2010 yılının sonlarında, WikiLeaks internet sitesinde, ABD'nin büyükelçilikleri arasında yazışmalarının yayınlanması ile dünyada diplomasi depremi yaşandı. WikiLeaks'ın başındaki Assange dünyanın bir numaralı ismi haline geldi. Belgelerde en fazla konu olan ülke Irak'tı. Irak'ı izleyen ikinci ülke ise Türkiye... Türkiye ile ilgili yaklaşık 11 bin belge bulunuyordu. İşte bu belgeler Taraf gazetesi tarafından yayınlanmaya başladı. Assange ile yapılan özel anlaşma ile yayınlanmaya başlanan belgelerin ilk konusu ise Fethullah Gülen ve cemaati oldu. Bu belgelerden bir bölümü şöyle:
3 POLİSİN GÜLEN RİCASI
Yayınlanan belgelerde ABD İstanbul Başkonsolos Vekili Smith'in yazdığı 2005 yılı tarihli bir telgraf da bulunuyor. Bu telgrafta, Emniyet'ten 3 polisin Büyükelçiliğe gelerek Fettullah Gülen için temiz kağıdı istendiği şöyle iddia ediliyor: "Gülencilerin ABD'nin Gülen'e karşı olumsuz tavırları konusundaki spesifik endişesinin, Gülen'in avukatının ‘Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası'ndan yararlanarak elde ettiği 2004 tarihli bir FBI raporundan kaynaklandığı anlaşılıyor. Türk Ulusal Polis Teşkilatı'nda irtibatlı olduğumuz üç üst düzey yetkili, kısa süre önce bu konuyu İstanbul'daki ‘legat'ın (İstanbul Başkonsolosluğu'nda FBI'ı temsil eden diplomat kastediliyor) dikkatine getirdiler ve bu görüşmede aynı zamanda Gülen'le ilgili basılı malzemeler sunarak, FBI'ın, kendisi hakkında bir tür ‘temiz kağıdı' verip veremeyeceğini sordular."
CEMAAT HER YERDE Mİ?
Telgrafın sonunda ise "yorum" bölümünü yer alıyor. Bu bölümde cemaate bakış açışı aktarılıyor:
"Gülen'in kamuoyuna verdiği hoşgörü ve diyalog mesajını ve buna paralel olan İslam'ı bilim ve moderniteyle uzlaştırma çabasını hesaba katan bazı Batılı gözlemciler, onu Müslüman bir eğitimci (ya da "hoca") olarak benimsiyor ve onu "ılımlı İslam"ın sesi olarak görmeyi tercih ediyorlar. Gülen, sıklıkla terörizme karşı konuşuyor. Gülen ayrıca, Yahudi cemaatince kendi varlığına destek olarak algılanan tavırlar da sergiliyor. Ancak Gülen hareketinin nihai niyetleri konusunda derin ve yaygın kuşkular hâlâ geçerli. Bu hareketin bünyesindeki çeşitli çevrelerin içine çektiği insanlar üzerinde uyguladığı baskıya ilişkin ipucu veren anekdotlara sahibiz; işadamlarına Gülenci okulları ve diğer faaliyetleri desteklemek için para vermeyi sürdürmeleri yönünde yapılan ağır baskı buna örnek. Gülencilerin kendi okul ağlarını (buna ABD'deki düzinelerce okulları da dahil), din propagandacısı haline getirilmeye müsait buldukları öğrencileri büyük bir dikkatle seçmek için kullandıkları hakkında çok sayıda güvenilir rapor elde ettik ve bu okullardaki yatılı öğrencilerin beyinlerinin yıkandığını da defaatle işittik. Bu gerçekler, Gülencilerin Türk Milli Polis Teşkilatı dahil birçok devlet kurumuna sızmalarıyla birleştiğinde, yüzeyin altında çok daha katı bir çizginin, dünya çapında bir İslamcı yayılma propagandası misyonunun yattığına işaret ediyor.
