Mehmet Ali Ağca, 19 yıl sonra iade edildiği Türkiye'de hakim karşısına çıktığında şunları söylüyordu: -Masumum, ben ipekçi olayında katil rolü oynayan aktörüm. "Masumum" sözleri istisna edilirse, Ağca aslında doğru söylüyordu. Filmin senaryosunu başkası yazmış, yönetmenliğini bir başkası yapmış, "katil" rolü de Mehmet Ali Ağca'ya verilmişti. Abdi İpekçi Suikastı'nın ardından, hepsi kaybolup gitmiş, bir tek Ağca ortada kalmıştı. Cinayetin ardından Ağca'nın "suç ortağı" olarak Oral Çelik, Abdullah Çatlı, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan ve Yalçın Özbey gibi pek çok isim ortaya atıldı. Ancak, bunların hiç biri perde gerisindeki isimler değildi. Türkiye'nin içinde bulunduğu o şartlarda "Ne, neden, niçin?" gibi sorular hiç sorulmamış, İpekçi cinayetinin kimlerin işine yaradığı hiç sorgulanmamıştı. Olaya, ideoloji gözlüğü ile yaklaşılmıştı. Cinayet, MHP ve ülkücülerle irtibatlandırılmıştı. Oysa, Alparslan Türkeş, saldırının ardından "İpekçi cinayeti, kesinlikle MHP'yi yok etmek için yapılan bir harekettir" yorumunu yapıyordu. Gerçekten de İpekçi cinayetinden MHP'nin hiçbir kazancı yoktu.
DERİN İLİŞKİLER
İpekçi cinayetindeki taşları yerine koyabilmek için biraz gerilere gitmek gerekiyor. 21 Temmuz 1977'de İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuş, MHP'li Gün Sazak, Parlamento dışından Gümrük ve Tekel Bakanı olarak görev almıştı. O dönemde gümrükler kevgir gibiydi. Devlet otoritesi yok olmuş, kaçakçılar dilediği gibi at oynatıyordu. Koskoca fabrikalar yapılıyor, ancak Türkiye'ye sokulan makineler için tek kuruş bile gümrük vergisi ödenmiyordu. Bilanço korkunçtu. Devletin resmi raporlarına göre, gümrüklerdeki kaçakçılıktan, devletin her yıl petrole ödediği para kadar kaybı vardı. Bir yandan her türlü makine gümrüklerden kaçak olarak giriyor, diğer taraftan silah ve uyuşturucu kaçakçılığından büyük rantlar elde ediliyordu. Sigara ve hammadde kaçakçılığı ise alıp yürümüştü. İşte böyle bir dönemde koltuğa oturan Gün Sazak, işe son derece kararlı başlamıştı. Rivayete göre, bütün önemli bürokratları tek tek yanına çağırıp, masanın bir yanına silah, diğer yanına da bir çanta para koyup, "bakın" demişti: - Benim silahım da var, param da. Kararlıyım ve gümrüklerdeki kaçakçılığı önleyeceğim. Herkes ayağını ona göre denk alsın. Ardından da bir kontrolörler kurulu oluşturup, güvenilir, sağlam, ahlaklı pek çok ismi bakanlıkta görevlendirmişti.
MHP'YE DESTEK
Gümrüklerdeki kaçakçılık yavaş yavaş yok olmaya başlamıştı. Daha sonra, o dönemde Türkiye'nin alışık olmadığı gelişmeler yaşandı. Sosyal Demokrat Abdi İpekçi, "sağcı" damgasını yiyen yazarların bile yazamayacağı bir yazı kaleme aldı. Yazıda mealen şöyle deniliyordu: "Ülkücülerle ilgili peşin hükümler var. Anlaşılıyor ki, biz bu peşin hükümleri gözden geçirmeliyiz. MHP'li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak, olağanüstü bir çaba ile gümrüklerdeki kaçakçılığı önledi." Milliyet Gazetesi de Gün Sazak'a destek veriyordu. Gün Sazak ise, yakın çevresine, "Bakın, solda da olsa vatansever insanlar bize destek veriyor, Abdi Bey memlekete hizmet edenleri destekliyor" diyordu. İlginçtir, bazı "sağcı" gazetelerde ise Gün Sazak aleyhine yazılar kaleme alınıyordu. Türkiye'deki büyük bir güç olan kaçakçılık çeteleri, pek çok yere ulaşıyorlar, ancak Abdi İpekçi'yi etki altına alamıyorlardı.
