Dostum S. Önsay'dan bir mektup aldım, benden nakledilen bir söz üzerine ölçüsüz ve haksız tepki gösterenler onu üzmüş ve üzüntüsü ile gerekli açıklamanın yapılması talebini şöyle dile getirmiş:
"Değerli Hocam, Taha Akyol'un sizin de adınızın geçtiği yazısına olumlu veya olumsuz; edebli veya seviyesiz yorumlar yapılıyor. Tabi ki bunlar sadece şahısların ayarını yansıtıyor (üslubu lisan ayniyle insan) ve onları bağlıyor (ötede hesabı sorulmak üzere kayda alınmayan hiçbir söz yoktur). Ancak olayın, bizi (ümmeti) ilgilendiren bir yönü var. Verilen tepkilerin birinde şu ifadeleri görüyoruz: "..efendimiz as.onlar gökyüzündeki yıldızlar gibidir buyurmuyor mu.benim sahabeme sövmeyin onlara kızan bana kızmış onları seven beni sevmiştir buyurmuyor mu.." Burada temel alınan Hadis-i Şeriflerden(tabi ki sahih ise) bir mümin neyi anlamalı ve hangi yargıya varmalıdır? Sahabe-i Kiram, Tabiîn ve Onları takip edenler yani en hayırlılarımız olarak Efendimizce değerlendirilenler için Onlar ne yaptılarsa yerindedir; ne söyledilerse doğrudur; Onlardan hata ve günah sadır olmamıştır, diyebilir miyiz? Bu anlayış Onların masum olmaları yani ancak Peygamberlerimize bahşedilen "İsmet" sıfatını Onlara da vermek anlamına gelmez mi? Ayrıca 'içtihatlarında hata etseler bile bir sevap vardır' müjdesi ve kefaleti mutlak mıdır? Yoksa müçtehid de olsa bir insanın söz ve davranışlarının bu referansa layık olması için söz konusu görüş ve tavırlarının bazı kayıt ve şartlara haiz olması mı gerekir?"
Ben ne demiştim, önce onu tekrarlayalım: "Ben Muaviye'yi sevmem, ama ona sövmem". "Bir gönülde Ehl-i Beyt sevgisi ile Muaviye ve Yezid sevgisi bir araya gelemez".
Evet ben böyle dedim ve diyorum.
Peygamberimiz (s.a.) "Sövmeyin" diyor, ben de sövmüyorum, Peygamberimiz "onları seven benim sebebimle (beni sevdikleri için severler, onlardan nefret edenler de benden nefret ettikleri için böyle yaparlar" buyuruyor. Ben bu hadise de dayanarak "Peygambermiz'in göz bebeklerini inciten adamı ve adamları sevmiyorum; çünkü hadis Peygamberimize olan sevgiyi öne alıyor ve ashabın da bu sebeple sevilmesini istiyor. Bir kişi Peygamberimizin üzerlerine titrediği aile fertlerini üzer, onlara hakaret eder, tehdit eder, sonunda meşru halifeye isyan eder ve kılıç çekerse "yine de onu sevin" demiyor, hadis bu manaya gelmiyor.
Ashab elbette masum değildir, yanılır, günah işler, yanlış yola gider; bu takdirde de –böyle olan ashabın- peşinden gidilmez ve böyle yapanlar sevilmez. Efendimiz hayatta ilken içki içen, çalan, yalan söyleyen, iftira eden, O'nun sırrını düşmanlarına bildirmeye teşebbüs eden ashab da olmuş, Peygamberimiz bunlara gerekli cezayı vermiştir.
Peygamberimiz (s.a.) Ammâr'a "Seni meşru başkana isyan edenler (bağîler) öldürecek" demiş ve onu Muaviye'nin askerleri öldürmüşlerdir. Meşru halife olan Hz. Ali'ye isyan etmek ve silah çekmek günahtır, caiz değildir; Muaviye ve yandaşları bunu da yapmışlardır. Hz. Peygamber'i sevenler bunları yapmazlar, bunları yapanlar da sevilmezler, ama Ehl-i sünnetin bir kuralı olarak onlara hakaret edilmez ve sövülmez.
"Aradan asırlar geçmiş, bu konuları kapatmak gerekirken niçin üzerini açıp yarayı kanatıyorsunuz?" denebilir.
Hiçbir gerçeğin üstü örtülemez, örttüm diyenler kendilerini aldatırlar, kitaplar, şîanın aşırı, canlı ve hep tekrarlanan tepkileri ortada iken bu tarihi olayları konuşmamak veya konuşup da (kitaplara yazıp da) haklıya haklı, haksıza haksız dememek, ictihad kavramını saptırmak yarayı iyileştirmez, aksine besler. Bana göre doğrusu olayları olduğu gibi ortaya koymak, İslam'ın değişmez dini, ahlaki ölçülerine göre değerlendirmek doğru davranıştır ve hem ibret almak hem de ümmetin parçalarını birbirine yaklaştırmak için uygun bir tavırdır.
Ashabın rivayeti sahih ise alınır, reyine gelince başka muteber reyler ve bunların dayandığı delillere göre alınır veya terk edilir.
Yarın da bu konuya devam edecek ve bu arada ünlü Ehl-i sünnet alimi Teftâzânî'nin, benim yazdıklarımı destekleyen ifadesini nakledeceğim.