Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında, vakıf ve derneklerde başkanlık yapan Şair-Ressam Recep Garip, Adana Birlik Vakfı’nın Kurucularından... Türkiye Yazarlar Birliği, Tiyemder ve Yimder’in kültür başkanlığını da yürütmüş olan Recep Garip, kültür-sanat ağırlıklı seminer ve konferanslar verdi. 30 yıla yakın bir zamandır yağlı boya resim çalışmaları ile uğraşıyor. Toplum içinde gençlerin genelde sosyal medya yoluyla alabora olduğunu ifade eden Şair-Ressam Garip, çıkarmayı düşündüğü ‘kültür-sanat’ ağırlıklı bir gazetenin üzerinde çalışıyor. Garip, 22. Dönem AK Parti Milletvekilliği de yaptı.
Akit'ten Ahmet Can'ın Şair-Ressam Recep Garip’le yaptığı söyleşi şöyle:
Kültür ve sanat alanında neler yapıyorsunuz?
- Uzun yıllar okumalarımın sonucunda yazmanın bir ödev ve medeniyet sorunu olduğunu düşünmeye başladım. Bu yüzden son yıllarda daha çok okuma ve yazmaya gayret ediyorum. Son dönemdeki makalelerim ve 40 yıllık edebiyat çalışmalarım kitap olarak yakında çıkacak.
Ressamlık nasıl gidiyor?
- 30 yıla yaklaşan bir ressamlığım var. Son sergim 2012 yılında olmak üzere, 30 kişisel resim sergisi açtım. Şimdiye kadar iki kataloğum yayınlandı. 20 kitabım var.
‘ZEMİN HAZIRLANMADI’
Hükümetin kültür ve sanata dair yaptığı bir şey var mı? Siz bir entelektüel olarak ne düşünüyorsunuz?
- Günümüzde hayatın daha çok statikleştiğini ve mekanik bir anlam kazandığını müşahede ediyorum. Bu mekanikleşme belki düşünceyi, sanatı, edebiyatı, şiiri, kitabı da mekanik bir alana doğru taşıdı. Bir tarafıyla yoksulluğu terkeden halk, toplumsal açlığı, ruhun açlığını, aklın açlığını, düşünce açlığını belki bir kenara bıraktı. Belki ihmal edildi. Son on yıllık AK Parti iktidarı Türk aydınının düşünce ve şiir üretmesine, sanat alanında, dünya çapında eserler ortaya koymasına zemin hazırlamış değildir. Bu belki de insanların mekanikleşmesiyle de yan yana konulabilir.
‘İSLÂM’I SAĞCILAŞTIRARAK VURDULAR’
“Sağ kesimde sanat, edebiyat hiçbir zaman solda olduğu kadar rağbet görmüyor” diye bir algı var...
- Bence bu anlamda biz hayata bakışımızı bile anlayamadık. Tamamiyle bir yere oturtamadık. Dolayısıyla inanç kendi kaynağından beslenmezse farklı alanlardan beslenecek. Mesela İslâm’ın sağ veya soldan beslenmeye ihtiyacı yoktur. Türkiye’de İslâm, solcular için büyük bir nimettir. Diderot, papazları tıpkı Marks gibi yadsırken İslâm’ı tanımıyordu. Goethe ve Tolstoy, papazları yadsırken İslâm’ı tanıdı. İşte solun açmazı tam da burada. Sorun sadece solda değil. Bugün eğer toplumsal değişimin, belki yüz yıllık değişimin getirdiği sürece bakıldığında Müslümanların suçlandığı, hor görüldüğü, yok edilmeye gayret edildiği için hayatı anlamaya geç başladıklarını ifade edebilirim.
‘NEOLİTİK ÇAĞ YARATIKLARI GİBİ’
Sol nerede konumlandı?
