Başbuğ, Vatan Gazetesi'nden Damla Güler'e uzun bir mektup yazdı.
İşte o mektuptan bazı bölümler:
“28 Aralık 2011 Çarşamba akşamı ‘20. Yüzyılın En büyük lideri, Mustafa Kemal’ adlı kitabımın son bölümü üzerinde çalışıyordum. Hafta boyunca da kamuoyunda ‘İnternet Andıcı’ olarak bilinen davanın duruşmaları devam ediyordu. Duruşmaları basından ve avukatımdan aldığım bilgilerle yakınen takip ediyordum. O akşam, duruşmaların cereyanına ilişkin aldığım bilgilerle pek uyuşmayan ve beklemediğim bir haber bana ulaştı. Bazen haberin ne olduğu ve taşıdığı önem karşısında size nasıl ve nerden ve hangi amaçlarla ulaştığının pek fazla önemi olmuyor. Haber şöyleydi: ‘İnternet andıcı davası kapsamında önümüzdeki günlerde tutuklanacaktım’ Genelkurmay başkanlığı dönemimde edindiğim tecrübelere göre bu haberin doğru olma ihtimali vardı. Durumu avukatımla ve diğer yetkili kişilerle değerlendirdik... Benim için yapılabilecek tek şey istenilen gün ifade vermeye gitmekti. 5 Ocak 2012 günü ifade vermeye çağrıldım. Gittim ve 6 Ocak 2012 günü sabaha karşı tutuklandım. Haber doğru çıkmıştı.”
Kime isyan edeceğim?
“206 gündür Silivri’de tutuklu olarak bulunmaktayım. Eşimle son yaptığımız görüşmede kendisi birazda kızgınlıkla bana şöyle dedi: ‘Çocuklar, avukat hepiniz susuyorsunuz. Yaşatılan haksızlıklara neden yeterince tepkili davranmıyorsunuz?’ İçimden ona hak verdim. Peki ben kime sesleneceğim, sesimi duyuracağım? Yüce Türk Milleti ve biz askerler biliyoruz ki, Türk ordusu Türk Milletinin ordusudur. Atatürk’ün ordusudur. Şimdi birileri kalkmış, Türk ordusunun komutanını ve onun çalışma arkadaşlarınn terörist olduğunu, Türk ordusunun bir terör örgütü olduğunu iddia etmektedir. Aziz Milletim, senin evlatlarından oluşan ordumuzun bir terör örgütü olduğu ileri sürülmektedir.”
Bizi siz atadınız
“Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan; bizi bu görevlere sizler atadınız. Anayasa ve yasalarda belirtilen yetki ve sorumluluklar çerçevesinde görev yaptık, mesai arkadaşlığı yaptık. Şimdi bizlerin terörist, Türk ordusunun da adeta bir terör örgütü olarak gösterilmesini anlayamadık. Bırakalım yargı gerçeği ortaya çıkarsın diyebilir misiniz? Bizler devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü hedef alan terörist faaliyetlere karşı, hayatımızı tehlikeye atmaktan çekinmeyerek, mücadele eden kişileriz. Genelkurmay karargahımdaki arkadaşlarımla beraber terörist ve darbeci olduğumuz iddiası ile karşı karşıya bırakılmış olmamızı, bize reva görülen bu durumu, bize ve ailelerimize yaşatılanları, adalet sisteminin içinde bulunduğu durumu elbette kabullenmemiz bizden beklenmemelidir.”
TSK terör örgütü mü?
“Terörler Mücadele Kanunu’nun 1’nci maddesine göre; cebir ve şiddet kullanarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla örgütlü olarak eylemlerde bulunanlar teröristtir. Ben ve arkadaşlarım ise terörist faaliyetlerine karşı terörle mücadelede görev aldık. Birçoğumuzda devlet tarafından ‘Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası’ ile ödüllendirildik. Burada vahim bir yanlışlık yok mu? Bu yanlışlığı kim düzeltecek? Aslında bu iddia ile Türk Silahlı Kuvvetleri terör örgütü olmuyor mu?”
Darbeci diyene acırım
“Ben, bir Harp Okulu öğrencisi olarak 22 Şubat 1962 ve genç bir teğmen olarak da 21 Mayıs 1963 darbe teşebbüslerinin yarattığı acı olaylara bizzat şahit oldum. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nedenleri ne olursa olsun, siyasete müdahale etmesinin, hem ülkeye hem de bizzat ordunun kendisine zarar verdiğini gördük. Bu değerlendirmeyi bugün yapmıyorum, Genelkurmay Başkanlığı görevim esnasında defalarca söyledim, 25 Ocak 2010 günü inanarak ve samimi olarak söylediklerim de şöyleydi: ‘Demokraside, demokratik yönetimlerde en önemli olan hususun, iktidarların seçimlerle demokratik yöntemlerle el değiştirmesi olduğuna yürekten inanıyoruz’ Bu nedenlerle, bana ‘darbeci’ diyenlere sadece şaşarım ve acırım.”
Umutlar söndürüldü
“Silivri’deki tutukluğumuz, tutsaklığımız devam ediyor. Haziran ayı sonunda, 3’üncü yargı paketi Mecliste kabul edildi. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından da ivedi olarak onaylandı. Özellikle tutukluluk durumlarıyla ilgili olumlu gelişmelerin yaşanabileceği ümidi verildi... 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi bu kanuni düzenleme nedeniyle 5 Temmuz 2012 günü yazılı talepleri aldı ve o hafta içinde de taleplerin değerlendirileceği havası yaratıldı. Nedense o hafta karar alınmadı. Karar 27 Temmuz 2012 günü açıklandı. Mahkeme tarafından alınan ve tutukluluk halinin devamına ilişkin karar ise şu noktalara dayandırıldı:
Kaçma şüphesinin bulunması, tanıkları etkileme ve delilleri karartma şüphesinin devam etmesi, dosyada mevcut çok sayıda yazı ve belgeler, inceleme raporları,ihbar mektupları, Genelkurmay Başkanlığınca gönderilen yazı ve belgeler, telefon kayıtları,ses ve görüntü kayıtları, sanık ve tanık beyanları göz önüne alındığında, kuvvetli suç şüphesinin bulunması.
Türk ordusunun komutanı kaçmaz
Cumhuriyet Savcılığı tarafından ifade vermeye davet edilen ve bu davete, tutuklanabileceği ihtimalinin olduğunu da bilerek, hiçbir mazeret yaratma gereği duymadan icabet alan ve Genelkurmay Başkanlığı gibi Türk Ordusunun Komutanlığını yapmış bir kişinin "kaçma şüphesinin" olduğunu ileri sürmek, bırakın hukuki gerekçeleri, hayatın gerçeklerini, yani Türkiye'yi ve Türk Ordusuna Komuta etmenin o kişilere ne gibi sorumluluklar yüklediğinin anlaşılamadığının bir göstergesidir.
Türk Ordusuna komutanlık etmiş bir kişi şartlar ne olursa olsun ülkesinden kaçmaz. Böyle bir durum düşünülemez. Yapılan,şahsıma, ülkeme ve Türk Silahlı Kuvvetlerine hakaret sayılabilecek talihsiz bir değerlendirmedir.”