11 AYAKLI HÜKÜMET
Kaçakçılık çeteleri, Gün Sazak yüzünden rantlarını kaybetmişken, Milliyetçi Cephe Hükümeti düşürüldü. Adalet Partisi'nden 11 milletvekili istifa ettirildi ve Ecevit tarafından yeni bir hükümet kuruldu. İlginçtir, transfer edilen bu isimlerden biri olan Tuncay Mataracı da Gümrük ve Tekel Bakanlığı'na getirildi. Mataracı ile birlikte kaçakçılar için yine "saadet dönemi" başladı. Hatta işler o kadar ileri gitti ki, kaçakçıların talebi için gümrüklere yapılan tayinlerde bir tarife oluşturuldu. Her işin bir bedeli vardı. Tuncay Mataracı, daha sonra gümrüklerdeki yolsuzluklardan dolayı Yüce Divan'da yargılandı. Suçu sabit görülerek cezaevine gönderildi. Yıllar sonra bir suikasta kurban giden gazeteci Uğur Mumcu da Papa, Ağca ve Mafya isimli kitabının 55. sayfasında, ilginç bir tespitte bulunuyordu. Abdi İpekçi'nin, kaçakçılara karşı MHP'li Gün Sazak'ı desteklediğini ve Mataracı'nın kaçakçılık konusundaki tutumunu saptadığını belirtiyordu. Siyasi görüşleri taban tabana zıt olmasına rağmen İpekçi ve Sazak, aynı noktada birleşiyorlardı.
AKIBETLERİ AYNI OLDU
Siyasi yelpazenin iki ayrı kutbunda bulunan, ancak kaçakçılık konusunda birbirine destek veren Gün Sazak ile Abdi İpekçi'nin akıbetleri de aynı oldu. Abdi İpekçi, Mehmet Ali Ağca'nın silahından çıkan kurşunlarla can verdi. Gün Sazak da taşeron bir örgüt olan Dev-Sol militanları tarafından öldürüldü. Gün Sazak'ın katillerinden biri yıllar sonra Almanya'da yakalandı. Son derece ilginçtir, Almanya tarihinde görülmemiş bir olay yaşandı. Katilin emniyetin 10. katından atlayarak intihar ettiği açıklandı. Olay kapanıp gitti. Dev Sol militanının, son derece korunaklı emniyet binasının 10. katından nasıl atlayıp intihar edebildiği hiç tartışılmadı. Belli ki, dünya çapında etkili bazı güçler devreye girmişti. Katil yok olunca, Gün Sazak cinayetinin arkasındaki esrar perdesi de aralanamadı. Tıpkı, İpekçi Suikastı'nda olduğu gibi Arkasında, sadece ispatlanamayan "Gün Sazak, Dev Sol'u taşeron olarak kullanan kaçakçılar tarafından öldürüldü" iddiası kaldı. 1970'li yılların çatışma ve 1980'lerin darbe ortamı ortadan kalktıktan sonra, sağlıklı düşünen çevreler, Abdi İpekçi ile ilgili bazı gerçekleri de keşfetmeye başladılar. Abdi İpekçi, not defterine gümüş, eroin ve silah kaçakçılığı ile ilgili bazı notlar almıştı. "Çok önemli bir kaçakçılık dosyası üzerinde çalışıyorum, yakında açıklayacağım" demişti. Cinayetten kısa bir süre önce, içinde İpekçi'nin özel telefon numaraları, adresler ve notlar bulunan defteri kaybolmuştu. Yıllar sonra Gazeteci Fehmi Koru da "Taha Kıvanç" takma adı ile yazdığı yazıda, İpekçi'nin, kendisinin de içinde bulunduğu mason localarından birinin Türkiye'ye yapılan silah kaçakçılığını organize ettiğini öğrendiğini ve bu yüzden öldürüldüğünü yazacaktı.