Türkiye’de sol hep İslâm düşmanlığı içinde oldu. Sol kasıtlı olarak İslâm’ı sürekli sağcılıkla özdeşleştirdi. İslâm’ı ‘sağcılık’ olarak tanıtan ifrit solcular acıktıklarında helvadan yapılmış kendi tanrılarını yiyen neolitik çağ yaratıkları gibiler; sıkıştıklarında, fikrî açlık içine düştüklerinde, İslâm’a saldırmayı tek çare olarak gördüler. Şimdi Türkiye Gazetesi’yle de sağ gösterip sol vuruyorlar. Liberal bir tezgâh var.
‘LİBERAL TEZGAH FİKİR MİKSERİDİR’
Ne demek liberal tezgâh?
Liberal tezgâh bir tür fikir mikseridir. Bu tezgâhın gayesi, keskinliği yok etmek, bir yerde olmamak... Liberalizmin ne kadar tehlikeli olduğunu Dostoyevski ‘Budala’ isimli o muazzam eserinde uzunca anlatır.
“YÖNÜNÜ KAYBETMİŞ BİR ADAMA YOL SORULMAZ”
Kim kaybeder?
- Taraf Gazetesi’ne bakın. Burada kaybeden, solun sosuna bulanmış liberaller oldu. Kadro yavaş yavaş boşaldı. Şimdi başka bir konumlanma şekliyle ortaya çıkıyorlar. “O tutmadı bunu deneyelim” mevzusu… Ralph Waldo “Yönünü kaybetmiş bir adama yol sorulmaz” diyor. Bugün yönünü kaybetmiş solculara yön soran ve onların sofralarında mezelenen sağ görünümlü liberallerin durumu işte bu...
“Solmaz pörsümez İslâm”la yolu buluşmayanların yolu neresidir?
- Liberal getto... Yeni bir getto ve içine İslâmcıları da dahil ediyor. Her düşünceden bir temsilciniz olduğunda her yöne salvo atışı daha rahat yaparsınız. Bu anlamda manevra kabiliyetlerini geliştiriyorlar.
PAZARLIKSIZ İSLÂM KAVGAMIZ NE OLACAK?
İstedikleri ne?
- “Sizin mahalle bizim mahalle kalmasın” diyor, bizim “pazarlıksız İslâm” kavgamız ne olacak, düşünmüyor. Adamın artık öyle bir derdi de yok zaten.
Bundan on yıl önce sol ve sağcılar İslâmcılar birbirleriyle bu kadar içli dışlı değillerdi.
Şimdi her fikirden insan aynı dergi ve gazetede buluşuyor, artık renkler birbirine karıştı. Sizce bunun sebebi ne?
- Küfrün zirveye çıkması gerekiyor, ya da karanlığın tamamiyle ortalığı kaplaması gerekiyor ki; güneş ondan sonra doğsun, diriliş ondan sonra başlasın. Meseleye böyle bakarsak belki doğru bir yere varmış oluruz.
KARİZMATİK OTORİTELER OLUŞTU
Biraz açar mısınız?
- Bakın kapitalizm, insanların düşüncelerini iğfal etti. Bunu yaparken de ‘Karizmatik Otorite’ler oluşturdu. Kapitalizmin gayrimeşru çocuklarından birinin adıdır Karizmatik Otorite... Her şeyi kendi menfaatine tahvil etme üzerine kurulu gâvur bir sistemin bekçileridir bunlar.
Doğu toplumlarına gelelim...
- Evet, tam bu noktada bu otoriteye baş kaldıracak, ona sağlam bir yumruk indirecek yiğit bir Anadoluculuktan bahsediyorum. Bu topraklardan yetişmiş, diyalektik bilen Osmanlı Medeniyeti’nin tüm nezaketine hakim, İslâm davasını iyi anlamış cesur bir gençlik...
İslâm Medeniyeti’nin filozoflarını da burada hatırlamakta fayda var...
- Şöyle... İslâm medeniyetinden yetişen filozoflara bakıldığı zaman bunların batıya hiç sırtını dönerek var olmadığını görürüz. Batı’da var olan düşünceleri de bilip anlayıp Aristo’yu ikiye katlayacak bir donanımda mesela Farabi... Onu örnek verebiliriz. Farabi’deki bu derinliği ortaya koyan şeyin iman olduğunu biliyoruz.
Türkiye nereye gidiyor?
