Dr. Hüseyin Emin ÖZTÜRK (Şair - Yazar)
Barış Manço’nun vefatının üzerinden tam 15 yıl geçti. Ona dair hatıra, duygu ve düşüncelerimi yazmaya başlarken zihnimde bazı sahneler canlanıverdi.
SAHNE 1 : (Kalbe Giriş)
Yetmişli yılların başı. Alnıma dökülen saçları sevda yellerinin darmadağın ettiği günler. Bazen sevincin doyumsuz hazzını tadarken, bazen de hüzünle sabahlara kadar uyuyamadığım geceler. İşte o günler… Bir şarkının fon müziği. Nasıl bir ses o. İçli, duygulu ve hüzünlü… Klasik kemençenin tellerinden çıkan bu ses bir şarkıyı dinlemeye çağırıyor adeta. Merakla dinlemeye başlıyorum şarkıyı. Klasik kemençe, gitar eşliğinde şarkı başlıyor.
Ellerimle büyüttüğüm, solarken dirilttiğim
Çiçeğimi kopardın sen ellere verdin
Çiçeğimi kopardın sen ellere verdin
Dağlar dağlar
Kurban olam, yol ver geçem
sevdiğimi son bir olsun yakından görem
Şarkının söz ve müziği kalbime kurşun gibi saplanıyor, heyecanla dinlemeye devam ediyorum.
Kuşlar ötmez güller soldu, yüce dağlar duman oldu
Belli ki gittiğin yerden kara haber var
Belli ki gittiğin yerden kara haber var
Dağlar dağlar
Kurban olam yol ver geçem
sevdiğimi son bir olsun yakından görem
Kimin bu şarkı diyorum. Barış Mançu’nun diyorlar. Kim bu Barış Manço diye soruyorum. Rock şarkıcısı diyorlar. Merakla resimlerini inceliyorum Barış Manço’nun. İnce uzun boyu, uzun saç ve uzun bıyıkları, uzun çizmeleri ve farklı giysisiyle Barış Manço’yu görüyorum. Gözlerim sevgiyle bakan siyah gözlerine dalıyor, gidiyor. Daha ilk gördüğümde seviyorum Barış Manço’yu. Onbeşli yaşlarda dilimden düşmüyor Barış Manço’nun şarkısı: “Dağlar dağlar Kurban olam yol ver geçem, sevdiğimi son bir olsun yakından görem.”
SAHNE 2 (Hey Koca Topçu)
Liseli yıllarım. İspanyol paça pantolon ve üzerinde uzun yakalı gömlekle şehrin sokaklarında dolaştığımız ve dilimizden sevda türküleri düşürmediğimiz yıllar. Barış Manço’nun hayranı olarak onun haberlerini gazetelerden takip ediyor, yeni çıkan plaklarını alıyorum. Barış Manço’nun Kurtalan Ekspresi kurduğunu, “Ölüm Allah’ın Emri” ve “Gamzedeyim Deva Bulmam” şarkılarının plaklarının çıktığını, çok beğenildiğini, Polatlı’da askerliğe başladığını, Edremit’e dağıtım olduğunu, Edremit’te hastalanıp Ankara Gülhane Tıp Akademisinde Ameliyat olduğunu hep gazetelerden öğreniyorum.
Barış Manço’yu ilk klibi “Hey Koca Topçu” da askeri kıyafet içinde “Mülazım-ı Evvel Barış Efendi” olarak gördüm. Kurtalan Ekspresin diğer sanatçıları yeniçeri kıyafeti giymiş birer cengaverdiler. Dillerindeki türkü ise “Genç Osman” türküsü. Bu türkü dinleyenleri kanatları üstüne alıyor ecdadın fetih günlerine götürüyordu. Yetmişli yılların ortalarına doğru, Cem Karaca sol’un, Barış Manço ise sağ’ın müzik sembolü olarak görülüyorlardı. O yıllar üniversitelerde kardeş kavgasının başladığı kasvetli yıllardı.
SAHNE 3: (Anadolu İnsanının Gönlüne Giriş)
Yıl 1979. TRT’den başka televizyon kanalının olmadığı yıllar. Her evde de televizyon yok zaten. Kış geceleri televizyonu olan evlere ailece misafirliğe gidiliyor. Sohbet ve muhabbetin yerini yavaş yavaş siyah beyaz televizyon yayınları alıyor, beyaz camın esareti başlıyor artık.
Kayseri de bir şubat gecesi. Dışarıda kar ve soğuk var. Annem aralıklarla sobaya odun atıyor. Üzerinde demlenen çay kokusu bütün odaya yayılıyor. Odanın bir köşesinde babam, diğer köşesinde rahmetli Mehmet amcam oturuyor. Mehmet amca uzaktan akrabamız olur, babamın arkadaşı. Sık sık bize gelir. O akşam da yine bizde. İyi tiryakidir ama hiçbir zaman hazır sigara içmez, tütününü yanında taşır.
