‘Portakal, orada kal’ diye bir çocuk tekerlemesi vardır. Portakal rengi parti amblemiyle AK Parti’nin 29 Mart seçimlerinde aldığı sonucu o tekerlemeyle anlatmak belki işi biraz hafife almak olur, ama Türk seçmeninin Başbakan Tayyip Erdoğan ve AK Parti’ye çok açık bir mesaj verdiği kesin.
Başbakan Erdoğan seçim kampanyasını başlatırken Meclis’te yaptığı konuşmada ve birkaç gün sonra Sivas’ta yaptığı konuşmada hedefini 22 Temmuz 2009 genel seçimlerinde aldığı oy oranı olan yüzde 47’yi aşmak olarak ilan etmişti. O olmadığı gibi, AK Parti 2004 yerel seçimlerinde aldığı yüzde 42 oy oranını tutturamadı. Seçmen, moda deyimiyle AK Parti’ye sarı kart gösterdi.
Kurulduğundan beri her seçimde oyunu biraz daha artıran AK Parti, dünkü seçimle ilk defa yenilginin buruk tadıyla tanıştı. AK Parti’nin bir daha yüzde 47 oranına ulaşması, onu aşmasının artık çok zor olduğu görülmeli, Hâlâ birinci parti olmasıyla Başbakan bu aşamada övünebilir mi bilemiyorum, bugünden itibaren şapkasını önüne koyup ‘Ben nerede yanlış yaptım’ diye düşünmesinde fayda var.
Başbakan’ın ‘kriz teğet geçti’ söyleminin, seçmeni teğet geçtiği, seçmenin Başbakan’ın bu söylemine fazla itibar etmediği ortaya çıktı bir anlamda.
Gül’süz ilk seçimdi
CHP ve MHP’nin merkeze açılma siyasetleri bir ölçüde başarıya ulaştı. CHP de MHP de oylarını ciddi oranda artırdı. Ancak AK Parti’nin dünkü yenilgisinde CHP, MHP ve diğer muhalefet partilerinin başarısından çok, hükümetin başarısızlığının payı var.
Başarısızlık yalnızca ekonomik krizi hafife almaktan ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek’in milyonlarca işsizin durumuyla alay edercesine ‘İşsizlik aslında yok’ demesi gibi gerçeküstü yaklaşımlarından kaynaklanmadı.
Başbakan’ın son aylarda giderek sertleşen söylemi, AK Parti yöneticileri arasında bile ‘Yüzde 50’yi aşarsak ne yaparız?’ endişesine yol açıyordu. Bu durumda Başbakan’ın, kimilerince Peronizm olarak da tanımlanan çoğunlukçu/otoriter söylemi iyice tırmandıracağı kaygısı dile getiliyordu. Bu Türkiye’nin hem iç, hem de dış politikasını iyice sertleştirebilirdi.
Şimdi seçmen Erdoğan’ı ciddi şekilde frenlemiş oldu.
Frenden söz edince Gül etmenine değinmek lazım. 29 Mart, Başbakan Erdoğan ve AK Parti’nin Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilip aktif siyasetten ayrılmasından bu yana yaşadığı ilk seçim oldu.
Partili-partisiz çoğu siyaset gözlemcisine göre, Gül hem hükümette, hem partide bir denge-fren unsuruydu ve onun Çankaya’ya çıkışından sonra Başbakan’ın söylemi sertleşmeye başladı.
Artık alternatifsiz değil
Bu sonuçlarla muhalefetin erken seçim için bastırması kaçınılmaz. Başbakan ise artık zirveden düşüş başlamışken erken seçim istemeyecektir. Ama Erdoğan yarından itibaren hem siyasetini, hem söylemini dengelemek, frenlemek durumunda. Sonuçlar, tıpkı CHP lideri Deniz Baykal ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin öngördüğü şekilde, hem içeriye, hem de dışarıya Türkiye’deki tek iktidar seçeneğinin AK Parti olmadığını göstermeye başladı.
Erdoğan’daki değişimi bugünden itibaren görmeye başlayabiliriz. G-20 zirvesi, NATO zirvesi ve ABD Başkanı Barack Obama’nın ziyareti belki bu değişimi pardeleyecektir. Ancak ekonomik tedbirlerden Bakanlar Kurulu ve AK Parti yönetiminin oluşumuna dek, bir dizi değişimi önümüzdeki dönemde beklemek kaçınılmaz olmuştur.
Dünkü seçim sonuçlarının bir yansıması daha söz konusu. AK Parti, Başbakan’ın seçim kampanyasının başında öngördüğü gibi yüzde 47 ve üzeri alsaydı, Anayasa değişiklikleri konusunu rahatlıkla referanduma sunacak gücü kendisinde bulabilirdi. Şimdi onu da bulamayabilir.
Türk halkı Başbakan Erdoğan’a ona olan desteğinin kayıtsız şartsız olmadığını ve bir sonu olabileceğini acı bir şekilde hatırlatmıştır. Erdoğan’ın daha gerçekçi bir siyaset hattına çekilmesi kaçınılmaz olacaktır. Aksine davranıp, seçmenin üzerine gitmesi, gerileme eğilimini artırabilir çünkü. Türkiye dün akşamdan itibaren yeni gelişmelere gebe, ilginç bir döneme girmiş sayılmalı.