Eşref Edip, bir gün Mehmed Âkif’e sorar: “Türkiye’de seni çok seviyorlar. Acaba köylüler de şiirinizi okuyor mu?” Mehmed Âkif cevaplar:
“Sana bir hadise nakledeyim. Sebilürreşad’ı çıkardığımız sırada hemen her hafta bir şiir yazardım. Bir gün baktım, Anadolu’nun ta bilmem neresinden bir köylü idarehaneye geldi: ‘Âkif Bey kimdir’ diye soruyor. Beni gösterdiler. Hemen elime sarıldı. Öpmeye başladı. ‘Sen misin Âkif? O şiirleri yazan sen misin?’ dedi. Ağladı. Ben de ağladım. Çok mütehassis oldum.”
Şimdiki zamanın ve geleceğin adamıdır Âkif!
Mehmed Âkif, bu topraklar üzerinde yaşamış en büyük şairlerden biridir. Estetik ve gösterişten uzak bir hayat yaşayan Âkif, herkesin hakkında farklı fikirlere sahip olduğu bir şairdi. Kimisi için, İstiklal Marşı yarışması için ödülü kabul etmeyen biri, kimisi için de verdiği sözden dolayı boğazı yüzerek geçen biri. Bu tip anekdotlar Âkif hakkında bilgi sahibi olunacak şeyler olmasına karşın, bizi kesinlikle Âkif’e yaklaştıracak şeyler değildir. Âkif, bir düşüncenin adamıdır. Çaresizlik içinde kıvranan bir milleti, bu düşüncelerle ayakta tutmaya çalışmıştır. Uçuruma giden bir arabaya yön gösterici levhadır Âkif. Şimdiki zamanın ve geleceğin adamıdır Âkif. Geçmişi, bir mukayese ve örnek alınacak zaman olarak gösterir. Ama en çok, yaşadığı zamanı kurtarmaya çalışmış ve geleceğe apak bakılmasını sağlamaya çalışmıştır. Âkif’in karakteri, mısralarında şöyle zuhur eder: “Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek”
Sezai Karakoç’un Âkif’i
Mehmed Âkif hakkında araştırma yapacaklar için en büyük kaynak şüphesiz ki, Eşref Edib’in Mehmed Âkif Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları’dır. Ondan sonra, birçok büyüğümüzün, Mehmed Âkif hakkında araştırma kitapları vardır. Bizim haberimize konu olacak kitap ise, üstadın yani Sezai Karakoç’un Mehmed Âkif adlı kitabıdır.
Üstad, kitapta Âkif’i, hayatı (inanç ve düşünce oluşumu, savaşı) ve şiiriyle irdelemiş. Sonra, ölüm yıldönümleri dolayısıyla çeşitli dergilerde yazdığı yazıları kitabın içinde görüyoruz. Son bölümde ise Âkif’in şiirlerinden derlemeler var.
Abdülhamid’in eğitim planlarında yetişmiş!
Âkif’in, Abdülhamid’in eğitim planlarının içinde yetiştiğini belirten üstad, Abdulhamid’in programlarını ve devletin genel bir tablosunu çizerek, Âkif’in içinde bulunduğu şartları tahlil etmiş. Âkif’in hayatını iki bölüme ayıran üstad, birinci dönemini “klasik okul kültürü dönemi” diye adlandırırken, ikinci dönemini de “çağdaş entelektüel kültür dönemi” diye adlandırıyor. Birinci dönemde Âkif’in özünü oluşturduğunu, ikinci dönemde de bu özün bir şahsiyet halini aldığını belirtiyor.
Tereddüt yaşamış!
Gençlik ateşiyle zaman zaman kendisinin de protestosuna katıldığı Sultan Hamid’in yavaş yavaş tahttan ayrılıyor olduğu dönemde, Âkif’in tereddüt geçirdiğini, bundan sonra olacaklar için epey endişe ettiğini belirtiyor üstad. Çünkü, Abdülhamid devrildikten sonra, devleti yönetecek kadroların yetersizliği ve acemiliği ve her devrim gibi bu devrimin de düşünce olgunlaşmasını gerçekleştirmediğini düşünen Âkif, bu konuda da yanılmayacaktı. Devrimden sonra üç ana düşüncenin ortaya çıktığını belirten üstad, Türkçüler, batıcılar ve İslamcılar’ın ortaya çıktığını, Âkif’in de kendisini İslamcı cereyanın tam ortasında bulduğunu belirtiyor. Böyle bir siyasî çalkantıda, Âkif’in dergi kurduğunu ve “eski” diye damgalanan İslamcı düşünceyi yeni şartlara adapte etmenin derdinde olduğunu belirtiyor.
