“Bu toplantı, Anadolumuzun doğu illerindeki hizmet ehli kıymetli kardeşlerimizin de iştirakiyle, önemli bir toplantı durumundadır.
Şurada bir harita var; belki uzaktan iyi görülmez, ben açıklayayım: Türkiye’nin Kayseri dahil, Ankara’nın aşağısından Trabzon’un aşağısına kadar düz bir çizgi halinde ve Adana dahil, Silifke dahil aşağıya kadar olan kısmı; bütün Irak, bütün Suriye, bütün Ürdün; Arabistan yarımadasının da Medine-i Münevvere dahil kuzey kısmı; Sinâ yarımadasının tamamı ve Mısır’ın kuzeyi, İskenderiye’den ileriye doğru hudutlara dahil… Yâni, bizim şu anda içinde bulunduğumuz Malatya’nın da dahil olduğu bütün bu kısımlar İsrail’in haritası içindedir. [Benzer bir harita da CNN'de yayınlanmıştır.]
Yâni İsrail’in amacı, Amerika’da da kuvvete sahip olduğundan, Amerika’nın yönetimine de te’siri olduğundan, Avrupa’da da, Avrupa Birliği’nin çeşitli milletlere ait bayraklarının dalgalandığı merkezinin bulunduğu Strazburg’da da sahib olduğu nüfuz ile ve dünyanın her yerindeki organize tehditleriyle, Türkiye’nin bütün su ve petrol havzaları dahil Ortadoğuyu ve bizim topraklarımızı –Malatya dahil– kendi toprakları arasına katmayı amaçlıyor. Bunu istiyor, bunu arzuluyor ve bunun çalışmasını yapıyor. Bizim PKK olarak gördüğümüz olayların arkasındaki kimsenin söylemediği gerçek budur.
Kimse söylemiyor. Diyorlar ki: “Zâten Yunanlılar düşmanımız, zaten Ermeniler düşmanımız, bir üçüncü cephe açmayalım!” diyorlar ama gerçek bu… PKK’yı kışkırtan, organize eden, ayarlayan hepsi bu…
Dünyanın en mühim üç şeyi var: Başta petrol olmak üzere enerji… Ondan sonra yaşamak için en hayatî madde olan su… Ondan sonra da ekmeğin asıl maddesi olan tahıl… O GAP projesi ve sâire, bizim harcadığımız milyarlar, trilyonlar… İsrail bunlara göz dikmiş, buraları elde etmenin çalışmasını yapıyor.
Neden böyle bir şeye cesaret ediyor?.. Bizim geriliğimizden, cahilliğimizden istifade ediyor. Bizim organize olmamamızdan istifade etmeyi düşünüyor. Bizim kalabalığımızdan korkmuyor. Çünkü, elindeki imkânlar, silâhlar, alet, edevat, techizât, uluslararası münâsebetlerdeki güçlülüğü gibi şeylere güveniyor. Her ülkenin içindeki kendisine bağlı elemanlara güveniyor. Amerika’nın iç politikasında, dış politikasında; Almanların iç politikasında, dış politikasında; hattâ Vatikan’da, Vatikan gibi hristiyan devletinde bile sahip olduğu nüfûza güveniyor. Çünkü, içinde aslen yahudi olan papazlar var… Asıl kökeni yahudi olan, siyonizme hizmet eden papazlar var…
Şimdi aziz ve muhterem kardeşlerim!.. Biz burada bu meseleleri bilen insanlar olarak, 2100 senesine kadar önümüzdeki programları inceleyen insanlar olarak, o zamana kadarki dökümanlar elimizde olan insanlar olarak, size tarihî bazı şeyleri hatırlatmak için toplanmış bulunuyoruz. Yâni sizi ilgilendiren, sizin çocuklarınızı ilgilendiren, sizin Allah divânında yüzünüzün ak olmasını sağlamakla alâkalı olan, Allah’ın divanında sorumlu duruma düşmenize sebep olacak bir takım konuları konuşmak üzere burada toplanmış bulunuyoruz.
