Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne başörtülü olduğu gerekçesiyle kabul edilmeyen Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak, bugünkü köşesinde cemiyeti sert bir dille eleştirdi. Albayrak, "Seçim sonucunun hayrını görün; hem çalın, hem oynayın" dedi. İşte o yazı...
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ne işe yarar?
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nden tarafıma düzenli olarak gönderilen maillerden öğrendiğime göre, seçimleri "Bağımsız ve Bağlantısız Gazetecilik Grubu" kazanmış.
"Bağımsız ve Bağlantısız" ifadesinin, rakip gazeteci grubunu bağımsız olmama, direkt yandaş olma mıntıkasına ışınlayan altmetninden de anlaşılacağı üzere, 9 yıldır TGC'nin başında olan Orhan Erinç ve ekibiyle yola devam edilecek yani.
Kabul etmek gerekir ki, gazetecilik sözkonusu olduğunda "Bağımsızlık", şık bir iddia. Ama aynı iddiaya sahip grup, kendileri gibi düşünmeyen gazetecileri 'Cemiyet'e yıllardır üye olarak bile kabul etmemekte hiçbir gerekçe göstermeden ısrar etmişse ve bu gayr-i resmi gerçeklik bütün gazeteciler tarafından bal gibi biliniyorsa, o bağımsızlığın yanına bir de ayrımcılık sıfatını eklemek yanlış olmaz herhalde.
Hayır. Özellikle piramitin alt katmanlarında bulunan gazetecilik mesleği mensuplarının, hangi grupta çalışıyor olursa olsun ne zor koşullar içinde olduğunu gayet iyi bilen ve hayatının idamesini bu meslekten sağlayan emekçilere yakınlık besleyen, bu mesleğin kendisine ise tuhaf bir sadakat hissi duyan biri olarak, gazeteciliğin Türkiye'deki en eski örgütlenmelerinden birine böyle dal-düz girmek istemem.
Ama bu meslek kimsenin tekelinde değil.
Bağımsızlık da öyle... Bağımsızlık, imtiyazlarını kaybetmeme ve seçime giren bir başka grubu "dinci" yaftası takarak elimine etme silahı olarak kullanılıyorsa hele, hiç.
Kendine "Bağımsız" diyen gazeteci grubunun bu çok kullanılmaktan yalama olmuş sıfatı, rakip gruba karşı konumlanma maskesi olarak kullandığını söylerken, sallamıyorum. Hadi Özışık'ın 30 Nisan'da İnternethaber'de yayınlanan yazısından öğrendiğimize göre, "Yıllardır Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin kapısından giremeyen, daha doğrusu girecek takati olmayan ağabeylerimiz, hasta yatağından alınarak oy kullanmak üzere Cağaloğlu'na getirilmiş."
Bu cevvaliyete sebep de, "dinci"lerin Cemiyet'i ele geçirme tehlikesiymiş.
Ne yalan söyleyeyim, "dinciler!"e geçit vermemek konusundaki bu takayyütü görünce; 'Cemiyet'in "bağımsız" üyelerinin, 1997 Kasım'ından bu yana bu meslekte olan, gazeteciliğin hemen her kademesinde bulunmuş biri olmasına rağmen başörtülü olan, dolayısıyla hiçbir tereddüte mahal bırakmayacak şekilde, çalıştığı medya kurumunun tasnifine bile gerek kalmayacak derecede "kafadan" dinci! olan bendenize, himmet buyurup e-mail göndermelerine bile borçlu hissetmem gerektiğini anladım.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne hangi medya patronlarının bağış yaptığı ve bu durumda bağımsızlıktan sözedilip sözedilemeyeceği konusu bir yana, TGC'nin bağımsızlığın yanısıra, gazetecilik mesleğini icra etmeyi yeterli koşul sayarak tüm gazetecilerin sorunlarıyla ilgilenmesi gereken bir meslek örgütü olması gerekiyor bendenize göre.
Sonuçta, üyelerin büyük yekununa baktığınızda hepsi ununu elemiş, eleğini asmış, meslekle ilişkisi kalmamış eski dönem gazeteciler. Gündemi belirleyecek/değiştirecek, ortalama vatandaşın algısını yönetecek, güncel siyasi, ekonomik yönelimleri etkileyecek medya kuruluşlarında bağımsızlık daha elzemdir.
Var mıdır TGC'nin böyle bir kudreti? "Bağımsızlık ve Bağlantısızlık" sıfatları bile bir "iş" yapma halinde, bir "faaliyet"te, bir "pratik"te, bir "işletim"de bulunma durumunda anlamlı olabilecek öncüllerdir. Kimse kusura bakmasın ama, ben Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ni şimdiye dek dişe dokunurken, mesleğe faydalı olurken, gazetecilerin statü ve konumlarını yükseltmek için çabalarken, mesleği korurken ve benzeri bir icrada bulunurken görmedim ki, bağımsız, bağlantısız olup olmadığını anlayabileyim.
Yanlış anlaşılmasın, bir meslek örgütü için bile yabana atılır bir kavram değil tabii ki "bağımsızlık" ama, bağımsızlığın evrensel anlamı da, "muhafazakarları içimizde barındırmayız" cümlesine tekabül etmez herhalde.
Ayrıca, J.J. Rousseau, ideal cemiyet tanımında, cemiyete üye her ferdin cemiyetin bütünü ile birleşirken ancak kendi şahsına itaat etmesi yani birey olarak kalabilmesi gerektiğini söyler. Hasta üyeleri yatağından kaldırıp getirtmek bu tanıma uygun düşer mi bilmem; bana daha çok "cemaat" davranışı gibi göründü, dogmatik bir görüntü verdi de...
Velhasıl: Lutfen bu havalı sıfatların ardına sığınıp ideoloji bekçiliği yapmasın kimse. TGC'nin şimdiye dek üyelerine bile bir faydası olduğunu işitmediğim gibi, gazetecilik mesleğini icra edenlerin büyük bir kısmı sırf muhafazakar bir medya kuruluşunda çalıştığı için üye olarak kabul edilmeyeceğini kestirerek başvuruda bulunmaya bile tevessül etmeyecek halde. Tam da bu ayrımcılık Cemiyet'in tüm varoluşunu tümden zail etmese bile, meşruiyetini tehlikeye düşürüyor. "Hangi taraftan olursa olsun, iş yapacak, gazetecileri o grup-bu grup ayrımına gitmeden koruyacak olan gelsin lutfen" diyeceğim ama, sanırım artık çok geç...
Bu yazıdan sonra, 'başörtülü' diye üye kabul etmediğiniz bir yazarı bilgilendirmekten de vazgeçerseniz eğer, şaşırmam. Ne diyelim, seçim sonucunun hayrını görün; hem çalın, hem oynayın.