Zeybek'in İslam'ın yayılışı yle ilgili söyleyecekleri vardı..
Akademik Çalışma Grubu (AÇG), bu hafta Ahmet Yesevi Vakfı mütevelli heyeti başkanı ve eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’i ağırladı.
TÜRKLER KILIÇ ZORUYLA MI MÜSLÜMAN OLDU?
Zeybek, konuşmasına öncelikle insanların zihninde birçok batıl görüşün yanında “Türkler kılıç zoruyla Müslüman olmuştur.” fikrinin ne kadar yanlış olduğunu vurgulamakla başladı.
Bu tezi savunmak için birçok yazı, makale ve kitap yazıldığından ancak bu kitapların ilmi kitaplar olmadığından bahseden Zeybek, İslamiyet’te kılıç zoruyla müslüman yapmak diye bir şeyin söz konusu olmadığını söyledi. Mekke’nin fethinden sonra Kabe’nin anahtarının kime emanet edileceği ile ilgili bir olay anlatan Namık Kemal Zeybek gayrimüslim olan Osman bin Talha’dan Kabe’nin anahtarının alınması üzerine “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” şeklinde meal olunan Nisa Suresi’nin 58.ayetinin indiğini ifade etti. Mekke fethedildikten sonra bile insanların dinlerini değiştirmeye zorlanmadığını, ancak hâkim din İslamiyet olduğu için Müslüman olan kişilerin olduğunu söyleyen Zeybek, bu yüzden Müslüman ve mümin kavramlarının aynı olmadığını vurguladı.
İRAN’IN FETHİ CİHAD DEĞİLDİR
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde İslamiyet’in yayıldığını ifade eden Namık Kemal Zeybek İran’ın fethinin cihad olarak adlandırıldığını ama bunun yanlış olduğuna da değindi. Cihadın saldırı durumundan kendisini ya da mazlum hakları kurtarmak için mümkün olduğunu, din yaymak için cihad yapılamayacağını, dinin ancak tebliğ ile yayılabileceğini söyledi ve İslam devletlerinin yaptığı fetihleri cihad değil devlet politikasının gereği olarak değerlendirmek gerektiğini de ekledi.
İRANLILARLA TARİH BOYUNCA İÇ İÇE YAŞADIK
Hz. Ömer döneminde İran’ın alınmasıyla İslamiyet’in Ceyhun’a (Amuderya) kadar dayandığını söyleyen Zeybek bunun İran ve Turan’ın sınırlarını belirlediğini, bizlerin İranlılarla tarih boyunca hep iç içe yaşadığımızı belirtti. Bu yüzden Türkçe ve Farsça’daki yakınlığın zannedilenden fazla olduğunu söyleyerek örnekler verdi. İran’da bu dönemde çoğu Fars olmakla beraber pek çok halkın olduğunu belirten Zeybek bu halkların müslaman olmaya başladığını ve içlerinde Türklerin de olduğunu ifade etti. Ancak Türklerin kitleler halinde müslümanlaşmasının bu dönemde olmadığını vurguladı.
KUTEYBE BİN MÜSLİM TÜRKLERE ZALİMCE SALDIRDI
Konuşmasına Muaviye ile İslam devletleri tarihinde yeni bir dönemin başladığını söyleyerek devam eden Namık Kemal Zeybek, bu dönemden sonra gelen halifelerin halife sayılamayacağını çünkü saltanatlaşmanın başladığını vurguladı ve Emeviler döneminde Ömer ibn-i Abdülaziz’in halifeliği hak eden tek kişi olduğunun söylenebileceğini ifade etti. Emevi hükümdarlarından Abdülmelik zamanında Irak’a vali tayin edilen Haccac-ı Zalim tarafından Horasan’a vali tayin edilen Kuteybe bin Müslim’in Türklere zalimce saldırdığından bahseden Zeybek, Kuteybe’nin bu saldırılarında Türkleri müslümanlaştırma amacının olmadığını hatta Türklerin Müslüman olmasını da istemediğini ifade etti.