Türkiye’nin büyük bir kısmını ve bu menfur haritanın içindeki illeri temsil ediyorsunuz. Oralardan hareketle, bu toplantıya gelmişsiniz. Biz bunları başka yerlerde de söylüyoruz ama, meseleleri anlayabilmek bir seviye meselesidir. Yâni, Türkiye’nin ve dünyanın durumunu bilmek lâzım!.. Tahsili ve görgüsü, çalışmaları, kültürü bu meselelerin, söylenilen rakamların, konuşulan konuların ehemmiyetini anlamağa yeterli olması lâzım!.. O olmadığı zaman, klasik usülle, eski anlayışla bu meseleleri anlayamayabilir bazı kimseler…
Aziz ve muhterem kardeşlerim!.. Netice itibariyle biz, Allah’ın rızâsını arayan insanlarız. Allah’ın sevdiği, râzı olduğu bir kul olmak istiyoruz, Allah’ın sevdiği, râzı olduğu işleri yapmak istiyoruz; hâlis niyetimiz bu… Allah’ın sevdiği, râzı olduğu işler, sadece namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, tesbih çekmek değildir. Ümmet-i Muhammed’in istikbaliyle ilgilenmek önemli!.. İslâm’ın selâmetini, bekàsını düşünmek önemli!.. İslâm’ın bayrağının burçtan aşağı inmemesini sağlayacak insanlara ihtiyaç var, kadrolara ihtiyaç var…
Bunu düşünen, resmen bunu kendisine vazife edinmiş bir ülke yok!.. Osmanlı vardı. Osmanlı devletinin başındaki yöneticiler, halife olarak dünyanın her yerindeki müslümanlara yardım etmeye çalışıyordu. Asker gönderiyordu, para gönderiyordu, beynel milel toplantılarda savunuyordu. O devlet yok olduktan sonra ortada olan devletler, böyle bir şeye sahib olmak istemediler. Düşmanların büyüklüğü karşısında çekindiler.
Şimdi biz, dünyanın üzerindeki politikaların değişmesi, güç kuvvet merkezlerinin değişmesi, cephelerin değişmesi meseleleri ile yakından ilgilenen insanlarız. Bunları mütehassıs uzmanlardan, profesörlerden, bakanlık yapmış en yetkili insanlardan, milletvekillerinden konuşmacılar celbederek, muhtelif toplantılarda câmiamıza yaygın bir bilgi halinde tanıtmak için muhtelif çalışmalar yaptık. 1992 senesinde Ayvalık’ta Murat Reis Oteli’nde toplantılar yaptık… Gemlik’te toplantılar yaptık, Bursa’da toplantılar yaptık… İzmir’in Söke’sinde, Nevşehir’de Dedeman Oteli’nde toplantılar yaptık… En güzîde kardeşlerimizi ve hizmette cansiperâne çalışan arkadaşlarımızı çağırarak, dünyanın değişen şartlarını inceledik.
Dış politikadaki değişmeleri ve bu değişmelerin bize getireceği faydaları, zararları, tehlikeleri bahis konusu ettik. Bunları dergilerimizde yazdık. Dergilerimizi birbirlerimizle haberleşmek için bir araç olarak, bir mektup gibi, bir mesaj gibi düşünüyoruz. Sadece dergi çıkarmış olmak için yapmıyoruz bu neşriyatı… Bunun içindeki bilgileri arkadaşlarımız öğrendikten sonra, çalışmalarımız müşterek çalışma olarak devam etsin istiyoruz.
Çok net olarak, kelimelerin mânâsını bile bile, üstüne bastıra bastıra söylüyorum: Çok ciddî bir savaş ile karşı karşıya müslümanlar!.. Küfür müslümanlarla çarpışıyor, ama bu ilan edilmemiş bir savaş…
İlân edilmemiş muazzam bir savaş var… Bu savaşta, bir tarafta süper devletler var; Amerika var, Avrupa devletleri var… Başka müşrik devletler var; meselâ Hindistan gibi, Japonya gibi müşrik, ilâhî bir dine bile sahib olmayan devletler var… Bir tarafta da mazlum, mağdur, geri, ibtidâî, cahil, gàfil müslümanlar var…
–Peki, niye böyle mazlum, mağdur, cahil, gàfil müslümanları kendilerine hedef edinmişler ve niye İslâm’la uğraşıyor bu herif-i nâşerifler?.. Dünya üzerindeki en önemli güç odakları niye İslâm’la uğraşıyor?..
Onlar menfaatlerini sağladıkları zaman, İslâm’ın bir takım emirlerinin yapılmasına da müsaade ediyorlar, bir şey demiyorlar. Meselâ, Suudî Arabistan Amerika’nın avucunun içinde mi?.. İçinde… Suudî Arabistan’ın petrolü ARAMCO tarafından sömürülüyor mu?.. Sömürülüyor. Paraları Amerikan bankalarında mı?.. Amerikan bankalarında… Suspayı olarak, devletin yönetemini eline geçirmiş olan heriflere biraz para veriliyor mu?.. Veriliyor. Halk memnun mu vaziyetten?.. O belli değil… Eh, tamam, namazlarını kılsınlar, oruçlarını tutsunlar, haclarını yapsınlar… Bir şey demiyor, sömürü olduktan sonra…
Ama sömüremediği zaman kanlı ihtilâller yapıyor, kukla hükümetler başa geçiriyor, sömürmeyi devam ettirmek istiyor.
