Son yıllarda hükümete yönelik sert eleştirileriyle gündeme gelen Ali Bulaç, Özgün Duruş`taki referandum yazısına yönelik sert eleştirilere yine aynı gazeteden cevap verdi.
Referandum’la ilgili açıklama!
Bir önceki sayıda (Sayı: 46) bu köşede, kısmi anayasa değişikliğinin 1. maddesinde öngörülen pozitif ayrımcılığın üzerinde yeterince düşünülüp düşünülmediğini sormuş, “kadınlara yönelik” ilave avantajların anayasa emriyle sağlanması durumunda bunun uzun vadede aile ve toplumsal hayatımızda yol açması muhtemel sakıncalar üzerine dikkat çekmeye çalışmıştım.
Bir internet sitesinde takma isimle yazı yazan bir muhafazakâr, benim “hayırcılar” cephesinde yer aldığımı yazdı. Bu rahmetli Necip Fazıl’ın deyimiyle “kifayetsiz muhteris muhafazakâr”ın kim olduğunu biliyorum. Derdi halkoylaması değil, başka.
Bundan birkaç sene önce TMSF medya kuruluşlarına el koyarken, değerli bir dostumu kullanarak evime geldi. Ona kapımı açtım, ikramda bulundum. Ortak dostumuzun şahitliğiyle bana “Hükümete karşı bir saldırı planladığını, benim de hükümetin bazı icraatlarını eleştirdiğimi, dolayısıyla işbirliği yapabileceğimizi” söyledi. Ben bunu niçin yaptığını sordum. Bana “Star gazetesi ve Cıne5 hükümetin eline geçiyor. Bunlardan birinin başına geçmek istiyorum. Eğer bunu başarabilirsek önümüze büyük imkânlar açılır” dedi. Cevabım şu oldu: “Benim hükümeti eleştirmem sadece fikri bir meseledir. Benim işe, yeni imkânlar araştırmaya ihtiyacım yok. Bugüne kadar ne ticarette, ne siyasette, ne bürokraside gözüm olmadı. İsteseydim birkaç dönem milletvekili olurdum, parti başkanlarından teklif aldım. Ticaretten anlamam, bana trilyon verseniz bir ayda batırırım, idarecilik kabiliyetim de yok. Ben sadece okur, araştırır, gözlemde bulunur ve yazarım. Bununla da geçiniyorum, hamdolsun sıkıntım yok” deyip nazikçe reddettim. AK Parti iktidarına kadar camiamızda ”İslamcılık” satarak yer tutmaya çalışıp devrin değişmesiyle bir anda “muhafazakâr demokratlık”a hızlı geçiş yapan bu muhteris zat, hem teklifini kabul etmediğimden hem planına ve hedefine muttali olmamdan bana kin ve husumet beslemeye başladı. Bugün “kısmen” muradına ermiş bulunuyor. Benimle ilgili internet sitesinde yazdıklarının tümü yalan, yanlış ve iftiradır. İftiralara cevap vermeyi düşünmüyorum, onu Allah’a havale ediyorum. Büyük Gün’de elbette iki elim yakasında olacak, hakkımı helal etmiyorum.
46. sayıda yazdığım yazının hedefinde “hayır” tercihini empoze etme niyetim yoktu. Şöyle diyordum: “ ‘Evet’ veya ‘hayır’. Bu ayrı bir konu. Ben şu dört noktaya dikkat çekmek istiyorum.” Dikkat çektiğim noktalar şunlardı:
1) Kısmi değişiklik yeni ve sivil bir anayasanın yerini tutmayacak;
2) Kısmi değişiklik dahi müzakere ve müşavereye dayalı hazırlanmadı;
3) Değişiklik Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın konumlarını daha da güçlendirecek –ki AYM, açıkladığı gerekçeli kararında benim görüşümü açıkça teyid etti-;
4) “Kadına yönelik pozitif ayrımcılık” aile ve toplum hayatımızda derin sarsıntılara yol açabilecek.
Görüşüm değişmiş değil, yazdıklarımın arkasındayım, ama bu benim “hayır” diyeceğim anlamına gelmez. Dört sebepten dolayı “evet” diyeceğim:
a) Ben 12 Eylül 1980 askeri rejimin mağduruyum, ağır işkenceler gördüm;
b) Balyoz Darbe Planı’nda öldürülecek 19 yazar arasında yer alıyorum. Önümüzdeki süreçte davaya mağdurlar olarak müdahil olacağız;
c) İlk defa siviller kısmi bir değişiklik yapıyorlar, yetmese de bir gelişmedir;
d) Hayırcı cephenin hak, hukuk, özgürlüklerle uzaktan yakından ilgisi yoktur, o cephede görünmeyi kendime yakıştıramam.
“Kadınlara pozitif ayrımcılık” konusuna gelince… Belirtmek gerekir ki, “çocuklar, yaşlılar, yetimler, özürlüler ve harp şehitleri”ne ilave avantajların sağlanmasına benim itirazım olamaz. İslam bunların korunup gözetilmesini emretmektedir. “Muhtaç kadınlar”a da aynı ilave avantajlar sağlanmalıdır. Hatta eğer kimi kimsesi yoksa, kocası engelli ise ve evi kendisi geçindirmek zorunda ise evsafa uygun bir kadın öncelikle işe alınmalıdır, eşit ücret verilmelidir. Ama geçen yazıda belirttiğim üzere kısmi anayasa değişikliğinin öngördüğü düzenleme öyle değildir, aksine durup dururken, AB ve içeride Batı’dan aldıkları fonlarla beslenen feminist ve kadın kuruluşlarının bastırmasıyla kadınlar iş hayatına sokulmak isteniyor.
Bir iddiaya göre pozitif ayrımcılığı öngören 1. maddede “kadınlar” yer almıyor. Ama AK Parti’nin tanıtım amacıyla dağıttığı “Anayasa Referandumu 12 Eylül 2010-Evet” broşüründe “değişikliğin öncelikle kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, şehitlerimizin dul ve yetimleri ile gazi ve mamullerin yararına pozitif ayrımcılığı esas alan düzenlemeler yapılıyor” (s. 5) denilmektedir. 31 Temmuz 2010 tarihli Yeni Şafak’taki yazısında değerli dostum Resul Tosun “niçin pozitif ayrımcılığa evet” dediğini anlattığı yazısında “kadınlar”ı zikretmiyor. Açık ki bu konuda bir belirsizlik var. Benim itirazım şudur:
1) Hükümet zahmet edip ilgili kimselerle yeterli müzakere ve müşavere etseydi, bu maddeyi öyle düzenlemezdi;
2) Biz “muhafazakâr-dindar” görüntüsü var diye hükümetin her yaptığını onaylamak zorunda değiliz;
3) Yazarlar gözetleme kuleleri gibidirler, toplumu uyarma görevleri vardır, pozitif ayrımcılığı Avrupa’nın çizdiği çerçevede anayasaya koymak aileyi sarsacaktır;
4) İktidar hırsı ve nimetiyle dinlerinin önceliklerini unutan, kamu kaynakları ellerine geçti diye her şeye “evet ve eyvallah” diyen eski İslamcılar, sahte dindarlar ve hacı yatmazların en ufak bir eleştiriyi “ihanet”le suçlamalarının bizim nezdimizde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
ÖZGÜN DURUŞ