Türkiye değişirken dış politikası statik kalamazdı
Türkiye'yi Batılıların gözünde farklı kılan önemli özelliklerinden biri de bir yanının Doğulu oluşudur. Her ne kadar bu bir soru işareti olarak Avrupa ile aramızdaki ilişkilerde sürekli karşımıza çıksa da "Orta Doğu'da güçlenen Türkiye" imajı 21. yüzyılda elimizdeki en önemli kartlardan biri olacak. "Ankara, eksen değiştirip yüzünü Doğu'ya mı dönüyor?" sorusunu dillendirenlerin büyük kısmı, Türkiye'nin Orta Doğu'da yükselen bir değer olarak algılanmasını içten içe gıpta ederek takip ediyor. Türkiye'nin bölgeye yönelik yeni açılımlarının nerede duracağını kestiremeyenler, haddinden fazla tedirgin tavırlar sergiliyor. Bu süreci doğru okuyabilenlerin tavırları ve tepkileri çok daha olumlu.
Geçen hafta birtakım açıklamalarda bulunan Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, "Doğu ile Batı arasında köprü vazifesi gören ve dünyanın en problemli bölgesi Orta Doğu'da birleştirici bir role sahip Türkiye'nin AB'ye üye olmasına karşı çıkmak kadar mantıksız bir şey olamaz." ifadeleri ile Türkiye'nin Doğu'ya açılım sürecini doğru okuyanlardan olduğunu gösteriyor.
Jagland'ın durduğu noktadan baktığımızda Türkiye'nin Doğu'ya yönelik aktif politikalarının sadece Ankara'nın çıkarlarına hizmet etmediğini görebiliyoruz. Irak savaşı sonrasında Batılı değerler Orta Doğu coğrafyasında 'büyük bir yalan' olarak algılanmaya başladı. Iraklı gazeteci Zeydi'nin Bush'a fırlattığı ayakkabıları, bölge insanı adına 'bana verdiklerini geri al' çıkışı olarak da okuyabiliriz.
Hâlbuki Orta Doğu toplumlarının içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durum, bu tepki ile örtüşmüyor. Süratle siyasi yapılarını demokratikleştirip ekonomilerini daha verimli ve dünyaya açık hâle getirmesi gereken ülkeler, bir şekilde bu açmazın içinden kurtulmak zorunda. Bu noktada Pandora'nın Kutusu'nu açma şansı olan en güçlü ülke ise Türkiye. Son dönemlerde 1 Mart tezkeresi, Gazze saldırısına verdiği net tepki ve İsrail'in sınırsız hareket alanına doğal sınırlar getirmeye çalışan duruşu ile Ankara, Doğu'da güvenilen bir ülke konumuna geldi. Bu kredi bölge insanlarının değişimi ve siyasi yapılarının demokratikleştirilmesi için kullanılabilir.
Doğal bir süreçte içinde Ankara'nın peş peşe vizeleri kaldırmaya başladığı ülkeler, Türkiye ile çok daha yakın ilişkiler içinde bulunacaklar. Toplumlar arasındaki iletişimle birlikte etkileşim de artacak. Kendi yakın geçmişi ve antidemokratik yapıları ile hesaplaşmaya çalışan Türkiye, bu dönemi başarılı bir şekilde AB sürecine paralel olarak tamamlayabilirse 'Batı' için de 'Doğu' için de vazgeçilemeyecek bir konuma ulaşacak.
Geçmişte kapı komşusu Suriye ile sadece 100 milyon dolarlık bir dış ticaret hacmi olan Türkiye'nin bu rakamı süratle 3 milyar dolara çıkartmış oluşu, sadece normalleşmenin bir göstergesidir. Normal olmayan, uzun yıllar boyunca biraz da konjonktür gereği Türkiye'nin yanı başındaki ülkelerle geliştiremediği ilişkilerdi.
Unutulmaması gereken önemli nokta şu: Tüm bunları yaparken Ankara, 'Batı' ile ilişkileri ihmal etmiyor. Avrupa Birliği ile ilişkileri devam ettirirken, ABD ile son dönemde hiç olmadığı kadar yakın ve kişilikli politikalar geliştiriyor. Tarihimiz boyunca düşman olarak algılanmış ve sürekli mesafeli kalınmış Rusya, dış politikamızda çok önemli yollar katettiğimiz bir başka adres. Özetle, Doğu'ya açılım girişimleri, 'Batı ekseninin' alternatifi değil, güçlendirici payandaları. Özgürlüklerin ve ekonomik refahın tabana inmeye başladığı bir ülke bu süreci şüphesiz öncelikle Avrupa Birliği'ni modellemesine borçlu.
Diğer taraftan AB haricinde hiç kimseyle ticaret yapamayan, elindeki pazarlık kartları güçlü olmayan bir ülkenin Brüksel'de sıkı pazarlıklar yapması söz konusu bile olamaz. Yıllarca sadece stratejik ve jeopolitik değerlerini pazarlamaya çalışan Ankara, artık realize ettiği değerlerle 'Batı nezdinde çok daha güçlü bir imaj çiziyor. Aynı şekilde resmin diğer yanına baktığımızda Orta Doğu'da Türkiye'yi değerli kılan etkenler arasında Ankara'nın Batı ile sürdürdüğü başarılı ilişkiler olduğu net bir şekilde görünüyor.
Burası, tahmin edilenin ötesinde çok renkli bir coğrafya. Bize kalan, bu değerli renkleri karartmadan her birine ayrı önem göstererek yolumuza devam etmek. Ankara da bunu yapmaya çalışıyor.