Dünya üzerinde biz mü’minlerin kafa yapımız çok farklı… Biz mü’minler olarak, menfaat hesabı yapmayız. Menfaatimizi fedâ etme hesabı yaparız. “Ben kazandığım paramdan ne kadar hayır yapacağım?.. Ben rahatımdan ne kadar fedâkârlık yapacağım?.. Ben nasıl zahmetli iş yaparsam, Allah’ın rızâsını kazanabilirim?..” Biz böyle düşünürüz.
Bu düşünce bizim dışımızdaki heriflerde yok… Onlar neyi düşünüyorlar?.. Onlar parayı, menfaati düşünüyorlar, büyük gelirleri düşünüyorlar.
–Büyük gelirler nedir dünyada?..
Petrol çok büyük bir gelirdir. Petrol yüzünden ihtilâller yapılıyor, petrol yüzünden hükümetler devriliyor, petrol yüzünden insanlar idam sehpalarına gidiyor, asılıyor… Petrol yüzünden ülkelerin sınırları değişiyor… Petrol yüzünden ülkeler birbirlerine saldırtılıyor, harb ettiriliyor. Petrol önemli…
–Başka ne önemli?..
Dünyanın su kaynakları çok önemli!.. Hammadde kaynakları çok önemli!.. İnsanların yemesi, içmesi için gerekli esas malzemeler çok önemli… Allah-u Teâlâ Hazretleri bu malzemeleri, en çok müslümanların hakim olduğu ülkelere vermiş. Petrol, buğday, su… vs. Bu uzun yıllardan beri Avrupalıların dikkatini çeken bir durumdur. Amerikalıların, gayrimüslimlerin dikkatini çeken bir husustur. Müslümanların elinden bu yerleri almaları lâzım!.. Veyâhut, o yerleri zâten sömürüyorlar ise, o ülkelerdeki müslümanların uyanmaması lâzım, yönetimi elde etmemesi lâzım!.. Yönetimi elde edip de bu sömürüye dur dememesi lâzım!.. Ana çalışmaları bu tarzda gidiyor aziz ve muhterem kardeşlerim!..
Şimdi bu ana mantıktan dolayı da, biz şu Türkiye’de yaşayan müslümanlar olarak, bu heriflerin, herif-i nâşeriflerin, şerefsiz insanların hedefi durumundayız. Her ne kadar yüzümüze gülüyorlarsa, güldüklerinin de kıymeti yok… Güldükleri de sahtedir. Gülücüklerinin arkasında dişlerini gıcırdadıyorlardır, artniyetleri vardır. İltifat ediyorlarsa, yardım ediyorlarsa, bir maksatla yardım ediyorlardır. Harıl harıl çalışıyorlar…
Fazla detaya inmiyorum, bunları bildiğinizi kabul ediyorum. Bunları bilen insanlar, bunları biliyorlar da bilgilerinin gereği olarak ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Biliyor, çaresizlik içinde… Biliyor ki Bosna’da, Hersek’te, Avrupa’da kalleşlik yapılıyor. Çifte standart yapılıyor, demokrasiye uyulmuyor. Çeçenistan için gık demezken, başka bir yer için hop oturup hop kalkılyor. İki tane balina için dünya ayağa kalkıyor. İki tane eroinman İngiliz kızı için, dünya ayağa kalkıyor, ateş püskürüyor. Ama yüzlerce, binlerce insan bir yerde ölse, onların işiyle ilgili olmadığı zaman veya ölmeleri işlerine geldiği zaman susuyorlar. Cezâyir’de olduğu gibi, Keşmir’de olduğu gibi, başka yerlerde olduğu gibi…
Şimdi, biz bu durumun karşısında susabiliriz, bu meselelerle ilgilenmeyebiliriz. Ama muhatap biziz; bizim ülkemiz, bizim kendi canımız, kendi şahsımız, kendi hayatımız, kendi çocuklarımız, kendi mallarımız, kendi diyarlarımız, kendi mülklerimiz… Burda İsrail bayrağının dalgalanmasını ister misiniz?.. İstemezsiniz ama, Malatya bunların hudutları içinde… Adam işte resmen bunu istiyor. Literatüre girmiş, İngilizce kitaplarda var… Bunu biliyoruz, bilenler biliyor.
