Bursa Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Burak Darıcılı, terör örgütü DEAŞ-K'nin Orta Asya'daki yükselişini ve yayılmasını AA Analiz için kaleme aldı.
***
22 Mart 2024 tarihinde Moskova'da, Rusya tarihinin en büyük terör saldırılarından biri yaşandı. Crocus belediye binasında yer alan konser salonunda 4 teröristin gerçekleştirdiği terör saldırısı, çok sayıda sivilin ölmesine neden oldu. Son açıklamalara göre ölü sayısı 135’i geçti. Bu saldırı, Rusya’nın 1990’lı yıllarda Beslan trajedisinden sonra tecrübe ettiği 2'nci en büyük saldırı konumunda.
Kim bu DEAŞ-K?
Terör saldırısının arka planıyla ilgili olarak özellikle sosyal medya üzerinden yayılan manipülatif haberlere rağmen, DEAŞ terör örgütüne bağlı, Afganistan ve İran'da faaliyet gösteren DEAŞ-Horasan Eyaleti (DEAŞ-K), saldırıyı resmi yayın organı Amaq Haber Ajansı üzerinden çeşitli görüntü ve videolar eşliğinde üstlendi. Peki, kim bu DEAŞ-K? Amacı nedir? Nasıl gelişmiştir? Neden Rusya’yı hedef almıştır? Son sorudan başlayacak olursak, DEAŞ-K, 2017 yılından beri Rusya ile savaş halinde olduğunu ilan ediyor. Kurulduğu 2014 yılından bu yana Rusya’yı tehdit eden DEAŞ-K'nin, Crocus belediye binasına düzenlenen saldırıdan 1 hafta önce Kaluga’da bir sinagoga planladığı saldırının Rus istihbaratı tarafından engellendiği de medyaya servis edildi. DEAŞ-K'nin amacı, militan yapısı ve nasıl geliştiğine dair ise temel olarak şunlar ifade edilebilir.
DEAŞ-K, 2013'te El Kaide'nin Irak kolundan ayrılarak oluşturulan DEAŞ’ın Pakistan-Afganistan bölgesindeki aparatına verilen isimdir. DEAŞ-K ilk olarak Horasan ve civarı bölgelerde 2015 yılında ortaya çıktı. DEAŞ, DEAŞ-K’yi Pakistan Taliban'ından ayrılan militanları da yanına çekerek kurdu. DEAŞ-K’nin militan yapısını, tıpkı DEAŞ’ın ana omurgasını oluşturan üyeleri gibi, Suriye ve Irak’tan Afganistan’a kaçabilen veya kaçmasına göz yumulan ve çeşitli Arap ülkelerinin yanı sıra, özellikle de Tacikistan, Özbekistan, Çeçenistan, Hindistan, Bangladeş, Çin'den gelenler oluşturuyor. Bu noktada "kaçmasına göz yumulan" ifadesine dikkati çekmekte fayda var. Bu ifadenin ne anlama geldiğini anlamak için, 2017 yılında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) öncülüğünde koalisyon güçleri ile Suriye Rakka’da bulunan DEAŞ militanlarının yaptıkları örtülü anlaşmadan bahsetmek gerekiyor. BBC gibi uluslararası medya kuruluşlarının geniş şekilde yer verdiği söz konusu anlaşma ile ilgili çeşitli güvenilir açık kaynak bilgilerine bakıldığında, şu maddeler göze çarpıyor.
2017 yılında Rakka’da bulunan 250 DEAŞ militanı ve aileleri, Suriye’de DEAŞ ile mücadele etme maskesi adı altında kurulan ABD-İngiltere öncülüğündeki koalisyon ile ana omurgasını PKK terör örgütünün Suriye aparatı olan Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) oluşturduğu ortak operasyonla Rakka'dan güvenli bir şekilde tahliye edildi. Tahliye edilen DEAŞ’lıların arasında, örgütün önde gelen militanlarının yanı sıra çok sayıda yabancı savaşçı vardı. Söz konusu 250 DEAŞ militanı, Rakka'nın ABD destekli YPG’li teröristler tarafından ele geçirilmesinden önce yüzlerce araçlık konvoyla şehirden ayrıldı. Onlarca yabancı DEAŞ militanı silah ve cephane yüklü 10 kamyonla Rakka'yı ABD ve YPG’nin denetimi altında güvenli bir şekilde terk etti. Uluslararası medyada yer alan net bilgilere rağmen, ne ABD ve İngiltere öncülüğündeki koalisyonun, ne de koalisyonun desteklediği PYD/YPG’nin anlaşmadaki rollerini itiraf etmek istemedikleri anlaşıldı.