Selim Savaş Genç / AKSİYON
Türkiye'yi Batılıların gözünde farklı kılan önemli özelliklerinden biri de bir yanının Doğulu oluşudur. Her ne kadar bu bir soru işareti olarak Avrupa ile aramızdaki ilişkilerde sürekli karşımıza çıksa da "Orta Doğu'da güçlenen Türkiye" imajı 21. yüzyılda elimizdeki en önemli kartlardan biri olacak. "Ankara, eksen değiştirip yüzünü Doğu'ya mı dönüyor?" sorusunu dillendirenlerin büyük kısmı, Türkiye'nin Orta Doğu'da yükselen bir değer olarak algılanmasını içten içe gıpta ederek takip ediyor. Türkiye'nin bölgeye yönelik yeni açılımlarının nerede duracağını kestiremeyenler, haddinden fazla tedirgin tavırlar sergiliyor. Bu süreci doğru okuyabilenlerin tavırları ve tepkileri çok daha olumlu.
Geçen hafta birtakım açıklamalarda bulunan Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, "Doğu ile Batı arasında köprü vazifesi gören ve dünyanın en problemli bölgesi Orta Doğu'da birleştirici bir role sahip Türkiye'nin AB'ye üye olmasına karşı çıkmak kadar mantıksız bir şey olamaz." ifadeleri ile Türkiye'nin Doğu'ya açılım sürecini doğru okuyanlardan olduğunu gösteriyor.
Jagland'ın durduğu noktadan baktığımızda Türkiye'nin Doğu'ya yönelik aktif politikalarının sadece Ankara'nın çıkarlarına hizmet etmediğini görebiliyoruz. Irak savaşı sonrasında Batılı değerler Orta Doğu coğrafyasında 'büyük bir yalan' olarak algılanmaya başladı. Iraklı gazeteci Zeydi'nin Bush'a fırlattığı ayakkabıları, bölge insanı adına 'bana verdiklerini geri al' çıkışı olarak da okuyabiliriz.
Hâlbuki Orta Doğu toplumlarının içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durum, bu tepki ile örtüşmüyor. Süratle siyasi yapılarını demokratikleştirip ekonomilerini daha verimli ve dünyaya açık hâle getirmesi gereken ülkeler, bir şekilde bu açmazın içinden kurtulmak zorunda. Bu noktada Pandora'nın Kutusu'nu açma şansı olan en güçlü ülke ise Türkiye. Son dönemlerde 1 Mart tezkeresi, Gazze saldırısına verdiği net tepki ve İsrail'in sınırsız hareket alanına doğal sınırlar getirmeye çalışan duruşu ile Ankara, Doğu'da güvenilen bir ülke konumuna geldi. Bu kredi bölge insanlarının değişimi ve siyasi yapılarının demokratikleştirilmesi için kullanılabilir.
Doğal bir süreçte içinde Ankara'nın peş peşe vizeleri kaldırmaya başladığı ülkeler, Türkiye ile çok daha yakın ilişkiler içinde bulunacaklar. Toplumlar arasındaki iletişimle birlikte etkileşim de artacak. Kendi yakın geçmişi ve antidemokratik yapıları ile hesaplaşmaya çalışan Türkiye, bu dönemi başarılı bir şekilde AB sürecine paralel olarak tamamlayabilirse 'Batı' için de 'Doğu' için de vazgeçilemeyecek bir konuma ulaşacak.
Geçmişte kapı komşusu Suriye ile sadece 100 milyon dolarlık bir dış ticaret hacmi olan Türkiye'nin bu rakamı süratle 3 milyar dolara çıkartmış oluşu, sadece normalleşmenin bir göstergesidir. Normal olmayan, uzun yıllar boyunca biraz da konjonktür gereği Türkiye'nin yanı başındaki ülkelerle geliştiremediği ilişkilerdi.
Unutulmaması gereken önemli nokta şu: Tüm bunları yaparken Ankara, 'Batı' ile ilişkileri ihmal etmiyor. Avrupa Birliği ile ilişkileri devam ettirirken, ABD ile son dönemde hiç olmadığı kadar yakın ve kişilikli politikalar geliştiriyor. Tarihimiz boyunca düşman olarak algılanmış ve sürekli mesafeli kalınmış Rusya, dış politikamızda çok önemli yollar katettiğimiz bir başka adres. Özetle, Doğu'ya açılım girişimleri, 'Batı ekseninin' alternatifi değil, güçlendirici payandaları. Özgürlüklerin ve ekonomik refahın tabana inmeye başladığı bir ülke bu süreci şüphesiz öncelikle Avrupa Birliği'ni modellemesine borçlu.
Diğer taraftan AB haricinde hiç kimseyle ticaret yapamayan, elindeki pazarlık kartları güçlü olmayan bir ülkenin Brüksel'de sıkı pazarlıklar yapması söz konusu bile olamaz. Yıllarca sadece stratejik ve jeopolitik değerlerini pazarlamaya çalışan Ankara, artık realize ettiği değerlerle 'Batı nezdinde çok daha güçlü bir imaj çiziyor. Aynı şekilde resmin diğer yanına baktığımızda Orta Doğu'da Türkiye'yi değerli kılan etkenler arasında Ankara'nın Batı ile sürdürdüğü başarılı ilişkiler olduğu net bir şekilde görünüyor.
Burası, tahmin edilenin ötesinde çok renkli bir coğrafya. Bize kalan, bu değerli renkleri karartmadan her birine ayrı önem göstererek yolumuza devam etmek. Ankara da bunu yapmaya çalışıyor.
Selim Savaş Genç / AKSİYON