Şimdi bunların karşısında bizim tedbir almamız lâzım!.. Bu tedbiri almak için mutlaka çok güzel organize olmak gerekir. Onun için biz kuvvetli bir şekilde organize olmaya önem veriyoruz.
Sonra, kuvvetli olmamız gerekir. “Zor oyunu bozar.” derler. Bizim bazı kuvvetlerimiz var… Bizim kuvvetlerimizin bir tanesi nüfusumuz fazla… Ve nüfusumuz hızla artıyor. Nüfus bakımından bizimle yarışamıyorlar, nüfus bakımından bizden geriler. Biz nüfus bakımından onlardan üstünüz. Fakat onlar, az nüfuslarını kalifiye eleman olarak yetiştiriyorlar; bizim çok nüfuslarımız yığınlar halinde olduğu için, bizden korkmuyorlar.
Bir çoban ikibin tane koyundan korkar mı?.. Korkmaz. Üç tane köpekle onu idare eder. “Hav hav…” dedirtir, oraya buraya saldırtır. Çoban koyundan, kuzudan korkmaz, tabiatı itibariyle korkmaz. Bu herifler bizden, tabiatımız kuzulaşmış olduğu için korkmuyorlar. Bizim kalabalığımız var ama, tabiatımızda bir dejenerasyon var… Yâni, gayr-i İslâmî bir durum var…
Bunu Peygamber SAS Efendimiz bize bildirmiş; diyor ki:
“–Ahir zamanda ümmetler, yemek yiyenlerin tabağa üşüştükleri gibi sizin üzerinize çullanacaklar.”
“–Yâ Rasûlallah! Bizim o zaman adedimiz az olacak da mı, onlar üstümüze çullanmağa cesaret edebilecekler?” diye soruyor sahâbe-i kirâm…
“–Hayır! Çok olacaksınız ama, değersiz bir çokluk olacak… Selin üstündeki çöp gibi olacaksınız.” Sel üstündeki çöpün sele bir hakimiyeti yoktur, sel onu sürükleyip götürüyor. “Size eski ümmetlerin iki hastalığı bulaşmış olacak:
1. Hubbüd dünyâ, dünyayı sevmek…
2. Kerâhiyetül mevt, ölümden korkmak…”
Muhterem kardeşlerim!.. Dünya mülkü bizim gàyemiz değildir. Dünyalık, mal, mülk, para, pul bizim gàyemiz değildir. Biz onu sever, onun için çalışırsak, onu Allah yolunda sarf etmezsek, işte bu hastalıktır. İkincisi, ölümü göze alarak onların karşısında durmaya hazırlanmazsak; bu da bir hastalıktır.
“Ben ölmeyeyim de, yaşayayım da isterse benim çocuklarım İngiliz olsun, isterse yahudi olsun, isterse kâfir olsun…” diyorsa bir insan; bunu bugün Türkiye’de pek çok aile söylüyor. “Türkiye’ye İslâmî idare gelmesin de Avrupa ile birleşelim, onlarla rahat ederiz. Türkiye’ye İslâmî idare gelirse, rahat edemeyiz!” diyor. Bunu böyle düşünüyor. “Çocuğum rahat etsin, ben öyle gericilik istemem!” diyor. Kendi aklına göre müslümanlığı ters görüyor, ve bunu istemiyor. Avrupa’yı istiyor, Amerika’yı istiyor, onunla dost oluyor, onunla kadeh tokuşturuyor, onunla yemek yiyor… Onunla geziyor, tozuyor. Onunla dost, bizimle düşman… Bizim memleketimizin insanı… Böyle insanlar var…
Şimdi, böyle bir durum, böyle bir kafaya geldiği zaman ne olmuş oluyor insanlar?.. “Ben ölmeyeyim, yaşayayım da, İslâm ne olursa olsun!.. İslâm mühim değil, iman mühim değil…” gibi bir noktaya gelmiş oluyor. Bu iki büyük kusurdan dolayı da müslümanlık şevketi kalmıyor.