Odada bulunan bizler TRT televizyonunda İzzet Öz’ün hazırladığı programı izlerken Mehmet amca ve babam kendi aralarında sohbet ediyorlar. Programın konuğu Barış Manço. Barış Manço sözü kesip müziğe başlıyor. Mehmet amcam tütün sarmak için elinde tuttuğu tabakayı yere bırakıyor müziğin etkisiyle. Odada bir sessizlik oluyor. Barış Manço;
“Yaz dostum, güzel sevmeyene adam denir mi
Yaz dostum, selam almayana yiğit denir mi
Yaz dostum, altı üstü beş metrelik bez için
Yaz dostum, boşa geçmiş ömre yaşam denir mi
Yaz tahtaya bir daha ,tut defteri kitabı
Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı”
Mehmet amcam, dirsekleri bağdaş kurmuş vaziyetteki bacaklarının üzerinde, iki eli iki yanağında, gözlerini ekrana mıhlıyor sanki sözler kendisine söyleniyormuş gibi isminin geçmiş olmasından mı bilmem pür dikkat Barış Manço’yu dinliyor.
Yaz dostum, yoksul görsen besle kaymak bal ile
Yaz dostum, garipleri giydir ipek şal ile
Yaz dostum ,öksüz görsen sar kanadın kolunu
Yaz dostum, kimse göçmez bu dünyadan mal ile
Yaz tahtaya bir daha, tut defteri kitabı
Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı
Şarkı bitiyor odada sessizlik devam ediyor. Mehmet amca doğruluyor, babama dönerek “bu uzun saçlıyı Kayseri’ye müftü yapmak lazım” diyor. Bir Anadolu insanı ilk defa dinlediği Barış Manço’yu gönlünde müftülüğe layık görüyor.
SAHNE 4: (Barış Manço’yla Yüz Yüze)
Üniversite hayatının bitmesini beklerken 12 Eylül darbesi oluyor, Ordu yönetime el koyuyor, sokaklarda kardeş kanının akmamasına millet seviniyor ancak suçlu suçsuz birçok arkadaşım hapse giriyor, ben o yıl evleniyorum ve yedek subay olarak askere gidiyorum.
Askerlik sonrası Türkiye Diyanet Vakfına giriyorum. Diyanet Vakfı Ankara Sıhhiye’deki yayınevi kurucu müdürlüğü görevindeyken, İstanbul’a gitmem teklif ediliyor, olur diyorum. 1985’in başında Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki Yayınevinin Kurucu Müdürlüğünü üstleniyorum. Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisinin basım, yayım, tanıtım ve pazarlama faaliyetlerini yürütecek bir işletme kurulmasına karar veriliyor. Bu işletmesinin kurucu müdürü olarak Cağaloğlu’nda göreve başlıyorum.
İslam Ansiklopedisi fasiküllerle yayın hayatına başlıyor. Bir ve ikinci ciltlerin fasikülleri tamamlandıktan sonra aydın ve sanatçılarımıza bu ansiklopediyi takdim ve tanıtım faaliyetlerine başlıyoruz. Bu maksatla Barış Manço’dan da randevu talep ediyoruz, talebimiz uygun görülüyor.
1991’in Mayıs ayı. Kadıköy Moda’da hava çok güzel. Türkiye Diyanet Vakfı basın müşaviri Halil Kaya Beyle birlikte randevu aldığımız saatte Barış Manço’nun evinde oluyoruz. Barış Bey bizi güler yüzle karşılıyor. Doğukan’ın on, Batıkan’ın yedi yaşında olduğunu öğreniyoruz. Onlara imzalı kendi çocuk kitaplarımı hediye ediyorum. Lale Hanım,Türk misafirperverliğinin nezaket ve incelikleriyle bize ikramlarda bulunuyor. Biz İslam Ansiklopedisinin iki cildini Barış Manço’ya takdim ediyoruz. Bu eserin İslam dünyasında ilk telif İslam Ansiklopedisi olduğunu, Milli Eğitim Bakanlığ’nın mevcut İslam Ansiklopedisinin İngilizceden tercüme olduğunu, 6000 madde olduğunu, bizim ansiklopedimizin ise 22.000 maddeden oluşacağını, şimdilik yılda bir cilt çıktığını, zamanla yılda iki cilt çıkacağını anlatıyoruz. Gözlerini İslam Ansiklopedisinde gezdirirken dikkatle bizleri dinliyor, bir yandan da ansiklopediyi inceliyor. Güzel sanatların her alanıyla ilgili olduğunu bildiğimiz Barış Manço ansiklopediyi çok beğeniyor,”süre çok uzun değil mi ”diye soruyor. Biz böyle kıymetli bir eserin zor hazırlandığını izaha çalışıyoruz. “İnşallah tamamlanır”diyor. Emeği geçenleri tebrik ediyor.