DEVASA BİR AĞ
23 Mayıs 2006 tarihinde ABD'nin İstanbul Başkonsolosu Deborah K. Jones'un Washington'a gönderdiği telgrafın konusu da yine cemaatle ilgili. Bu telgrafta ise şu saptama yapılıyor: "Fethullah Gülen" diye yazmış dönemin Başkonsolosu, "30'dan fazla ülkede, 50'den fazlası ABD'de olmak üzere 160'tan fazla örgütten oluşan ve büyümeye devam eden devasa bir ağın merkezinde oturuyor. Sonuç olarak da, Gülen'in destekçileri Türkiye Misyonu'na (ABD'nin buradaki diplomatik temsilcilikleri kastediliyor) ulaşan ziyaretçi vizesi başvurularının giderek artan bir oranını oluşturuyor. Başvuru yapan Gülenciler seyahat gerekçeleri ve Gülen'le ilişkileri konusunda hemen her zaman kaçamak davranıyorlar; bu da, Konsolosluk memurlarında soru işaretleri yaratıyor."
YAZARLARLA SOHBET
27 Nisan 2007 tarihinde yine Başkonsolos Deborah K. Jones imzalı bir telgraf daha yayınlandı. "Gülencilerle az viskili bir toplantı" başlığı taşıyan telgrafta, 17 Nisan 2007'de ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'nda verilen akşam yemeğine kimlerin katıldığı ve nelerin konuşulduğu şöyle aktarılıyor: "DinÓ lider Fethullah Gülen'e sempati duyan ve/veya onun hakkında bilgi sahibi Türklerden oluşan eklektik bir grup" katıldı. Misafirlerin listesine Nazlı Ilıcak'ın karar verdi. Davetliler ise "gazeteci-yazarlar Fehmi Koru, Ali Bulaç ve Mustafa Akyol, Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Niyazi Öktem ve Galatasaray Üniversitesi'nde ders veren oğlu Emre, Marmara Üniversitesi'nde ilahiyat dersi veren Mahmut Kılıç, sosyolog (Türk yazar Cemil Meriç'in kızı) Ümit Meriç, Fatih Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Alparslan Açıkgenç, Türkiye Katolik Cemaatleri Ruhaniler Kurulu Sözcüsü Georges Marovitch ve Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak."
HER YERDE OL!
Bir diğer telgrafın tarihi ise 25 Temmuz 2008. Mektubu yazan dönemin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson. Washington'a gönderilen telgrafın başlığı ise: "Türk Gülenci okullar: Ya her yerde ol, ya hiçbir yerde olma."
"Kuşkusuz Samanyolu Lisesi'nin öğrencilerinin ve idarecilerinin gurur duyacakları çok şey var. Öğrencileri çok başarılı; okulları, ortalama bir Türk devlet okuluyla kıyaslandığında birinci sınıf; ve Türklerle dünyanın geri kalan bölümü, özellikle de gelişmekte olan dünya arasında değerli ve nadir nitelikte kültürel değişim programları gerçekleştiriyorlar. Bu ve diğer Gülenci okulların somut, müspet kazanımlarına bakıldığında, bu okulların ya da bu okulların öncülük yaptığı Gülenci hareketin Türkiye'nin demokratik laik sistemine nasıl tehdit oluşturabileceğini anlamak güç. Ama hareketin dışındaki Türklerin derin kuşkuları var; hatta konuya kuvvetli bir laik tavırla yaklaşmayanların bile. Kısa süre önce görüştüğümüz etnik kökeni Uygur olan ve Gülenci okulların Orta Asya'daki faaliyetlerini bilen bir Ankara Üniversitesi Profesörü eski bir Çin atasözü söyledi bize: ‘Sadece tek bir kitap okuyan adama güvenme.' Gülenci okulların öğrencilerinin, özellikle de evinden uzaktaki yatılıların, kitap okumalarının ve televizyon izlemelerinin sıkı biçimde denetlendiğini anlattı.