Mısırlı düşünürlerden etkilendiği mübalağa edildi!
Kitapta önemli olarak gördüğüm bir konuya da parmak basan üstad, herkesin diline yapışan Âkif’in Mısır ekolü (Afgani, Abduh, vd.) düşünürlerinden etkilendiği olayının mübalağa edildiğini belirtmiş ve belirtmekle kalmayıp bunu hem tarihî, hem siyasî, hem İslamî ve hem de felsefî gerekçelerle kanıtlayıp, bu mevzu hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan zevata karşı güzel bir cevap vermiş. (geniş bilgi için kitabın okunması yararlı olur.)
Mütefekkir Âkif!
1908 ve 1918 yıllarında Âkif’i “Mütefekkir Âkif” olarak adlandıran üstad, bu dönemde Âkif’in İslam idealini anlattığını, İslam’ın nasıl anlaşılması gerektiğini gösterdiğini ve batıcılarla çatıştığını belirtir. Türkçülere de “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı şiiriyle gerçeği göstermeye çalıştığını, Almanya ve Necid seyahatlarıyla batıyı ve doğuyu daha iyi tanıyarak, fikir ve tenkidlerini gerek şiir ve gerek yazı halinde bu dönemde verdiğini belirtir.
Edebî üslubuyla Âkif’in cemiyet içindeki ilişkilerini, olgunlaşmasını, fikirlerini, son yıllarını nefis bir şekilde anlatan üstad, yer yer gözlerin dolmasına, yer yer Âkif’in ne denli büyük biri olduğuna şahit olmanızı sağlıyor.
Âkif, milletin ruhuna kök salmıştır!
“Boşuna yaşamadın, boşuna savaşmadın ve boşuna ölmedin” diyerek seslendiği Âkif’i, ‘Türk edebiyatında onun kadar hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş bir şair olmadığını’ belirterek anlatan üstad, Âkif’in şiirinin biçim alışını maddeler halinde sayarak ve Safahat’i konularına göre irdeleyerek, Âkif’in dönemlere göre ayrılan şiirini önemli tespitleriyle aydınlatmış. Âkif’in şiirlerinin yeteri kadar analiz edilmediğini üzülerek belirten üstad, yine de Âkif’in unutulmadığını, millete mal olmuş bu değerli şairin, yazılan her yazının başında ve sonunda beytini gördükçe sevindiğini ve genç neslin Âkif’i anlama yoluna gitmesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: “Âkif, milletin ruhuna kök salmıştır!”
Mehmed Âkif ve Yahya Kemal birbirini tamamlar!
Âkif’in şiirini anlayabilmenin en iyi yolunun onu Yahya Kemal’le birlikte düşünmek olacağını söyleyen üstad, Yahya Kemal’in geçmişle avunduğunu, Âkif’inse şimdiyi ve geleceği düşünerek ilerlediğini söylüyor. Yahya Kemal, geçmişi korumamız gerektiğini belirtirken, Âkif de henüz çökmediğine inandığı bir medeniyeti kurtarmanın ve onu ileriye taşıyabilmenin hesaplarını yapıyordu. Kitap içerisinden kısacık bir örnek verelim: “Muhteşem bir gün batışı karşısında huzursuz olan bu iki şairden biri, geçmekte ve bitmekte olan günün doğuş vakitlerini hatırlayarak teselli aramakta, öbürüyse mümkün olduğu kadar güneşin batışını geciktirmek için ışık işçilerini vazife aşına davet etmekte, hiç olmazsa gelecek günün doğuşuna hazırlamakta çevreyi.”
Bu iki şairi kıyaslayan üstad, bu kıyası önemli bir analizle sonlandırarak, biri geçmiş zamanını, diğeri de son zamanını ve geleceğini şiirde yaşatan imparatorluğun bu iki şairinin bir arada düşünülerek, aynı dünyanın tamamlanmış iki cephesini birden yakalamış olacağımızı belirtiyor. Bu iki şairin, imparatorluğun bir bütün halinde, sanatın mesajını getirmiş olacaklarını belirtiyor.
Okumakta fayda var!
Kitabı okyanus olarak düşünürsek, bizim anlattığımızın bir damla bile edemeyeceğini, bu sebepten kitabın muhakkak okunup, es geçilen yerleri ve anlattığımız konuların daha derin analizlerini kitaptan görmek fırsatını yakalayabileceğinizi söylemekte fayda var. Münevver bir şairin, münevver bir şairi anlatarak, onun görüşlerini daha yakından tanımamızı sağlaması ve üstadın Âkif’i araştıracak gençleri bu yönde teşvik etmesi açısından kitabın çok çok önemli olduğunu düşünüyorum.
DUNYABİZİM.COM