Atilla Yayla/Zaman
Türkan Saylan ve 27 Mayıs
Türkan Saylan bir tıpçıydı. Bir akademisyen olarak çalışmalarının kalitesini değerlendirebilecek bilgi ve yetkiye sahip değilim. Profesörlük noktasına ulaşabildiğine ve yurtiçinde ve dışında tanındığına göre demek ki meslektaşları kendisini yeterli bulmuş ve takdir ve taltif etmişler dememiz gerekir
Buna karşılık hastalarla birebir muhatap olan, hayatın içinde bir hekim olarak Saylan'ın gayet başarılı olduğunu gösteren epeyce delil var. Bunların en başında zor bir alan olan cüzzamla savaşta öncülük etmesi ve fedakârca çalışmış olması geliyor. Medyaya yansıyan bilgilere göre Saylan, ülkenin cüzzamla mücadelesinin en önemli ismiydi. Hastalarıyla yakından ilgilenen, müşfik, merhametli bir hekimdi. Hastalarının onu böyle hatırlayacak olması çok sevindirici. Belki de geriye bıraktığı en büyük miras veya onu takip edecek en büyük iyilik bu.
Türkan Saylan'ın bir diğer özelliği ÇYDD adlı bir "sivil toplum kuruluşu"na öncülük etmesiydi. Öyle anlaşılıyor ki bu derneği bir grup kurdu ama daha sonra Saylan'ın adı öne çıktı. Ve Saylan bu dernek içinde çok sayıda insanı bir araya getirmeyi, motive etmeyi, kaynak bulmayı ve belli hedeflerin peşinden sabırla koşmayı başardı. Bu yönüyle o bir sivil toplum önderiydi. Ve takip edebildiğim kadarıyla bu rolünde gayet enerjik, çok gayretli, hayli becerikliydi.
Türkan Saylan ismi, belki de kaçınılmaz olarak, duruşu, felsefesi ve faaliyetleri sebebiyle, son yıllarda sık sık gündeme gelmekteydi. Bilhassa Ergenekon davası çerçevesinde evinde yapılan arama adı etrafında adeta bir fırtına kopardı. Yaşlı ve hasta bir kadının evinde yapılan bir aramanın insanların vicdanında uyandırabileceği rahatsızlık bazı kesimlerce siyasi mesajlar vermenin ve Ergenekon soruşturmasını engellemenin aracı olarak kullanılmak istendi. Oysa, arama, Türkiye'deki adli süreçler ortalamasının çok üstünde bir özen, hürmet ve şeffaflıkla gerçekleştirilmişti. Ancak, Ergenekon soruşturmasından hazzetmeyenler aramayı bir silaha çevirip Ergenekon yargılamasına karşı kullanmak için ellerinden geleni yaptı.
Arama olayından sonra Saylan'ın aile geçmişini sorgulayan, misyonerlik faaliyetleri yürüttüğünü, PKK'lılara burs vererek teröre destek olduğunu öne süren bir propaganda kampanyası yürütüldü. Bu kampanyada kullanılan iddiaların ana kaynağı devletin resmi organlarının (MİT ve Özel Kuvvetler) Saylan'la ve ÇYDD'yle ilgili raporlarıydı. Dindar-muhafazakâr bazı medya organları da hataya ortak olarak bu çizgide yayın yaptı.
Hem Saylan üzerinden Ergenekon'u sulandırma çabalarının hem de Saylan'ın aile geçmişini sorgulamanın ve onu misyonerlikle suçlamanın yanlış olduğu açıktır. Ergenekon soruşturması devam etmelidir ve yargı görevlileri şüphelilerin özel durumlarını dikkate almaksızın adalet ilkeleri çerçevesinde gerekeni yapmalıdır. Uzun vadede adaletin tecellisi en önemli şeydir. Ayrıca bu davanın Türkiye demokrasisinin geleceğinin belirlenmesinde hayati bir rolü olacaktır. Ancak, bir insanı dini, ailevi geçmişi sebebiyle suçlamak da yanlıştır. Gerek devlet organları-görevlileri gerekse sivil-dindar çevreler misyonerlik faaliyetleriyle ilgili korku ve endişelerini bir tarafa atmalı ve bu konuda evrensel din ve ifade özgürlüğü standartlarını benimsemelidir.