Jeffrey'in uzun cemaat analizi
Washington'a 4 Aralık 2009'da gönderilen telgraf Büyükelçi James Jeffrey'nin imzasını taşıyor. Bu uzun mektupta Fethullah Gülen, cemaati ve onun gücü analiz edilmeye çalışılıyor. Bu mektupta yer alan ifadelerin bazıları şöyle:
Fethullah Gülen Türkiye'de hâlâ siyasi bir fenomen. Son on yıl boyunca Pennsylvania'da ‘sürgünde' olsa da, Gülen'in etkisi, sadık destekçilerinden oluşan tümenler ve elit bir okullar ağı sayesinde devam ediyor. Gülen Hareketi'nin öne sürülen hedefleri dinlerarası diyalog ve hoşgörü ama mevcut ‘AKP-laikçiler' bölünmesinde, pekçok Türk, Gülen'in daha derin ve muhtemelen sinsi bir siyasi gündemi olduğuna inanıyor; hatta bazı İslami gruplar bile Gülen'in şeffaflıktan yoksun oluşunu eleştiriyor ve bunun kendisinin amaçları konusunda şüphe yarattığını söylüyorlar.
Gazetecilerle toplantı izlenmiş
Gülen Hareketi sadece Ankara'daki ünlü Samanyolu Lisesi ve Fatih Üniversitesi gibi eğitim kurumlarından değil ama aynı zamanda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan, çeşitli şirketlerden, Zaman, Today's Zaman, Samanyolu TV ve Aksiyon gibi medya organlarından oluşuyor. Gülencilerin ayrıca Ergenekon (...) soruşturmasının öncüsü olarak görev yaptıkları Türk Milli Polisi'ne de hâkim oldukları belirtiliyor. Bu soruşturma, askeri şahsiyetler dahil olmak üzere iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin pek çok laik muhalifinin derdest edilmesine neden oldu ve bu da Gülencilerin nihai hedefinin, Türkiye'nin görünür biçimde İslamcı bir hale gelmesini onaylamayan bütün kurumların yıpratılması olduğu yönündeki ithamlara sebebiyet Verdi. (YORUM: Türk Milli Polisi'nin Gülencilerin kontrolünde olduğu iddiasını teyid etmek imkânsız ama biz buna karşı çıkan kimseye rastlamadık ve Gülenci yurtlarda kalan polis adaylarına polislik sınavındaki soruların cevaplarının önceden verildiğine ilişkin tanıklıklar işittik.)
Erdoğan cemaatin dışında duruyor
Türkiye'de Gülen'e değinen tartışmaların büyük bölümü nezaket ve incelikli bir ustalık içeriyor. Bizim irtibatta olduğumuz kişiler, konuşmaları halinde bunun sonradan kendilerine zarar verip vermeyeceğinden emin değillermişçesine, bu konuda görüşlerini açıklamakta sıklıkla tereddüt gösteriyorlar. Dahası, Gülen'le ilgili konuşmaların siyasi bağlamı da karmaşık, zira Cumhurbaşkanı Gül, bizim ilişkide olduğumuz kişilerin hemen hepsi tarafından Gülenci olarak görülüyor ama Başbakan Erdoğan öyle görülmüyor. Esasen, görüştüğümüz bazı kişilerin iddiasına göre, Erdoğan, o kadar kararlı biçimde Gülen cephesinin dışında duruyor ki, Gülen'in sadık çevresi onu bir yük (liability) gibi görüyor. Bu arada, Cumhuriyet Halk Partisi ve AKP'nin diğer muhalifleri ABD'yi, sözümona Türkiye'nin laik temellerini zayıflatarak bir ılımlı İslami devlet "modeli" yaratmak amacıyla, gizliden gizliye Gülen'i desteklemekle itham etmekte pek aceleci. Bu itham, Türkiye'de laiklik karşıtı faaliyetleri nedeniyle yargılandığı bir sırada Gülen'e ABD'ye sığınma imkânı ve nihayetinde de sürekli oturum statüsü tanınmış olması gerekçesine dayandırılıyor.