Sunal, uzun yıllar kanserle mücadele etmiş ve bu hastalıktan kurtulmayı başarmıştı.
Şair İbrahim Tenekeci bugünküü köşe yazısını yazara ayırdı ve onun bir kitabına adını veren "Biz Neyi Anlar" şiirine telmih yaparak, "Biz Seni Anlar" başlığını kullandı.
İşte İbrahim Tenekeci'nin bugün Milli Gazete'de yayınlanan köşe yazısı:
1990'dan sonra, edebiyatın yerini medya aldı. Medyatik biri değilseniz eğer; gazetede yazmıyor, televizyona çıkmıyor, sadece dergileri tercih ediyorsanız, çok kaliteli işler yapmış olsanız bile, emeğinizin karşılığını almanız bir hayli zor. Çenebaz televizyonculara gösterilen hürmetin ve ilginin onda biri bile size gösterilmez.
Geçen hafta, has bir şair daha sessiz sedasız bir şekilde aramızdan ayrıldı. Şu ana kadar, vefatıyla ilgili küçük bir habere dahi rastlamadım. Çünkü o, medyadan uzak olmayı tercih etmiş biriydi. Yılda birkaç iyi şiir yayımlamak, yetiyordu ona.
Evet, Şair Levent Sunal'dan bahsediyorum.
1960 Adana doğumluydu. Tarsus Amerikan Ortaokulu'nu ve Robert Koleji'ni bitirmiş, sonrasında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştu.
İlk şiirleri Varlık dergisinde çıkmıştı. Sonrasında, şiirlerini düzenli olarak Dergâh dergisinde yayımladı. Şiir kitapları da Dergâh yayınlarından çıktı: Mevsim Birdenbire, Biz Neyi Anlar, Soldurmayan İmla.
Bunların dışında, bir, hatta iki kitap oluşturacak kadar şiiri daha vardı.
O altmış, ben ise yetmiş doğumluydum. Fakat ikimizin de ilk şiir kitabı 1997 yılında, beraber yayınlandı. Hakan Arslanbenzer'in gayretleriyle tabii.
O yıllarda, Dergâh çevresinde güzel bir ortam vardı: Levent Sunal, Mehmet Şeker, Süleyman Çobanoğlu, Hakan Arslanbenzer, Hakan Şarkdemir, Murat Menteş, Orhan Petek, Hakkı Yanık, İcabi Akçaoğlu, İlker Jandar ve ben...
Mustafa Kutlu hocamız, her birimizle ayrı ayrı ilgilenirdi.
O günler, gerçekten de güzel günlerdi.
Sonra her birimiz bir tarafa savrulduk.
Levent Sunal ile on yıl kadar yoğun bir münasebetimiz oldu.
Hastalandığım zaman, doktorum oydu.
Yedikule'de yatarken, sıklıkla ziyaretime gelir, durumum hakkında doktorlardan bilgi alır, bana da bol keseden moral verirdi.
Sonra o hastalandı, ben ziyaretine gitmeye başladım. "Amansız hastalık" denilen kansere yakalanmıştı. Çapa'da yattı.
Kemoterapi, ilaçlar, tahliller, ümitsiz bakışlar... Hepsini yendi, fakat can sıkıntısını hiçbir zaman yenemedi.
Taburcu olduktan sonra, evine de sıklıkla gittim. Güzel bir evi ve üzgün bir annesi vardı. (İşte orda, küçük bir optalidon kutusundaki annem / Mizacına yenik düşmüş bir erkeğin kadınıdır.)
İlk şiir kitabını babasına, ikinci kitabını da annesine armağan etmişti.
Tuzla Devlet Hastanesi'nde çalışıyorken, nöbetçi doktor olduğu zaman, ben de "nöbetçi şair" olarak ara sıra yanında olurdum. Sabaha kadar çay ve sigara içip şiir konuşurduk.
Bütün o konuşmalar buruk bir hatıra olarak kaldı.
Pek yazı yazmaz, dikkatini daima şiire vermeye çalışırdı. Hafızam beni yanıltmıyorsa eğer, bir tek Ülkü Tamer hakkında yazı yazmıştı. En beğendiği şair ise Oktay Rıfat'tı.
Şiirlerini, M harfi bozuk bir daktiloyla yazardı. 1995 yılında gördüğüm şiirinde de, Dergâh dergisine bir ay önce gönderdiği son şiirde de M harfleri eksikti. Mustafa Kutlu hocamız, çıkmamış M harflerini özenle bulur ve tükenmez kalemle tamamlardı.
Yayınlanmamış son çalışması, Özdemir Asaf'tan esintiler taşıyan "Sana gitme demeyeceğim" başlıklı şiiriydi.
1997 yılında, Gömü başlıklı bir şiir yazmış ve Levent Ağabeye hediye etmiştim: "Bir gömüyüz biz, bulutların altında / Bir gömünün peşinde vardır birçok harita..." Yine, aynı yıllarda, karşılıklı olarak Mektup ve Savunma başlıklı birer şiir yazmıştık.
Levent Sunal'ın şiirleriyle ilgili en sağlam yazıyı ise Hakan Arslanbenzer yazmıştı. Yazımızın başlığı, yazısının başlığıdır.
Onun şiiri, arı görmemiş bal ya da kumaşsız elbise değildi. Gerçekti, doğaldı. Gücünü, güçsüzlüğünden alıyor gibiydi.
Tam bir şair gibi yaşadı. Mekânı cennet olsun.
YAZ BİTTİ
bir gün büyüyünce Aşk olacağız,
kadim dostluklar devri kapanacak Zühre
çocukluğum sendin, sen büyüdün
halatlarla bağladık tekneleri kıyıya
ırmaklar götürmesin diye...