AĞCA'DAN İTİRAF
O dönemde Türkiye'deki kaçakçılık işlerini Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu gibi isimler yönetiyordu. Merkez, Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da bulunan Vitoşa Otel'di. Türkiye'nin ünlü kaçakçıları, burada bir araya geliyorlar ve Bulgaristan Hükümeti'nin de bilgisi dahilinde kaçakçılık organizasyonları yapıyorlardı. Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye yapılan silah kaçakçılığını da bizzat Sovyet Gizli Servisi KGB yönetiyordu. Bekir Çelenk hayatını kaybettikten sonra, Mehmet Ali Ağca ilginç bir açıklama yaptı. "Abdi İpekçi Suikastı'nın sırları Bekir Çelenk'le birlikte gömüldü" dedi. Ağca'nın bu sözleri itiraf gibi bir açıklamaydı. Suikastın sırları Bekir Çelenk'le birlikte gömüldüğüne göre, Bekir Çelenk kilit isimlerden biriydi. İpekçi Suikastını, Türkiye'deki kaçakçılık organizasyonlarına götüren en önemli izlerden biri de buydu! Nitekim, Ağca, Mamak Askeri Cezaevi'nden firar ettikten sonra, ilk olarak Bulgaristan'a gitmiş, oradan da Avrupa'ya açılmıştı. Bu kaçışta, Bulgaristan'da son derece etkili olan ve Bulgar Hükümeti'nden de destek alan Türkiye'deki kaçakçılık çetelerinin etkili olması kuvvetle muhtemeldi.
PAPA'YA TAKILMIŞTI
Mehmet Ali Ağca, daha Türkiye'deyken Papa 2. Jean Paul'e kafayı takmıştı. Papa'nın, Türkiye ziyareti sırasında İstanbul'da uçaktan inip, toprağı öpmesini televizyonda izledikten sonra arkadaşlarına dönüp, "Ben bu adamı öldüreceğim" demişti. Papa'ya yapılan silahlı saldırı, Ağca'nın sadece isim yapmak için gerçekleştirdiği bir eylem de olabilir. Bu saldırının ardında, kendisini Türkiye'deyken yönlendiren ve kullanan çevreler de bulunabilir. Mehmet Ali Ağca, başka bazı gizli servisler ya da güçler tarafından da kullanılmış olabilir. Bir insan tetikçiliğe soyunmaya görsün... O tetiği çektiren bir el her zaman bulunur! Tetikçi bile kim ya da kimler tarafından kullanıldığını, gerçekleştirdiği eylemle neye hizmet ettiğinin farkında olmayabilir!
'Ağca tekrar suç işleyebilir'
Uzman Psikiyatrist Nükhet İşiten, Mehmet Ali Ağca'yı tahliye olduktan sonra zor günler beklediğini söyledi. Ağca'ya "Anti sosyal kişilik bozukluğu" teşhisi konulduğunu hatırlatan İşiten, bu tür insanların her an suç işleyebileceğini ve yasalarla başının derde girebileceğini belirterek, sorularımızı şu cevapları verdi:
Soru: Biliyorsunuz, Ağca'ya "anti sosyal kişilik bozukluğu" teşhisi kondu. Bu hastalık doğuştan mıdır, yoksa sonradan mı gelişir? Yani, Mehmet Ali Ağca, İpekçi ve Papa suikastları sırasında da hasta mıydı?
İşiten: Kişilik bozukluğu teşhisi konulması için bireyin en az 18 yaşında olması lazım. Biz, 18 yaşından sonra kişilik bozukluğu teşhisi koyarız. Ondan önce davranış ve dürtü bozukluğu kontrolü v.s diye geçer.
Soru: Ağca, İpekçi'ye ateş ederken de sizce kişilik bozukluğu var mıydı?
İşiten: Muhtemelen vardı.
Soru: Ağca, cezaevinde Mesih olduğunu iddia etti. İncil'i yeniden yazacağını söyledi. Bu psikoloji içinde bulunan kişi cezaevinden çıktıktan sonra neler yaşayabilir sizce?
İşten: Bu kişilerde süper egonun gelişimi ile sıkıntılar vardır. Dolayısıyla bu insanlar yaptıklarından pek pişmanlık duymazlar. Topluma adapte olma, toplumun kuralları ve yasalara uymakla ilgili güçlükleri vardır. Vicdan azabı duymadıkları için tekrar tekrar suç işlemeye meyillidirler. İlk girdikleri ortamlarda bunlar dikkat çekici, kolay ilişki kuran, daha sıcak insanlar gibi görülür. Ama bu ilişkileri sürdürmede güçlükleri vardır. Çok sık iş ve eş değiştirme gibi sorunlar yaşarlar. Bu insanların sıkça yasalarla da başları derde girer.
(Kaynak: Takvim Gazetesi)