- Son yüzyıla girildiğinde bütün dünyanın yıkılmış olan dünya devletinin üzerinde oynadıkları oyunlar dikkat çekiyor. Kültürel varlıkların, inanç varlıklarının hepsi yok edilmiş. Bugüne geldiğimizde bireylerin kapitalizmin sarhoşluğuna girdiklerini düşünüyorum. Ama bu sarhoşluk da elbette geçici...
GENÇLERİN DAĞINIKLIĞI YÜZÜNDEN MEKÂNLAR KAYBOLDU!
Günümüzde gençlerin durumu...
- Toplum içinde gençler genelde sosyal medya, yani internet yoluyla alabora oluyorlar. Peygamberimiz “din nasihattir” diyor. Yani din sohbetle yayılıyor. İslâm coğrafyasında talebe ile öğrencinin arasındaki diyalog aslında bir sohbet üslubuyla devam etmiştir. Yani Peygamberin nasihatine uygun olarak ders yapılmıştır. Anadolu’nun birçok yerinde yaren odaları, imam odaları, sıra evleri gibi sohbet mekânları vardır. Bunlar geleneksel kültürü yaşatıyor. Gençlerin bu dağınıklığında belki de bu mekânlar kayboldu. Bir terbiyecinin tılsımlı, ruhu, yüreği ve dokunuşu kalmadı, belki bugün sendeleyen gençlerin böyle bir sıkıntısı var.
Buradan yola çıkarak mı kültür-sanat ağırlıklı haftalık bir gazete çıkarmak istiyorsunuz?
- Evet... Biz düşünce, edebiyat, kültür ve medeniyet ağırlıklı haftalık bir gazete düşündük.
Yazarları düşündünüz mü?
- Birçok yazar ve bilim insanı ile birlikte çalışmayı düşünüyoruz. Arkadaşlar hararetle böyle bir gazeteye ihtiyaç olduğunu söylüyor.
Hangi hatta duracak bu gazete?
- Bir tarafta Cengiz Aytmatov, bir tarafta Halil Cibran... Bir yandan dünyanın her yerinden kültür-sanat faaliyetinden bahseden, sanatın mutlak sûrette Allah için yapılması gerektiğini gösteren bir dil, bir yapılanma oluşturmak istiyoruz.
İNSAN TOPRAKTAN UZAKLAŞTIKÇA AĞRESİFLEŞTİ!
Bu teknoloji çağında ruhsal bir detoks (arınma) mümkün mü?
- Elbette…
Nasıl yapacağız bunu?
- İnsan, tüketmekten ve tükenmekten kurtulmak istediğinde, iç dünyasında bir yolculuğa çıkmalıdır. Şırıl şırıl akan bir ırmağın musikîsi, dalgaların sesi bir tür arınma yolculuğudur. Kendine dönüştür. Kendimizi toprakla da tedavi edebiliriz. İnsan, özü olan topraktan uzaklaştıkça agresifleşti.
HORMONAL ŞEBEKLİK YAŞIYORUZ!
Gürültüye alışıldığında insanı sessiz ortamlar rahatsız etmez mi?
- Küvette su sıçratan bebekler gibi oldu insanlık... Toplum gitgide şebekleşiyor, bu anlamda şebekleşmek ifritleşmektir. Edebiyat da bundan nasibini alıyor. Hormonal şebeklik yaşıyoruz.
Rahmetli Psikiyatr Ayhan Songar, insanlarda gürültünün bir bağımlılık haline geldiğini söylerken bir bakıma “Patırtılı Kültür”den bahsediyordu aslında... Mesela şehirdeki trafik gürültüsü 90 desibel seviyesindeki ses üretimiyle en önemli gürültü kaynağıdır. 110-120 desibellik ses seviyesindeki bir rock konserinin yoğun şehir trafiğinin yüz ile bin katı gürültü üretme kapasitesine sahip olduğu belirtiliyor. Rock konserlerinin ışıltılı gecelerine bakın; topyekün nursuz yüzlere tanık olursunuz. İrrite bir durum… Şebekleşen toplumda sadist ve psikopatlar ortalığa saçılırlar.