İkisini de üretemedik, “inşaat yetiştiriyoruz.” Belediyenin hizmet afişinde de şunu gördüm; “280.000 ton asfalt döktük, daha da dökeceğiz.” Asfalt dökmek demek, toprağı ziftlemek, katranlamak, topraksız kalmak değil mi? Biz Müslümanların tabiat-insan ilişkisinde varıp duracağı yer bu mu?
Necmettin Erbakan Hocamız “'Davam” kitabında şöyle diyordu:
“Gümüş Motor'un ilk prototipi yapılıp test için ilgili makamlara götürüldüğünde bir engel çıktı. Neymiş? Avrupa standartlarına göre 5,6 litre olması gereken yakıt, bizim motorda 5,7 litre çıkmış. Bunun için onay veremeyeceklerini söylediler. Geri dönüp tekrar çalışmaya başladık. Gümüş Motor'u, Avrupa standartlarının dahi altında, saatte 5,5 litre motorin harcar hâle getirdik. Yine standartlara uygun olmadığı gerekçesiyle reddedildi. Tabii ki mesele aslında standart meselesi değildi. Mesele, Türkiye'nin şeftali yerine, motor üretmek istemesiydi. O yıllarda düzenlenen otomobil kongresinde, “şeftaliden başka bir şey üretemeyiz” diyenler var. Ama biz o kongrede kürsüye çıkıp, “işte motor üretildi” diye gösterince hepsinin sesi kesildi.”
Gerçekte burada mesele motoru ne için üretmek istediğimizden çıkıyor. Kadim bir “araba sevdamız” var. Otomobil, bir fetiş makinesidir, tekerlekli bir puttur. Küçük çiftçiye traktör vermekle Timur'un fillerine baktırmak arasında bir fark da göremeyiz. Demokrat Parti'nin tarımda makineleşme uygulamasının neticesi on binlerce küçük toprak sahibinin iflas edip kentlere ırgatlık yapmak üzere göçmesiyle sonuçlandı. 1923-1950 arası Türkiye'nin kentleşme eğilimi yüksek değildir. 1950-1960 arası tarımda makineleşme küçük tarım işletmelerinin yok olmasıyla sonuçlandı. 1960-1980 arası kent varoşlarında mantar gibi biten gecekondular, köyden kente göçmek zorunda kalan işsiz kitlelerin mecburi sığınağı idi. Türkiye'de kentleşme süreci, “beytu'l mal”ın yani halkın ortak malının üzerinde işgal-kondu yapmakla başladı. Gerçekte kentleşmenin sanayileşmeyle başlaması gerekirdi, sanayileşmenin işçi talep etmesi gerekirdi. Tam tersini yaşadık; kır, üstündeki insanı kente kovaladı. Sanayi şimdi yine işçi talep etmiyor, işini robota yaptırıyor. Biz makineye çalışacaksak, makineyi niçin istiyoruz?
Küresel kapitalizme, “Şeftaliyi, fındığı, pirinci, inciri, çileği biz üreteceğiz” diyebilseydik, Türkiye bu yoğun iç göçü yaşamayacak, kentler büyümeyecek, kimse evsiz kalmayacak, kent-içi ulaşım kriziyle halk asfalt - otomobil marazına yakalanmayacaktı. Buna “Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak” diyorlar ise de, vatandaş sadece bulgurdan değil evinden de oldu. Kentlere yığılıp konut için borçlandı.
Biliyorum, “Otomobilsiz yaşanmaz, medeniyetsiz kalınmaz” diyeceksiniz.
Fakat Avrupa'da meseleye böyle bakılmıyor. Almanya'da 80 milyon nüfus bizimki kadar bir coğrafyaya serpiştirilmiştir, en büyük nüfuslu kentleri beş milyondur. Almanlar bizden daha mı geri düşünceli ki, İstanbul gibi bir 15-20 milyonluk kente ağız suyu akıtmıyor.
LÜTFİ BERGEN YENİ SÖZ
YAZININ TAMAMI İÇİN:
http://www.yenisoz.com.tr/mesele-seftali-uretmekti-motor-da-uretemedik-makale-12211