Türkan Saylan'ın asıl zayıf noktası annesinin bir eski Hıristiyan olması, kendi dünya görüşündeki kimseleri desteklemeye dayanan sivil toplum faaliyetleri filan değil, durduğu ideolojik çizgi, zihniyet dünyası ve bunların bazı pratik yansımalarıdır. Bir tıpçı akademisyen ve iyi bir hekim olması bunu görmemizi engelleyemez. Saylan'ın mensup gözüktüğü zihniyet, ne yazık ki, "çağdaş yaşam"ı simge söz haline getirmesine rağmen, çağdaşlığın ne olduğunu pek kavramışa benzememektedir. Çağdaşlık bir hayat tarzının dayatılmasına değil, farklı hayat tarzlarının bir arada yaşatılabilmesine dayanır. Önüne hangi sıfatı eklerseniz ekleyin hiçbir hayat tarzı bir diğerlerinden kendiliğinden üstün ve kamu otoritesi tarafından pozitif ayrımcılığa tabi tutulmaya layık değildir. Açık ve geniş bir toplumda bir veya iki değil birçok hayat tarzı bulunur. Hatta, bir insan hayatı boyunca birden çok hayat biçimini tecrübe edebilir. Dahası, birçok kişi melez hayatlar yaşar. İyi toplum tek hayat biçiminin egemen olduğu toplum değil farklı hayat tarzlarının var ve hatta rekabet içinde olduğu toplumdur. Ne yazık ki Saylan'ı da kuşatan bir zihniyet, liberal düşünceden etkilenmediği için, bu gerçeği görememiştir.
Burada bir noktayı açıklığa kavuşturmakta fayda var. Bir insan veya bir grup insan şu veya bu hayat tarzını en iyi tarz görüp benimseme, başkalarına da benimsetmek için şiddet ve tacize başvurmadan mücadele etme hakkına elbette sahiptir. Bu amaçla dernek kurabilir, propaganda yapabilir, yayın ve toplantı faaliyetleri yürütebilir. Buna engel olunması insan haklarının ihlal edilmesi anlamına gelir. Ancak, bütün bunlar demokrasinin sınırları içinde ve sivil toplum faaliyetleri olarak gerçekleştirilmelidir. Türkan Saylan'ın simgesi hâline geldiği dernek ne yazık ki demokrasi sınırları içinde kalamamıştır. Savunduğunu söylediği hayat tarzının devlet tarafından topluma empoze edilmesini istemiştir. Başka hayat tarzlarının bastırılmasını ve bunun için kamu otoritesinin kullanılmasını talep etmiştir. Bu yüzden, söz konusu derneğin kelimenin gerçek anlamında bir sivil toplum kuruluşu olabilmek için sahip olunması gereken şartların en önemlisine sahip olmadığı söylenebilir.
Cüzzamla mücadelede, doktorluk mesleğinde başarılı bir sınav veren Saylan ne yazık ki felsefî ve siyasî olarak yanlış bir noktada durmuştur. Böylece hümanist tarafını önemli ölçüde heba etmiştir. Bir taraftan haklı olarak ve takdire şayan bir çabayla kız çocuklarının okutulmasını temin etmeye ve ataerkil kültür ortamının kadınları tahakküm altına almasına engel olmaya çalışmış, ama öbür taraftan başı örtülü kızların okutulmaması yolundaki meşum çabalara katkı sağlamıştır. Bununla da kalmamış, onları ve ailelerini aşağılamıştır. Ergenekon çevreleriyle operasyonel bir işbirliği içinde olduğuna pek ihtimal vermememe rağmen, dindarlara yönelik ağır ve ayrımcı sözleri ile sık sık nefret konuşmasının tuzağına düşmüştür. Çok üzülerek söylemek zorundayım ki, Saylan, gerçekten demokrat olduğunu söylememizi sağlayacak bir entelektüel sicil miras bırakabilmiş de değildir. Lüzumsuz yere siyasî tartışmalara taraf olmuş ve seçilmiş politikacıları, Adnan Menderes'in katli üzerinden idam sehpası hatırlatması yaparak, bir anlamda, tehdit etmiştir. Seçimlerde halkın tercihi ne olursa olsun gerçek iktidarın onun gibilerden oluşan dar bir grubun elinde bulunduğunu ve bu grubun istemediği hiçbir şeyin yapılamayacağını ilan, ifşa, iddia etmiştir. 2007'deki 27 Nisan elektronik muhtırasına, 367 rezaletine itiraz etmemiştir. "Ne şeriat ne darbe" sözü de onun demokrasiye bağlılığının delili olamaz. Bir defa yüz yıllık muhayyel bir tehlike ile tekrar tekrar gerçekleşmiş bir tehlike ile aynı kaba konulamaz. İkinci olarak, "ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz" ise darbe karşıtlığı darbe izlerine ve teşebbüslerine açıkça karşı çıkılarak ispatlanabilir. İki gün önce yıldönümünü yaşadığımız meşum 27 Mayıs darbesine ve iki sene önceki demokrasiye yönelik muhtıraya karşı çıkmayan birinin demokratlığına ne kadar şahitlik edebiliriz?
Her ölümlü gibi Türkan Saylan da dünyadan ayrıldı. Sevenlerinin ve yakınlarının başının sağ olmasını dilerim. Türkan Hanım'ın darbelere açık, nefret konuşması yapmaya temayüllü tarafının değil, hümanist, müşfik, merhametli hekimlik tarafının takipçilerine rehber olmasını temenni ederim.