İçine dönük ve dış dünyaya kapalı toplumlar da kurumlar da, ancak felaketlerle karşılaştıkları zaman açılmak zorunda kalıyorlar.
Bu açılma ile o toplumun gizlenen aksaklıkları, hastalıkları, eksikleri ortaya çıkıyor. Bunlar yoğun biçimde tartışılmaya başlanıyor.
Günümüzde buna çok somut bir örnek "Katolik Kilisesi"dir.
Hem kapalı, hem hiyerarşik yapıda hem de erkek topluluğu olan Katolik Kilisesi'nin tartışmaların odağına gelmesi, Katolik din adamlarının çocuklara yönelik cinsel tacizlerde bulunmalarının açığa çıkması nedeniyle oldu.
İlk olarak Boston'da patlayan skandal sonucunda bu tür tacizlerin çok fazla sayıda olduğu ve bunların Katolik hiyerarşisinde örtbas edildiği anlaşıldı.
Şimdi Papa'nın istifasının bile istendiği tepkiler tüm Katolik dünyasında duyulmakta.
Bunun yanında Katolik Kilisesi'nin kadını yok sayması, evrensel uygarlıktaki gelişmeleri görmezden gelmesi gibi olgular da yoğun biçimde tartışılmakta.
Oysa mesela Katoliklerin pazar ayinlerine Amerika'da katılanların yüzde 60'ı kadınlarmış ve bunlar bağış çanaklarına yılda 6 milyar dolar atarlarmış.
Kapalı ve hiyerarşik
Aslında bu tür aksaklıkların ve ayıpların yer aldığı tek kurum tabii ki Katolik Kilisesi değil.
Eğer bir kurum kapalı ve hiyerarşik yapıda ise, bunu denetlemek de, ölçümlemek de pek mümkün olmuyor.
Bu tür yapılara iş hayatında, şirketlerde de rastlayabiliriz.
Çok deneyimli bir isimle, Halil Bezmen'le bu durumu konuşuyorduk.
Bir dönemde sahibi olduğu ve yönettiği Mensucat Santral'den örnekler vererek şunları anlattı:
- Mensucat Santral'e 1973'te Genel Müdür olduğumda şirkette boy boy cuntalar vardı. Şirketin performansını ölçmek mümkün değildi. Sonunda üretim, maliyetler gibi veriler ölçülüp verimlilik rakamları ortaya çıkınca, memur kadrosu 450 kişiden 100'ün altına indi. Şapka düşüp kel ortaya çıkınca, pek çok yönetici çekip gitmek zorunda kaldı.
Tabii ki kapalılık ve hiyerarşik yapı "Aile"den başlayarak, ulusal kurumlara uzanan bir yaygınlıkta görülür.
Kilise, ayıplarını örtmek için "Kutsal" kavramına sığınıyor.
Kavramlara sığınak
Bunun yanında çeşitli kurumlar "Aile mahremiyeti" nden başlayıp "Devlet sırrı"na uzanan kavramlar yelpazesinde denetimden uzak kalmayı başarırlar.
Sovyetler çöküp dağıldıktan ve Demir Perde yıkıldıktan sonra Doğu Avrupa ülkelerinin, Şili, Paraguay ve Arjantin cuntaları devrildikten sonra da Latin Amerika ülkelerinin ordularının ayıpları açığa çıkmıştı.
Şimdi bu coğrafyalarda ordular askeri oligarşinin dışındaki uzman siviller tarafından denetleniyor.
Örneğin silah alımlarında, bu silahları yapan mühendislerin, bu silahları kullananlardan daha fazla uzman olabilecekleri hatırlandı.
Bizde "Bedelli askerlik olsun mu" ya da "Askerlik süresi kısalsın mı" içerikli tartışmalar yapılırken ve ülkenin Başbakanı bile Genelkurmay Başkanı "Şimdi olmaz" deyince durumu kabullenirken, dünyadaki kapalı ve hiyerarşik yapıların sorunlarını herhalde hatırlamalıyız?
Bazı sorular
Acaba Türkiye'de kaç subay ve astsubaya kaç tane er düşüyor?
Silahlı Kuvvetler'in sayısı, çağdaş savaş tekniklerine ve jeo-stratejik gereklere göre mi, yoksa subay astsubay mevcuduna göre mi belirleniyor?
Bölücü teröre dönük mücadele, konvansiyonel metotlarla mı, yoksa bu mücadeleye uygun uzman ve profesyonel kadrolarla mı daha etkin sürdürülür?
Komşularla ve özellikle Yunanistan'la sıfır problemli bir döneme girildiğine göre Ege Ordusu'na hâlâ gerek var mı?
Yurtdışında çalışan Türk gençlerinin işlerini kaybetmemeleri için bulunan bedelli ve kısa dönem askerlik, neden aynı durumda olan ve Türkiye'de yaşayan gençlere (ve orta yaşlılara) da uygulanmıyor?
Açık toplumlar bunları da tartışır.
Mehmet Barlas-Sabah