11 Eylül saldırılarının üzerinden tam on yıl geçti. Her yıldönümünde, saldırının içeriğini, arkasındaki güçleri sorguladık. Hiçbir cevap bulamadık. 11 Eylül Soruşturma Komisyonları bile kafa karıştırmaktan başka bir açıklama yapmadı, insanlığın önüne net bulgular koyamadı, koymadı! Bilinmezlik, belirsizlik, bir karanlık devam etti, ediyor da.
Her yıl; saldırının sonuçlarının günlüğünü tuttuk, hesabını yaptık. İnsanlık, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ölçeğinde bir savaşla yüzleşti aslında. Cephe savaşı yerine yaygın, asimetrik, karmaşık bir savaştı bu ve sonuçları yıkım oldu.
Neler değişti? Nasıl bir dünya vardı, nasıl bir dünya oluştu? Yeni yüz yıl inşa etmek isteyenler nasıl aciz düştü, ne hallere düştü? Bütün bunların soğukkanlı değerlendirmesini yapmak bir zorunluluk ama hâlâ popüler söylemlerle, bize dayatılan düşünme biçimleriyle gelişmeleri algılayıp pazarlamanın ötesinde bir şey yapamıyoruz.
Bir karanlık çete; hem saldırıların tam merkezindeydi hem de dünyanın yarısından çoğunu savaş alanına çevirdi. İşgallerin, iç savaşların insanlığa karşı suç örneklerinin, talanın, yeni sömürge harekatının, Atlantik kıyılarına vuran yeni faşizm dalgasının, korku ve umutsuzluğun asıl kaynağı idi.
Dünya, belki hiçbir zaman bu kadar aptal yerine konmadı, bu kadar yalan üzerine milyarlarca insan sindirilmedi. Açgözlülüğün, görgüsüzlüğün, kabalığın, pervasızlığın çok az görülebilecek örneklerine tanık olduk.
Bir örgüt, bir isim, bir efsane, bir hayal, bir kurgu üzerinden yeryüzüne biçim verilmeye, insanlık yeniden köleleştirilmeye çalışıldı. Sadece Amerika'nın siyasi tarihine değil, insanlığın ortak tarihine de yüz kızartıcı örnekler işlendi.
Demokrasi ve özgürlük adı altında özgürlüklere en büyük darbeyi onlar vurdu. Barış adına en büyük savaş suçlarını onlar işledi. Refah adına en büyük yağma ve talanı onlar yaptı. Batı medeniyeti adına medeniyetlere karşı en büyük yıkımı onlar yaptı.
Yeni bir Ortadoğu kuracaklardı. Bütün bölgeyi savaş alanına çevirdiler. Kimlikler üzerinden iç savaşlar, işgaller, kaynakların yağmalanması, bölgenin değerlerinin aşağılanması onlar zamanında oldu ve onların projeleriydi.
Türk-Amerikan ilişkileri her ne kadar olağan seyrini koruyorsa da, Türkiye'nin kendi arayışları ile ABD'nin bölgedeki varlığı arasına yer yer çatışmayı onlar soktu. Terörü Türkiye'ye karşı kart olarak kullandılar. Terörle mücadele ortaklarının terörle hizaya getirmeye çalıştılar.
Sayısız suikast örnekleriyle karşılaştık. Liderler, aydınlar, kanaat önderleri, din adamları, akademisyenler öldürüldü. Hem de yüzlercesi. Büyük Ortadoğu Suikastleri olarak açtığımız başlık altında uzun listeler oluştu.
Rejim değişiklikleri gördük. İç karışıklıklar çıkararak ülkelerin dize getirildiğini, askeri ve ekonomik gücünün tahrip edildiğini, ABD-İsrail çıkarları için tehdit algılananların başlarına nasıl çorap örüldüğünü ve bütün bu girişimlerin özgürlük ve demokrasi olarak bize yutturulmaya çalışıldığını gördük.
Kendilerine karşı duran her ülkenin, sahsın, grubun, cemaatin nasıl ezildiğini, itibarsızlaştırıldığını, tehdit edildiğini, yok edildiğini gördük. Kendilerini adalet savaşçısı gösterenlerin kalemlerini nasıl sattığını, üç kuruş çıkar uğruna kişiliklerini, değerlerini nasıl pazarladığını gördük.
Terörle savaşı küresel siyasi söyleme dönüştürenlerin Müslümanları bir kimlik olarak istediği kalıba sokma çalışmalarını, İslami eğitim kurumların müfredatlarının değiştirildiğini, CIA mensuplarının Kur'an kurslarında/medreselerde dersler verdiğini gördük. Terörle savaşıyorum diyenlerin aslında terörün arkasındaki güçler olduklarını, terörle ülkeleri hırpaladıklarını, terör örgütleri kurup desteklediklerini gördük.
Küresel ekonomik kaynakları yağmalamak ve Batı toplumlarına bir yüz yıl daha refah bahşetmek isteyenlerin nasıl ekonomik kriz içine kıvrandıklarını, borçlarını ödeyemez hale geldiklerini, ekonomi politikalarının iflas ettiğini, kendi sorunlarına çare üretemez hale geldiklerini gördük.
Dünyaya meydan okuyanların aslında kaybettiklerini, şok dalgasının yok etmek istedikleri coğrafyayı yüz yıllık uykusundan uyandırdığını, yeni bir yükseliş çağının kapılarını araladığını gördük.
Bizim için, bu coğrafyada yaşayanlar için kâbus gibi senaryoların aslında bir uyanışa neden olduğunu, Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına uzanan "Orta Kuşak" halklarının Birinci Dünya Savaşı sonrası en büyük bilinç dalgasını harekete geçirdiklerini, bu dalganın bütün hesapları tersyüz etmek üzere olduğunu gördük.
Büyük yalanların, büyük askeri operasyonların, utanmazlıkların, vaadlerin, milyonların zihinlerinin formatlanmasının, her tür hegemonyacı stratejinin fiyaskoyla sonuçlandığını, sonuçlanacağını, yok etmek istedikleri "düşman"ın daha da güçlendiğini gördük. Ve özgürlüklerin, bu toprakların ruhunda varolduğunu, onların projeleriyle değil, bu ruhun harekete geçmesiyle sağlanacağını gördük.
Acılar yaşadık, kanımız aktı, aşağılandık. Ama kendimize geldik. Gerçekten kendimize geldik. Bunu kavrayamayanlar, ezberlerini bozmayanların çok yakın gelecekte yanıldıklarını göreceklerini biliyoruz.
Biz, yüzyıllık uyanışa inandık. Bu zafere er geç ulaşacağımıza inandık. İnanmaya da devam edeceğiz. Kazanıyor gibi görünenlerin aslında kaybedenler olduğunu da göreceğiz...
Kazanmış gibi görünenlerin aslında kaybettiğini, yakın gelecekte daha yüksek sesle dile getireceğiz, inanın buna!