DEAŞ-K'nin Orta Asya’daki yükselişi ve yayılması
Peki bu militanlar nereye gitmiştir? Bu militanların her ne kadar Irak ve Suriye’nin derinliklerine dağıldıkları, yabancı militanların çoğunun ise ülkelerine döndükleri Batı medyasında yer alsa bile DEAŞ'a bağlı unsurların Afrika’nın Sahel bölgesinde ve Horasan’da son aylarda artan etkinlikleri dikkate alındığında, söz konusu grupların özellikle Afganistan’a, akabinde de Sahel’e geçiş yaptıkları kuvvetle ileri sürülebilir. Çünkü bu şahıslar ciddi çatışma tecrübesi bulunan, iyi derece silah ve patlayıcı kullanabilen, gizli bir şekilde ülke değiştirerek eylem planlayabilen, keşif yapabilen, kripto irtibat ve muhabere tekniklerini kullanabilen ve ideolojik olarak DEAŞ’a sıkı sıkıya bağlı militanlardır. Dolayısıyla bu şahısların, DEAŞ’ın Horasan ve Sahel’deki yükselişinde öncü rol oynadıkları rahatlıkla analiz edilebilir. Horasan ve Sahel’e güvenli bir şekilde geçiş yapan militanların, bu yolculuktaki hedef duraklarının söz konusu bölgeler olması da oldukça manidardır.
Öncelikle "Neden Horasan?" sorusunu sormak gerekiyor. Bu sorunun cevabı Horasan ve civarının yani Afganistan’ın stratejik konumuyla ilişkilidir. Söz konusu stratejik konum, uluslararası sistem açısından farklı bakış açılarıyla değerlendirilebilir. DEAŞ’ın Horasan’daki yükselişinin, önümüzdeki yıllarda Çin ve ABD arasındaki küresel rekabette belirleyici bir rolü olabilir. Bilindiği üzere Çin’in Kuşak-Yol Girişimi’nin güvenliğinde Afganistan’ın önemli bir rolü bulunuyor. Bu nedenle Çin, ılımlı ve söz dinleyebilecek bir Taliban yönetimini, Pakistan üzerinde etki yaratabilmek ve Afganistan'la da ilişkileri geliştirmek için istiyor. DEAŞ-K ise bu tercihe zarar verebilecek bir potansiyele sahiptir. Ayrıca Çin, Doğu Türkistan üzerinden kendi ülkesinde de DEAŞ destekli bir terör tehdidi ile karşı karşıya kalabileceğini de öngörüyor. Dolayısıyla DEAŞ-K'nin Orta Asya’daki yükselişi ve yayılması, Çin için doğrudan bir tehdit ve risktir. Bu durumun Çin’in çıkarlarına ve stratejilerine verebileceği zararlar kapsamında, ABD için tercih edilebilecek bir durum ortaya çıkıyor.
Çin’in Afrika coğrafyasında ekonomik ve siyasi etkisi giderek artsa dahi bu yatırımlar henüz başlangıç aşamasındadır. Çin’in, Afrika’nın birçok bölgesinde maden işletmeciliği, uzun süreli liman kiralamaları, çeşitli altyapı inşaatları gibi büyük ölçekli ticari yatırımları bulunuyor. Bununla beraber birçok fakir Afrika ülkesinin de Çin’e büyük miktarda borcu var. Tüm bu gelişmeler Çin’in Afrika’daki nüfuzunu artırıyor. Bu nedenle de önümüzdeki yıllarda Sahel merkezli DEAŞ terörünün Afrika’yı önemli ölçüde istikrarsızlaştırması oldukça olasıdır. Bu durum Çin’in, Afrika’ya yönelik planlarını ciddi ölçüde akamete uğratabilir.
Sonuç olarak tüm bu değerlendirmeler ışığında akıllara "DEAŞ'ın hedefindeki ülkeleri nasıl seçtiği?" sorusu geliyor. DEAŞ, neden Batı’yı veya ABD’yi hedef almak yerine Rusya, Türkiye, İran ve Orta Asya’da saldırılar planlıyor? Bu kapsamda DEAŞ yönetiminin taşeronluk yaptıkları güçlerin himayesinde hareket ettiği düşünülebilir.
[Doç. Dr. Ali Burak Darıcılı, Bursa Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]