“Son zamanlarda internet sitelerinde adına sıkça rastladığım öğretmen- yazarlarımızdan biri Fatma Çetin Kabadayı’dır. Mesleki yayınları yanında edebi sahada folklor, tiyatro, roman ve hikaye dalında eserleri vardır. Ayrıca çalıştığı beldenin yerel gazetelerinde de yazılar yazmakta ve hikâyelerini yayınlamaktadır.
Şu anda elimde son hikâye kitabı: ” Altın Tesbih” kitabı bulunmaktadır. Sanatçılarımıza edebi tenkitin dışında sosyolojik ve felsefi ölçülerinin metodunun zor oluşundan kaynaklanmaktadır. Bir başka anlatımla sosyoloji ve felsefe, metotlarını iyi bilmek gerekir ki, bu da yoğun bir emek işidir. İkincisi bu sahada böyle çalışmalarda son derece sınırlıdır. Bu konuda Hilmi Yavuz’un çalışmalarını takdirle karşılamak gerekir.
Biz de bir deneme olmak üzere yazarın hayatı ve hikâyelerini el alan bir denemede bulunacağız..
Bir sanatçının ruh dünyasına inmek, düşünce dünyasını çözmek ve hayata bakış açısını öğrenmek için öncelikle aile hayatını ve öğrenimini iyi bilmek gerekir. Hâsılı sosyal hayatını çözmek zorundayız.
Kabadayı 1974 yılında Kayseri de doğmuştur. Ama aslen Yeşilhisarlı’dır. Babası memurdur. İlk, orta ve lise öğrenimini Kayseri de, yüksek öğrenimini de Gazi Üniversitesinde tamamlamıştır. Halen öğretmenlik yapmaktadır, evli ve iki çocuk sahibidir. Görüldüğü gibi yazar “ Orta direk “ dediğimiz bir aile ferdidir. Yani muhafazakâr bir aile yapısından gelmektedir. Aile yapısı dengeli ve kendi yağıyla kavrulma düşüncesi üzerine kuruludur. Şimdi böyle bir aile ve dar bir coğrafya alanında yetişmiş birinden tüm insanları kucaklayıcı bir tavır bekleyemeyiz. Zira kitabındaki 26 hikâyeye baktığımız zaman hikayedeki tipler hep dar coğrafyanın insanlarıdır. İçlerinde bir tane elit insana rastlayamazsınız. Bu da yazarın kendi sosyal çevresi, yani coğrafyası ile ilgilidir. Yazarın dış ülkeleri gezme, görme ve tanıma imkânı da olmayınca bu kaçınılmazdır. Bu yüzden eserlerindeki tipler her yerde karşımıza çıkabilecek insanlardır. Kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla. Hemen belirtelim ki, bu bir zaaf mıdır? Elbette hayır. Bu da edebiyatımızda bir zenginliktir.
Ele aldığı konulara baktığımız zaman 26 hikâyesinin çoğunda eğitimsizlik ve eğitimsizliğin sonucu kimliksizlik ile çıkarcılığın ağır bastığı konuların oluşturduğu görülür. Mesleki hassasiyet burada kendini göstermektedir. Hikayelerdeki olayların çoğu kendi çevresindeki kişiler ve olaylara dayanmaktadır. Çok az da duyduklarıdır. Gerçi burada yazarın güçlü bir gözlemci olduğunu da belirtmemiz gerekir. İşte burada yazarın dikkat noktası eğitimci olmasındandır.
Dar çevrenin en önemli mekanı insanların birleşme yeri olan kahvehanelerdir. Bir hikâye dışında mekân olarak kahvehane kullanılmamıştır. Neden? Çünkü yazarın dikkatlerinde böyle bir mekân yeri yoktur. Bu sahada deneyimi ve kültürü olmadığı seziliyor ve görülüyor da. İkinci mekân olarak bazı yerlerde adı veriliyorsa da, Kayseri ve gecekondulardır.
