Önümüzdeki pazar günü yapılacak halkoylamasında "hayır" veya "boykot" kararı alanlar, bana iki noktadan ikna edici gelmiyorlar:
1) Eğer kısmi anayasa değişikliğinin, tümü değişmesi gereken anayasayla ilgili kayda değer iyileştirmeler getirmeyeceğini, asıl sorunun anayasanın tümünün değişmesinde yattığını söylüyorlarsa, bu doğrudur. Ama büyük hedeflere küçük adımlar atarak gidilir ve önümüzdeki 12 Eylül günü sandıktan "evet" oyu çıkarsa, bu yeni ve sivil bir anayasanın önünü açacaktır. Bu mütevazı adımı atmamak, hareketsiz kalmakla, hiçbir şey yapmamakla aynı şeydir.
2) Eğer AK Parti'nin bir an önce gitmesi için, halkoylamasında ağır yenilgi alması düşünülüyorsa, sandıktan çıkacak bir "hayır"ın AK Parti'ye büyük zararı olmayacağının altını çizmek lazım. AK Parti'ye karşı verilecek mücadele hukuk zemininde demokratik bir mücadele olmalıdır. Partiler, her ne yapacaklarsa, muhtemelen 10 ay sonra yapılacak olan milletvekili genel seçimlerinde yapmalı, ikna edici somut proje ve programlarla halka seslenmelidir.
Hayırcılar ve boykotçular kabul etmeli ki, halkoylamasında takındıkları bu tutum aleyhlerinde olmuştur. Kişisel olarak ben CHP, MHP ve BDP yerinde olsaydım şöyle derdim: "Bu kısmi anayasa değişikliği sorunu temelden çözmeye yetmeyecektir. Hedef yeni ve sivil bir anayasa olmalıdır. Buna rağmen biz seçmenimizi serbest bırakıyoruz, dileyen 'evet' desin, dileyen 'hayır'. Biz önümüzdeki 2010 seçimlerine hazırlanıyoruz." Muhalefet partileri bu fırsatı kaçırdılar, AK Parti'ye duydukları hınç, onları özgürlüklerin önünü tıkayan unsurlar haline getirdi.
Ana gövdesiyle Türkiye solunun Kemalist bir rahimde vücut bulduğunu bir kere daha gözlemlemiş olduk. Kendilerine ağır hasar vermiş bir askerî rejimle kısmi seviyede dahi olsa, hesaplaşmayı göze alamadılar. AK Parti'nin ve özellikle diyalektik materyalizmin gereği olarak horladıkları dindar insanların ileri bir adım atmasını içlerine sindiremediler, otoriter, müdahaleci ve küçük zümrelerin imtiyazlarıyla donatılmış adaletsiz bir rejimin yanında yer aldılar. Dünyada solun ve sosyal demokratların geldiği nokta bu değil. Küresel kapitalizme ve kurumsallaşmış sömürüye karşı çıkanlar, yoksul kesimlerin ve özgürlüklerin yanında yer alır; bizde her şey tersine işlediği gibi sol ve sosyal demokrasi de kendi zıddına işlemektedir.
Halkoylamasında siyasi partilerin genelde berbat kampanyalar yürüttüklerini, zaman zaman bu kampanyaların siyaseti yozlaştıracak boyutlara vardığını söyleyebiliriz. Vülger, sığ, saldırgan ve kontrol edilmediği takdirde toplumsal nefrete yol açacak bu dil ve üslubu bir an evvel terk etmek lazım. Kaçan diğer bir fırsat şu: Halkoylaması sürecini vesile kılıp çeşitli platformlarda anayasa, anayasal düzen, siyasetin alacağı yeni şekil, idare reformu, merkezî ve yerel yönetimler ilişkisi, yerinden yönetim ve yeni bir anayasanın hangi esaslar ve yöntemler takip edildiğinde bu toplumu bir arada tutmayı başarabileceği gibi önemli konular gündeme getirilebilirdi. Bu sayede miting meydanlarından televizyon ekranlarına, gazete köşelerinden sempozyumlara kadar müzakereci siyaseti mümkün kılacak tartışmalar yapılabilirdi. İyi niyetle, yani "halkoylaması sürecini fırsat bilip şu veya bu maddeleri tartışalım, önümüzdeki döneme ışık tutalım" demeye yeltenenler, neredeyse Şerif Mardin'in "mahalle baskısı"nı haklı çıkartacak kadar gayri tabii, ürkütücü tepkilerle karşılaştılar. Sebebi, konunun asıl sahibi toplumun, kanaat önderlerinin, entelektüellerin, hukukçuların, sendikaların, meslek örgütleri temsilcilerinin, hak ve özgürlük mücadelesi verenlerin ortalıkta gözükmemesi; siyasilerin A'dan Z'ye süreci bloke etmeleri oldu.
12 Eylül günü sandıktan kuvvetli bir "evet"in çıkması herkesin lehinedir. İyice düşündüklerinde "evet", hayırcıların ve boykotçuların da hayrına olacaktır.
NOT: Bu arada 6 Eylül 1977'de Hakk'ın rahmetine kavuşan Mimar Cevat Ülger'i (Karamehmetler) rahmetle anıyoruz. İyi bir mimar, iyi bir çizer, iyi bir musikişinas ve iyi bir Müslüman/insandı.