsa yok etme adına global bir saldırı söz konusu... Yani size dolar vaad edenler onurunuzu satın alıyor aslında... Daha önce medeniyet bağı kopanlar dolara talip doğal olarak... İkna edilmişlik burada da karşılık buluyor kendisine... Zira savaşın cephede yapıldığını bilinçaltınıza yerleştirenler ‘dıj gücler’ diyerek dalgasını da geçiyor.
Yanıltıcı bir diğer durum ise vehim... Yani olanı ‘kendinizden’ menkul saymak... Sanal gücü merkeze almak bir başka deyişle... Oysa mülkün sahibi hakkında bir idrakiniz olsa bu cesareti gösteremezsiniz. Öyle ya; 'Tek Olan'dan başka mevcudat, otorite, güç olmadığını bilen için O'nun dışı mı olur. Gerisi gerçekte bir vehimdir.
Diyebilirsiniz ki; bütün bunların 14 Mayıs’la ne ilişkisi var... Problemin kaynağına inmemenin, meseleleri halının altına süpürmekten ne farkı var... Evet, bugün için bu düşüncelere bir değer atfedilmeyebilir. Detaylarda boğulan milyonlar büyük fotoğrafı göremediklerinden ‘ikna edilmiş olanlar’ her gün yeni bir mevzi kazanıyor. Ama sünnetullah, zifiri karanlıklardan sonra ışıl ışıl aydınlıkları da müjdeler. Ayak seslerini duyamıyor musunuz... Ben gayet net duyuyorum. Vesselam.