Tabii, bunlarla uğraşmak ölümden korkmamakla, dünyayı sevmemekle hemen oluverecek bir şey değil… Ölümden korkmayarak, dünyalığı sevmeyerek, dünyalığı Allah’ın dinine hizmete tahsis ederek, aklın gerektirdiği her türlü çalışmayı yaparak oluyor işler. Yâni, biz de otomobil yapabilmeliyiz, biz de uçak yapabilmeliyiz… Biz de elektronik cihaz yapabilmeliyiz, biz de tomografi cihazı yapabilmeliyiz… Biz de uzay araştırması yapabilmeliyiz, biz de dünya çapında orijinal araştırma yapar duruma gelmeliyiz. Seviyemizi yükseltmeliyiz, dünya üzerindeki bilgileri toplamalıyız. Bilginin kuvvet olduğunu bilmeliyiz, organize çalışmalıyız.
Şimdi biz, bunların planlarının hepsinin nerden başlayıp, nerede biteceğini biliyoruz. Sizin içinizde de bu işi bilen kardeşlerimiz vardır. Uzmanlar vardır, planlamacılar vardır. Türkiye’nin en yüksek mevkilerinde bu konuda çalışma yapmış kardeşlerimiz olabilir. Biz bunları biliyoruz. Bunun için temel, ekonomik bakımdan birikim sağlamak, mahalli bir güç oluşturmaktır. Yâni, yapılacak şeylerin yapılmamasının sebebi nedir?.. Mâlî imkânsızlıklardır. Biz şeyin nasıl olacağını biliyorsunuz da yapamıyorsanız, neden yapamıyorsunuzdur?.. Mâlî imkânınız yoktur da, onun için yapamıyorsunuzdur.
Onun için mâlî imkânlarımızı birleştirmemiz lâzım!.. Ama, bu mâlî imkânların birleştirilmesinde biz size, “Mâlî imkânlarınızı getirin, şuraya koyun; Allah rızâsı için bu paralar harcanacak, gözünüz burda kalmasın, unutun bunu!..” da demiyoruz. Çünkü bu en son anda yapılacak bir şeydir. Yâni, artık bıçak kemiğe dayandığı zaman, böyle yapın denilebilir. Biz böyle demiyoruz. Biz diyoruz ki, “Mâlî imkânlarınızı küçük küçük, abuk sabuk işlerle oyalamayın! Gelin birleştirelim bunları, bu birleştirdiğimiz mâlî güçle, karşımızdaki insanlarla mücadele edebilecek klasta çalışmalar yapalım!” Bunu diyoruz. “Para senin olsun, istemiyoruz senden paranı, pulunu!..” diyoruz.
–Sen yaptığın özel işinde yüzde kaç kazanıyorsun?.. Bir işte çalışıyorsun, ticaret mi yapıyorsun?.. Memur musun, esnaf mısın, ziraatçı mısın, nesin?.. Ne yapıyorsun, yüzde kaç kazanıyorsun?.. Kâr mı ediyorsun, zarar mı ediyorsun?.. Geçen sene durumun neydi, bu sene durumun ne?.. Senenin başında durumun neydi, senenin sonunda durumun ne?..
Yâni ufak tefek, abuk sabuk işlerle uğraşıyor müslümanlar genellikle… Ve sene sonunda da zarar ediyor; “Maalesef, ticarethanem kâr etmedi, sermayem küçüldü, iş hacmim daraldı.” diyor. Biz diyoruz ki: “Böyle olmaz!.. Bu küçük küçük zararlar birleşir, İslâm toplulumunu yıkar. İslâm toplumunun mâlî yönden de kuvvetli olması lâzım!..”
Onun için diyoruz ki: “Mâlî imkânları birleştirerek, büyük dev müesseseler kurarak, enflasyon canavarından da paçamızı kurtararak, zarar etmeden büyük atılımlar yaparak, kendimizi hem ekonomik yönden güçlendirelim; hem de bu adamların karşısında neler yapacaksak, onları daha rahat yapabilelim!.. Çok kazandığımız icin ezilmeyeceğimizden, daha rahat yapabiliriz.” diyoruz.
Onun için, birçok müessese kurduk… Biz bunlarla büyük veya orta veya az kâr sağlıyoruz. Evet, biz dinî hizmet yapıyoruz ama, bizim programımızda rasyonel çalışmak var… Ekonomik meselelere önem vermek var… Ekonomik meselelere önem vermediğimiz zaman yıkıldığımız için, çöktüğümüz için, devletler çöktüğü için; biz her yaptığımız işin bu yönden iyi olmasını düşünüyoruz. Dergi çıkartıyorsak, ekonomik yönden dengeli… Radyo yayını yapıyorsak, ekonomik yönden dengeli… Hangi hizmeti yapıyorsak, ekonomik yönden dengeli ve çok fayda sağlıyor.