İki saate yakın sohbetimiz oluyor. Biz kendisini sevdiğimizi söylüyoruz. Teşekkür ediyor, o da bizi sevmiş olacak ki söz sözü açıyor, sohbet uzuyor. Müzikten, edebiyattan ve eğitimden konuşuyoruz. Barış Manço’ya “sizin için musiki nedir” diye soruyorum. O “musiki benim için bir araçtır” diyor. Ben “amacınız nedir” diyorum. O “amacım musiki formu ile bu milletin değerlerini yediden yetmişe aktarmaktır” diyor, susuyor, düşünüyorum. Bu milletin değerleri dediği şeyler herhalde sevgi, paylaşma, yardımseverlik, güleryüz, selam verme, hoşgörü, vatan sevgisi...
Barış Manço’nun şarkıları aklıma geliyor. “Dağlar dağlar’ın ardında” “Gülpembe’nin vefatını öğrenen”,”Koca Topçu”nun taziyeye gittiğini, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’yı”ise “Halil İbrahim Sofrası”nda görüyorum. “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” unutulan “Ahmet Bey’in ceketi” ni alarak “Müsadenizle Çocuklar” deyip oradan ayrılıyor. Düşünüyorum, hepsi hikmet dolu, hepsi güzel sözler. “Kişiliğinizin üzerinde en çok kimin etkisi oldu” diye soruyorum. “Babam” diyor. “Babam tam bir Osmanlı beyefendisiydi.” Sonra ben “ne bahtiyar bir baba” diye geçiriyorum içimden.
TRT’deki” yediden yetmiş yediye” programının usta yapımcı ve sunucusuna “adam olacak çocuk” bölümünde çocuklarla diyaloğuna duyduğum hayranlığımı ifade ediyorum. “Çocuklar harika” diyor, ben “sizin çocuklarınızla ilişkiniz nasıl” diye soruyorum. “Çok güzel” diyor, Lale Hanım onu tasdik ediyor ve Barış Manço “biz evde baba- anne artı iki çocuk değiliz, biz evde dört bireyiz, kararları ortak alırız” diyor. Biri yedi, biri on yaşındaki çocuklarının adam yerine konması aklıma Peygamberimizin “Çocuklarınıza büyük insanlar gibi davranınız” hikmetli sözünü getiriyor. Barış Manço’ya hayranlığım bir kat daha artıyor.
SAHNE 5: (Kanlıca’da Vedalaşma)
1999 yılının son gecesi. Televizyonda bir alt yazı geçti.” Barış Manço rahatsızlanarak Siyami Ersek Göğüs-Kalp Damar Cerrahisi Hastanesine kaldırıldı” diye… Benimde kalbim sıkışmaya başladı, inşallah önemli bir şey yoktur dedik hanımla. Gece boyu devamlı dostlardan, hastaneden bilgi almaya çalıştık. Ertesi gün haberlerde Barış Manço’nun vefat ettiğini öğrendik. Bir yakının bir dostun ölümü insanın kalbini nasıl yakarsa, bende öyle oldum, çok üzüldüm. Eşim ve çocuklarım da çok üzüldüler. Çocukların Barış amcası artık yoktu. Adam olacak çocuklar adeta yetim kalmışlardı.
Haberlerden Barış Manço’nun cenazesinin 3 Şubat günü Levent Camiinden kalkacağını ve Kanlıca’daki Mihrimah Sultan mezarlığına defnolunacağını öğrendim. Cenazesinde bulunup tabutundan tutmayı düşündüm. Levent camiine gidersem protokolden dolayı bu arzum gerçekleşmeyebilirdi. Ben en iyisi mezarlığa gideyim, mezarlığın yüzü soğuktur fazla katılım olmaz diye düşünüp, kalkıp Kanlıca mezarlığına gittim.
Kanlıca iskelesinin yakınında arabayı park etmek için zor yer buldum. Mezarlığa doğru yürümeye başladım. Mezarlığa yaklaştıkça bazı insanların geri geldiğini gördüm. İnsanlardan bir grubu mezarlığa gidiyor, diğer bir grubu ise mezarlıktan geri geliyordu. Acaba dedim “cenaze mezara kondu mu ki bu insanlar geri dönüyorlar.” Merakla dönenlerden birine “neden geri dönüyorsunuz” diye sorunca, “maalesef polis izin vermiyor, yoğunluk çok fazla basın mensuplarından başkasını almıyorlar” cevabını aldım. Karınca yolu gibi, insanlardan genç yaşlı, kız erkek, bir grup yukarıya mezarlığa doğru gidiyor, bir grup da yukarı mezarlıktan aşağı sahile doğru iniyordu. Bir insan ancak bu kadar sevilebilirdi. O sevgiyle Yaradan’a sığınıp, kalabalığa karışıp ben de yürümeye başladım. Mezarlık kapısındaki polislere Diyanet Vakfında görevli olduğumu söyleyince, onlar da diyanet görevlisi zannedip,”Buyurun Hocam” diyerek mezarın başına kadar götürdüler.