Yazarın dünyaya bakışı ve inanç dünyası çok önemlidir. “Altın Tesbih”, Serseri ve Hırs “ hikayelerinde dini temalara yer verir. Bazen de bu temayı motif olarak kullanır. Yazar dini konularda herhalde özgür yetişmesinin rolü olmalı ki, telkin yerine tebliğ metodunu tercih ediyor. Dini ideolojiden, dinin siyasileşmesinden dikkatle kaçıyor. Bu da yazarın bir tercihi olarak karşımıza çıkıyor diyebiliriz. Ama yetişme tarzından mı, yoksa tercih sebebinden midir, ilerleyen zamanlardaki hikayeleri bunun ip uçlarını verecektir. Fakat bir gerçektir ki, yazarın din konusundaki tutumu dincilik değil tam tersine ortalama bir Müslüman tipi konumundadır. Ancak bir önemli konu daha var ki, yazar metafizik ve ilim konusunda çok zayıf kalmaktadır. Bu da çok okuma ve biraz da yaşama tercihi ile ilişkilidir. Şimdilik yazarda bu durumu açık olarak göremiyoruz.
Diğer eserlerinde olduğu gibi bu hikayelerinde de temel karakter gerçeklerin dile getirilmesidir. Kurgu hikâyeler yok. Sıradan olaylar bazen acı yönüyle, bazen gülünç yönüyle bazen de ibret yönüyle ele alınmaktadır. Hâsılı bu konularda yazarın güçlü gözlemi dikkat çekmektedir.
Yazarın bir yönünü daha keşfediyoruz ki, müzikte tercihi Türk Halk Müziğidir. Şahsen biz bu tercihteki sebebi yetiştiği coğrafya ile ilişkilendiriyoruz.
Konular ne kadar çeşitli olursa olsunlar, eserdeki temel fikirler, güzelden, doğrudan ve iyilikten yanadır. Eserinin bir yerinde yazar hayat felsefesini şöyle özetlemiş:” Yalanı, nankörlüğü çıkar, hal hatırı güler yüzü espriyi ekle, mutluluk peşinden gelsin…” demektedir. Görüldüğü gibi yazar hayata hep olumlu bakmaktadır ki, bu da hikayelerinin sonuçlarında görülmektedir.
Yazarın eserlerinde kullandığı dil de önemlidir. Yazar dilde seçici olmalıdır. Yazarımızı bu konuda eğitimci olmasının yanında Türkçecilik şuurunun da yüksek olduğunu belirtmeliyiz. Gerçi olayları tasvirde zaman zaman yöresel ağıza yönelmesi anlatımda bir çeşni gibi gelirse de çoğu anlatımda sıkıntılıdır. Bazen ya hızlı yazdığından yahut da yazdığını okumadığından bazı deyimleri yanlış söylemesi de var.. Mesela:” Altın tespih” hikayesinde “ Veren el alan elden üstündür” deyiminin tam tersi kullanılması gibi.
Yazarın edebi bakımdan en önemli yönü okuyucunun düşüncesinden ziyade ruhuna hitap etmesidir. Algılamayı ve ders çıkarmayı okura bırakmasıdır. Burada ünlü hikâyecimiz Memduh Şevket Esendal’a yaklaştığını da vurgulamalıyız. Bu bakımdan hikayeleri bir ahlaki ve sosyal hikayeler demeti olarak algılayabiliriz.
Sonuç olarak Fatma Çetin Kabadayı evli, çocuk sahibi ve öğretmen. Fakat bütün bunların dışında bir zenginliği var ki, o da yazarlığıdır.. Eserleri ortada. Okundukça ve ilgi gösterildikçe inanıyoruz ki, daha güzel eserlerini göreceğiz. Bu gelişmeler de az bir şey değildir. Çünkü dikkat noktası insan olan yazarımızın nice hassasiyetleri birer samimi ibaret olacaktır.
Yard. Doç. Dr. Kadir Özdamarlar