Başbuğ’a söylemek gerek: Söz gümüşse sükût altındır senin için.
Gideceksin. Giderayak söyleyeceğin her söz aleyhine delil olarak kullanılabilir..
Ya hikmet söyle ya da sus bari..
Sözleri kişiliklerinin aynası aslında.
Herkes konuşsun konuşmasına. Konuşsun ki, doğru şeyler söylüyorlarsa faydalanalım.. Yanlış şeyler söylüyorlarsa düzeltelim. Hani konuşsunlar ki, kim olduklarını, derinliklerini öğrenelim.
Sonuçta, çok can sıkıcı da olsalar sabretmemiz gerekiyor..
Sonuçta durum ortada.. Konuşarak kendilerini ve savundukları değerleri tüketiyorlar.. Laf ile aleme binlerce nizam veren adamların, lafa gelince mangalda kül bırakmayanların sığlıklarını, düzeylerini görünce, insan üzülüyor.. “Kendileri himmete muhtaç bir dede” bunlar, “nerede ki gayrıya himmet ede”.
Kurtarıcılığına bunların soyunduğu bir ülkenin vay haline..
Gürsel’i de gördük, Korutürk’ü de, Evren’i ve konsey üyesi arkadaşlarını da.. Çevik Bir’ini de tanıyoruz, Koman’ını da.. Karadayı’yı da tanıyoruz, Erkaya’yı da.. Ergenekon sanıklarını da..
Büyükanıt’ı da gördük.. Şimdi de Başbuğ geldi, gidiyor.. “Boru”, “kağıt parçası”, Çankaya, TBMM boykotu ile hatırlayacağız zat-ı âlilerini ve bir de “Allah Allah diyen ordu” çıkışı ile.. Sahi o son internete düşen ses kaydında konuşan generaller hangi orduya mensup! Hem o Balyoz planında adı geçenler kim öyle! O belgeler de mi “kağıt parçası”? İsrail muhibbi paşaların yakınları yurt dışında hangi lobilere hizmet ediyorlar? Bir zamanlar manşetlere yükselen “irtica” ile yaftaladıkları İslam’a ve Müslümanlara karşı “topyekun savaş” açanların kippaları nasıl başlarına geçirildi öyle!
Hani giderken sussa bari. Konuşuyor.. O konuşuyor, PKK vuruyor..
“Köylüleri terörist sanan subaylar, teröristi çoban” sanıyor.. Kamyon dolusu el bombaları patates taşır gibi taşınıyor, ne eskort var, ne bir düzen.. Ülke güvenliği bunlara emanet.
Kur’an kursu talebelerine, Vakit okuru kokoreççiye kadar herkesi fişliyorlar, ama hemen yanıbaşındaki darbe planından habersizler..
Alıştık artık. MHP, CHP konuşuyor, BDP’liler sokağa dökülüyor. BDP’liler konuşuyor, CHP ve MHP’liler sokağa dökülüyor.. Varlıkları, birbirlerinin varlığını meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Peki ne olacak bu işler böyle? Nereye kadar gidecek! Ayıp denen bir şey var!
Başbuğ çok talihsiz bir adam.. İki yıldır, hep kaş yapayım derken göz çıkarttı. Ve artık veda zamanı geldi, ama hâlâ konuşuyor.
Fransa’da emekliliğine 3 hafta kalmış bir general, Le Monde’a siyasi bir açıklama yaptı diye, görevden alınması için hakkında işlem başlatıldı.. Beyefendi, televizyona çıkıp ahkam kesiyor, gazetelere demeç veriyor, basın toplantısı yapıp üstüne vazife olmayan konularda konuşuyor.
Yetti artık..
Emekli olduğun gün, git ya yeni bir parti kur ya da ister CHP’ye, ister MHP’ye katıl.. İstediğin kadar konuş o zaman.. Doğan’a git sana gazetesinde köşe, ya da kanallarından birinde bir program versin. 28 Şubat emeklileri gibi git sermayeye, Koç mu olur, Kıraç mı, İş Bankası mı olur, birine danışman ol! Cumhuriyet Vakfı’nın ya da ADD’nin başına geç istersen.. Fazla kalmadı, 50 gün sonra “şafak”..
Yokluğunuzu arayacağımızı, eksikliğinizi hissedeceğimizi hiç sanmıyoruz.. Gelenin gideni aratması da çok mümkün değil.. Çünkü bu gelinen noktadan sonra daha kötüsü zor!
Hani düşünüyorum da, Başbuğ bugünkü tavrını emekli olduktan sonra da sürdürecek olursa, kendisi ile tanık ya da sanık olarak mahkeme koridorlarında karşılaşmamız mümkün..
Başbuğ’un başına gelenlerin, yeni komuta kademesinde görev alacaklar için de ibret dersi olması gerek.. Tarihin tekerrür etmemesi için bu ibret dersine ihtiyaç var..
Öfkeleri akıllarını zail etmiş sanki.. Başlarına gelenler kendi işlerinin ve sözlerinin sonucu.. Böyle dostları olanların düşmana ihtiyaçları da yoktur.. “Ol mahiler ki, derya içredir de deryayı bilmezler” diye bir söz var. Bunlar sanki birilerinin dolduruşuna geliyorlar.. Çevrelerinde olup bitenin farkında değiller. Sadece ne dedikleri ile ilgililer. Bu sözlerin toplumda nasıl anlaşıldığının farkında da değiller.. Müessese körlüğü denilen bir hastalıkla maluldürler. Herkesin gördüğü şeyi bunlar görmüyorlar ve görenlere de düşman kesiliyorlar.. Cesaretleri cahilliklerinden kaynaklanıyor.. Kararlılık gösterileri, biraz da yokuşaşağı koşanların haline benziyor..
Sahi bütün bunlar niçin ve kim adına? Dünyaları da berbat oluyor, ahretleri de. Arkalarında bir onuru miras bırakarak gitmiyor çoğu kimse..
“Dost acı söyler” derler ya, bunlara en fazla iyilik edenler aslında bunları eleştirenlerdir.. Yarın sırtlarını sıvazlayanlar ayakları tökezlediğinde çevresinden dağılıp gidecek olanlardır.
Bu işler böyle. Ayakta iken elinizi öpenler, oturdunuz mu saldırırlar. Düşerseniz vururlar.. Politikacı ve bürokratların o kendilerine mülk sandıkları koltukları ellerinden gidince çevresinde kimse kalmaz ve etraflarını avları çevresinde toplanan akbabalar gibi Brütüsler sarar..
Bana kalırsa Başbuğ, son 30 Ağustos mesajına kadar sussun ve sonra ya özür dilesin ya da hikmet olan bir şey söylesin, sonra da ne yaparsa yapsın.. Ama şimdi sadece sussun..
Sahi komutanım, emekli olduktan sonra tekrar Kudüs’e gidip ağlama duvarını ziyaret etmeyi düşünür müsünüz? Bir de 312 General davasındaki davanızı sürdürmeye kararlı mısınız? Hani sadece aklıma takıldı da..
Selam ve dua ile..
Vakit-Abdurrahman DİLİPAK