Şimdi biz bu sağladığımız faydaların arkadaşlarımıza yayılmasını istiyoruz, Anadolu’ya yayılmasını istiyoruz. Kardeşlerimizin güçlenmesini istiyoruz. Müslüman kardeşlerimizle ekonomik yönden bütünleşerek kuvvetlenmeyi, kuvvetlenmenin bir şekli bu olduğu için, hattâ tabanı bu olduğu için istiyoruz.
Bakın Avrupa, doğrudan doğruya Fransa ile Almanya, İtalya, İngiltere birleşecek demedi. Fransa ile İngiltere’nin tarihî düşmanlıkları vardı. Birbirleriyle harb etmişlerdi, saldırmışlardı, topraklarını almışlardı. Fransa İngiltere’nin, İngiltere Fransa’nın düşmanı idi. Almanya ile İngiltere ve Almanya ile Fransa düşmandı. İkinci Cihan Harbi’nde birbirlerinin şehirlerine yağmur gibi bomba yağdırmışlardı. İtalya ile öteki ülkeler arasında çeşitli problemler vardı.
Ama bunlar, birleşmenin lüzumuna inandılar, düşmanlıklarına rağmen birleşmeye adım attılar. Nasıl adım attılar?.. Ekonomik adım attılar. “AET: Avrupa Ekonomik Topluluğu” dediler, ekonomik adımla başladılar. Ekonomik uyumu sağladıktan sonra, ekonomik sözünü kaldırdılar, “AT: Avrupa Topluluğu” dediler. Ondan sonra da, “BAB: Batı Avrupa Birliği” dediler. Avrupa’nın müşterek savunmasını, müşterek bir orduya bağladılar.
Doğu blokunu yıktılar, Doğu blokundan ülkeleri kendilerine kattılar. Almanya Doğu Almanya’yı aldı, bütünleşti. Çekoslovakya’nın yarısını aldı, bütünleşti. Estonya, Litvanya, Letonya gibi ülkeleri Sovyetler Birliği’nden kopardı. Yugoslavya’nın Slovenya kısmını kopardı, aldı. Bunlar Doğu blokuydu veya tarafsız bloktu. Gittikçe büyüyor. Hattâ şimdi: “Urallar’a kadar Hristiyan Avrupa bizim olacak!” diyorlar. Balkanlar’ı, Bulgaristan’ı, Romanya’yı bir zaman sonra kendi içlerine almayı düşünüyorlar.
Onlar bu çalışmaları yaparken, on yıl, yirmi yıl, otuz yıl sonrayı düşünüyorlar. Biz bunu düşünmediğimiz zaman, aklımız başımıza geldiğinde, onlar karşımızda dev gibi dikildiği zaman, yapacak bir şeyimiz kalmıyor. İş işten geçmiş oluyor. Şimdi biz onların karşısında ne yapmamız gerekiyorsa yapalım diye, bu toplantıyı ondan yaptık. Toplantımızın mahiyeti budur.
….
Bu büyük hengâmede, büyük vartada, büyük tehlikelerin karşısında beraber düşünerek, ekonomik entegrasyonun arkasından daha büyük entegrasyonlarla, uyumlarla, bir araya gelmelerle, inşaallah Malatya’yı İsrail’e vermeyeceğiz. Türkiye’yi Avrupa’ya kaptırmayacağız. Balkanlar’ı hristiyanlara yutturmayacağız. Kafkasya’yı Rusya’ya ezdirmeyeceğiz. Onlara İslâm’ı anlatacağız. Roma’yı müslüman edeceğiz. Roma’yı Lâ ilâhe illallah’la müslüman yapacağız. Allah’ın vaadi bu bize; bu olacak. Ama ne zaman olacak?.. Biz onun hazırlığını yapmakla mükellefiz.
Onlar Balkanlar’da müslüman bırakmayıp, Anadolu’da müslüman bırakmayıp, Orta Asya’ya sürmeyi düşünüyor. Bizim de emelimiz, Avrupa’yı, Amerika’yı müslüman yapmak, dünyanın her yerine Allah’ın dinini yaymak; zulme her yerde karşı çıkmak, zulmü engellemek, zulmün karşısına adaleti dikmek; küfrün karşısına imanı koymak ve Allah’ın dinine hizmet etmek… Çalışmamız budur.“
Merhum Prof. Dr. M. Es’ad Coşan
22. 04. 1995 – Malatya Konuşması
dusunuyoruz