Güneşli bir Şubat günü Barış Manço’nun mezarının başında belediye görevlileri ve basın mensupları ile cenazenin gelmesini beklemeye başladık. Hayatımda ölümü o kadar fazla tefekkür ettiğimi hatırlamıyorum. Bir an kendimi o mezarın içinde hissettim. Mezara konduğumu, üstümün toprakla örtüldüğünü, bütün sevenlerimin mezarımı birer birer terk ettiğini hayal ettim. Toprağın altı çok karanlık olsa gerek. Birden Peygamberimizin bir sözü aklıma geldi. “Mezar ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur”. İnşallah bizim için mezar cennet bahçelerinden bir bahçe olur diye ümitlendim. Bu düşüncelerle tekrar Barış Manço’nun mezarına baktım. Onun mezarını da böyle düşündüm, o bahçedeki çiçeklere toprak atmak için elimde kürek, mezarın başında dakikalarca bekledim. Cahit Sıtkı’nın “Otuz Beş Yaş”şiiri geldi aklıma:
“Neylersin ki ölüm herkesin başında,
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.”
Neden sonra cenaze arabası mezarlığa girdi. Mezarın yakınına kadar geldi. Ailesi, akrabası ve sevenleri tabutu cenaze arabasından yavaşça omuzlara aldılar, mezara kadar getirdiler. Mezarın başında yakınları, basın mensupları ve görevliler duruyordu. Birkaç dakika sonra baktım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Bey. Zaten protokolde de ondan başka kimse yoktu. O günler Tayyip Bey’in hapis cezasına çarptırıldığı günlerdi. Elli gün sonra o da hapse girecekti.
Mezarın içine bir belediye görevlisi ile Barış Manço’nun oğlu Doğukan indiler. Mezarın içinde Doğukan’ı hüzün, korku ve heyecan içinde görünce, “korkma dedim, o senin baban. Mezara koymak senin hakkın.” O anda Tayyip Bey mezarın başına geldi. Cenazeye yardım etmek istediği anlaşılıyordu. Tabutun kapağı açıldı. Beyaz kefenlere sarılmış, Barış’ın cenazesinin baş tarafından Recep Tayyip Bey, ayak tarafından ise ben tuttum. Akrabalarından bize yardım edenler oldu. Birlikte tabuttan çıkardık ve yavaşça mezardaki Doğukan ve görevlinin ellerine teslim ettik. Onlar da Barış Manço’yu kıbleye dönük vaziyete getirdikten sonra hazırlanmış tahta parçalarıyla cenazenin üzerini dik bir şekilde kapattılar ve tahtaların üzerine Yasin-i Şerif eşliğinde toprak atılmaya başlandı. Mezara üç dört kürek toprak attıktan sonra kenara çekildim. Barış Manço, mezarının başına gelenin ve üzerine toprak atanın gelecekte Türkiye’nin Başbakanı olacağını nereden bilebilirdi? Nasip işte…
Bazı dostlar şu soruyu sorabilirler: “Barış Manço’nun ölüm yıldönümünde yazı yazmak nereden icabetti ve neden 15 yıl sonra?” Bir sanatçıyı anlatan, tanıtan hiç şüphesiz eserleridir. Ben Barış Manço’yu sanata bakış açısıyla, eserleriyle, eserlerindeki mesajlarla, insanlara ve çocuklara verdiği değerle bilge bir kişi olarak tanıdım. Asil bir Osmanlı Beyefendisinin çocuğu olan Mehmet Barış Manço, bu toprağın yetiştirdiği az bulunan bir değerdir. Bu değerlere sahip çıkmak bizlerin vazifesi olsa gerek. Aslında her ölüm yıldönümünde bu hatıraları yazmaya niyetlendim ama değişik sebeplerle yazamadım. Bilmiyorum belki de İslam Ansiklopedisinin tamamlanmasını bekledim. Bu yazı belki de ona manen İslam Ansiklopedisinin bittiğini müjdeleyen bir mesaj olabilir. Çünkü tamamlanabileceğinden kuşkuları vardı.
Kuşlar bile kaderle uçarmış, yazılarında bir kaderi olsa gerek. Barış Manço Gökkubbe’de hoş bir sadâ bıraktı. Allah rahmet eylesin, makamı cennet olsun.