Dün 11 Eylül’de New York’taki ‘İkiz Kuleler’e yapılan saldırının onuncu yıldönümüydü, bugün de 12 Eylül askeri darbesinin 31’inci yıldönümü.
ABD’deki saldırının da Amerika tasdikli 12 Eylül askeri darbesinin de özünü ve ruhunu ‘dünya kapitalist sistemi’ belirliyor.
11 Eylül ABD’de, 12 Eylül de Türkiye’de para kazanma biçimini, zenginlik kaynaklarını, paranın dolaştığı elleri ve yerleri değiştirdi.
Ekonomik açıdan yapılan tahlil siyasi gelişmelere berraklık getirmekle kalmıyor, olayların ‘faillerini’ de netleştiriyor. Buna ‘paranın izini takip etmek’ de diyebilirsiniz.
***
Önce ‘İkiz Kule’ saldırısından başlayalım.
Buradaki ‘katil kim’ sorusuna cevap ararken, bunun kimin işine yaradığını tespit etmek eski ama çok sağlam bir yöntem.
11 Eylül 2001 öncesinde, daha belirgin olarak söylersek Demokrat Bill Clinton iktidarı boyunca ABD’nin motor gücü bilgisayar sektörüydü. En tepe taklak gideni de silah, daha genel söylersek savunmaydı. Petrol de büyük ölçüde çaptan düşmüştü.
Başkanlık seçimlerini Bush’un kazandığını, haftalarca süren belirsizlik ardından ‘Yüksek Mahkeme’ açıklamıştı. Şaibeli bir sayım ertesinde seçimi Bush’un kazanması, ABD’de uzunca bir süredir tepe taklak giden silah ve petrol tekellerinin bir perende atarak iktidarı ele geçirmesi demekti.
11 Eylül saldırısı da silahçılara ve petrolcülere yaradı.
***
11 Eylül saldırısına kadar Amerika’daki savunma sektörünün en büyük şirketi olan Lockheed’in yıllık cirosu 26 milyar dolar iken, saldırıdan sonra bu ciro on misline katlanıverdi.
Irak saldırısının üslubunu da içeriğini de petrol tekelleri şekillendirdi.
***
Bizdeki 12 Eylül askeri darbesi ise yapılan tüm darbeler gibi dünya sistemine uyum sağlayamadığımız için ABD icazetiyle yapıldı.
Üstelik bu darbe, 12 Mart’ın devamıydı.
Kabuk değiştiren Kapitalist dünya Türkiye’deki iktisat politikasına değişmesi için ilk ihtarını 12 Mart’ta yaptı. Bunun yeterince anlaşılmadığını görünce de fiili icraata 12 Eylül’le girişti. O tarihlerde yığınlara yönelik dayanıklı tüketim malları sektörleri ölüyor, onların yerlerini bilgisayarlar ve bio-teknolojilere dayalı yüksek teknoloji malları alıyordu. Gelişmiş ülkelerin özellikle bu kabuk değiştirme sırasında bizim gibi ülkelerin iç pazarlarına ihtiyacı yoktu. Geçiş sürecinin sıkıntılarını gidermek için peşinde koştukları tek şey, iç piyasaları geliştirmek için verdikleri borçların tahsiliydi.
Borç ödemek için daha fazla kazanmak gerekiyordu. Türkiye ise daha fazla parayı ancak dünyaya daha fazla mal satarak, ihracatı öne çıkararak kazanabilirdi. Bunun için iç talebin kısılması, topluma daha önce verilen sosyal hakların kısıtlanması lazımdı.
Bunu ordu eliyle yaptılar.
Büyük acılar yaşadık.
***
Türkiye’de 31 yıl önce darbe yaptıran ‘yüksek teknolojilere dayalı sanayi sonrası model’, on yıl önce kendi evinde silinmeye yüz tutmuş eski sektörler tarafından vuruldu.
Dünya geriye savruldu.
***
Tarihin büyük yolculuğu sırasındaki geçici dalgalanmalar büyük acılara neden oluyor. Ne var ki süreç içinde insanlık hep değişti, hep yenileşti, hep özgürleşti.
Önemli olan o gelişim çizgisinin takipçisi olmak. Büyük resmi görebilmek. Tarihin temposunu ve zamanın ruhunu çözmeye çalışmak.
Kol gücünden beyin gücüne geçen insanlık uzun süre ‘eskinin’ olamaz.
Silah ve petrol, yeni teknolojilere galebe çalamayacak. Geçici bir rövanşla yetinecek.
Böyle bakınca ‘ana yol’ ile ‘tali yol’ daha netleşiyor. Tali yola girildiğinde kayıplar insanlığın canını çok yakıyor ama sonunda insanlık hep ana yola, tarihin o büyük ilerleyişine dönüyor. Daha gelişmiş olan üretim ve zihniyet biçimi galip geliyor.
Şimdiye kadar tersi hiç yaşanmamış.
Madem dün 11 Eylül’dü, bugün de 12 Eylül, bunu yeniden hatırlatmakta fayda var diye düşündüm.