Bu dönemde yapılan savaşın müslüman-gayrimüslim savaşı değil iki devletin savaşı olarak görülmesi gerektiğini vurguladı. 750 yılına kadar bu şekilde devam ederken Emevi Devleti yıkılması ve 751 yılında yapılan Talas Meydan Muharebesi ile Türklerde İslamiyet’e karşı bir yumuşa başladığını söyledi. Türklerin müslümanlaşmasının 9.yy sonu ve 10. yy başlarında yoğunlaştığını belirten Sayın Zeybek o dönemde yaklaşık 200 bin çadır halkının müslüman olduğunu ifade etti. Türklerin müslümanlaşmasında birinci etkinin Hüseyin bin Mansur’un (Hallac-ı Mansur) yüzlerce müridi ile Türk dünyasını dolaşması olduğunu söyledi ve bu yüzden Türk müslümanlığının vahdet-i vücuda dayandığını belirtti. Hüseyin bin Mansur’dan faydalanan Satuk Buğra Han’ın müslüman olduğunu ve Abdülkerim adını alarak ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar Devleti’ni kurduğu açıkladı.
HACI BEKTAŞ VELİ’Yİ ANADOLU’YA AHMET YESEVİ GÖNDERDİ
12. yy’da Hoca Ahmet Yesevi mektebini Türkçe esasına göre kurana kadar Türklerin farklı dinlere mensup olduğunu ekleyerek konuşmasına devam eden Namık Kemal Zeybek, Hoca Ahmet Yesevi’nin binlerce öğrenci yetiştirip müridlerini Türk dünyasına gönderdiğini söyledi.
Hoca Ahmet Yesevi tarafından gönderilen Hacı Bektaş-ı Veli ve yanında Sarı Saltuk’un Anadolu’da müslümanlığı Türkçe esasına göre yaydıklarını ifade eden Zeybek, Cengiz Han’ın istilası olmasaydı Ahmet Yesevi tarafından gönderilen alperenlerin bu kadar şanslı olamayabileceklerini sözlerine ekledi.
Selçuklu döneminde resmi dil Farsça olmasına rağmen alperenlerin Türkçe’yi binlerce yıldır Türk yurdu olan Anadolu’da dirilttiklerini söyledi. Sayın Zeybek, Osman Gazi, Orhan Gazi etrafında toplanmış olan Alperenlerin tarımcılara tarımı öğrettiklerini, esnafı teşkilatlandırdıklarını ifade etti. Günümüzde Hacı Bektaş-ı Veli ve onun piri Hoca Ahmet Yesevi’nin aralarına açmaya çalışan, onların birbiriyle bağlarının bulunmadığını söyleyen insanların olduğunu belirterek bu tür girişimleri kötü niyetli girişimler olarak değerlendirdiğini ifade etti.
ATATÜRK: DÖNEMİ GELİNCE DERGÂHLARI AÇARSINIZ
Dinleyicilerden gelen “Osmanlı Devleti bu kadar başarılı olmayı nasıl başardı?” sorusu üzerine Osmanlı’daki İslamiyet anlayışından bahseden Zeybek tarihte Osmanlı Devleti gibi tasavvuf üzerine kurulmuş başka bir devletin olmadığını ve bu başarının buradan ileri gelebileceğini ifade etti. Osman Bey, Orhan Bey ve Yıldırım Bayezid dönemlerinde en yaygın tarikatın Bektaşilik olduğunu belirtti.
16. yy’da ise Şah İsmail ile Selim Han’ın savaşmasıyla Osmanlı’da bir dönüşüm olduğunu Bektaşiliğin birincil anlayış olmaktan çıkarak onun yerine sünni anlayışın hakim olmaya başladığını söyleyen Zeybek böylece Hoca Ahmet Yesevi’nin öneminin azalmaya başladığını ifade etti.
II. Mahmut döneminde -ki devletin yıkılış süreci onunla başlar- yeniçeri ordusunun kaldırılmasını büyük bir yanlış olarak nitelendiren Sayın Zeybek yeniçerilerin kendilerini kurtarmak için Bektaşilere sığındıklarını ve Bektaşilerinde bu sebeple tenkit edilmeye başladıklarını belirtti.
Osmanlı’nın son dönemlerinde her kurumda olduğu gibi tasavvufi kurumlarda da bozulmalar olduğunu söyledi. Bu sebeple Cumhuriyet’in başlarında tekke ve zaviyelerin yasaklanmasının o dönemin gereği olduğunu belirterek Atatürk’ün yaptıklarının döneminden bağımsız düşünülmemesi gerektiğini belirtti.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’e Atatürk’ün dergâhların kapatılmasıyla ilgili “Dönemin gereği idi biz kapattık. Zamanı gelince açarsınız.” dediğini ifade eden Sayın Namık Kemal Zeybek konuşmasını Türk milliyetçilerinin önünü ancak demokrasinin açabileceğini söyleyerek ve Mevlana’nın “ Biz pergel gibiyiz bir ayağımız şeriatta bir ayağımız dolaşır 72 milleti.” sözüyle konuşmasına son verdi.
cafesiyaset.com