Ne kadar gereksiz bir müdahale olduğunda toplumun tamamı hemfikir. Sağcısı, solcusu, 'asker yanlısı', 'asker karşıtı' herkes diyor ki; 'Gece yarısı bildirisi ters tepti ve halk ilk seçimlerde bu tepkisini sandığa yansıttı.' Doğru söze ne denir? Maalesef o gece Genelkurmay Başkanlığı'nın web sitesine o bildiriyi hazırlayanlar tarihî bir hata yaptı; hem kendi itibarlarını sarstı hem de gereksiz yere ordumuzu siyasî tartışmaların içine attı.
27 Nisan bildirisinin yayınlanması, demokrasimiz için vahim bir yanlıştı. Şekil bakımından korkunç bir hataydı. Düşünebiliyor musunuz, ülke cumhurbaşkanını seçecek, asker kendi internet sitesinden siyasî bir açıklama yaparak en hararetli siyasî konuya müdahil oluyor. Üstelik dört gün sonra Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını açılayacak. Ve herkes de biliyor ki AYM, 367 saçmalığına siyasî bir yorum getirecek ve Meclis tıkanacak. Birkaç gün sonra alınacak kararı da etkileyecek bir şekilde hem siyasete açıktan baskı yapılıyor hem de yargıya.
Neresinden bakarsanız bakın, e-muhtıra yanlıştı, gereksizdi. Şekil bakımından lüzumsuzdu da muhteva bakımından doğru bir anlam ifade ediyor muydu? Tabii ki hayır! Düşük profilli o metni kim hazırlamıştı; hâlâ bilinmiyor. O günlerde kulağıma çalınan bir bilgiyi isim vermeden nakletmiştim. Tarif ettiğim kişi bir akademisyendi. Bir isim gündeme geldi. O da isim zikretmediğimi, tarif yaptığımı dile getirerek 'İsim verseydi dava açardım' gibi laflar etti.
Aslında kim yazarsa yazsın sonuç değişmiyor: Kötü bir metin. Dili yanlış, anlatımı bozuk, grameri hatalı... En kötüsü de içeriği berbat. Halkın demokrasiye duyduğu güveni zedeliyor, vatandaşın inançlarını sorguluyor, belli bir hayat tarzını topluma dayatıyor. O kadar ki Peygamberimiz'in doğum haftasını kutlayan insanlara bile göndermeler yapıyor bildiri. İster istemez insanlar şu soruyu sordu: Peygamber ocağı diye bildiğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri, kendi aslî işini bırakmış da Kutlu Doğum Haftası'nı mı sorguluyor?
e-muhtıra sadece karargâh hatası değildi. Zincirleme iletişim kazasının arkasında bazı akademisyenler, siyasetçiler, gazeteciler vardı. Topluca oluşturulan 'iç tehdit' algısı ve dar bir çerçeveye sıkıştırılan eylem planları askeri böyle bir hataya zorladı. Toplumdan gelen tepkinin dozu yüksek çıkınca fatura tamamen askere kesildi ve demokrasiye müdahale goygoyculuğu yapanlar muhtıra sahiplerini yapayalnız bırakıverdiler. Üstelik bu, ilk kez de olmamıştı.
Maalesef e-muhtıradaki üslup kayması TSK'nın dine karşı olduğuna dair kuşkulara yol açtı. Orgeneral Başbuğ, bu imajı düzeltmek için bazı hamleler yaptı. TSK'nın dinle sorunlu olmadığını anlatmaya gayret etti. Bu bir açılımdı, devam etmesi lazım. Çünkü e-muhtıranın arkasındaki danışman kadro vahim hatalar yaparak orduyu halkın inancıyla karşı karşıya getirdi. Süreci iyi okuyamayan danışman kadrosu büyük bir iletişim kazasına sebep oldu.
Benzer bir hataya düşülmemesi önemli; çünkü bazı çevrelerdeki malum takıntılar benzer bir iletişim hatasının yaşanabileceğini gösteriyor. Halkın sempati duyduğu hizmetleri karşısına almak yanlış sonuçlar doğuracaktır. Hukuk içinde kalarak sivil taleplere cevap veren hiçbir çalışma illegal bir havaya büründürülemez. Gönüllüler hareketi olarak çalışan hiçbir zümre, sivil toplum dışında düşünülemez.
Dünkü basın toplantısında Genelkurmay Başkanı Başbuğ sözü sosyologlara bırakıyor. Haklı. Ancak sosyologlardan bazılarının sabıkası hiç de iç açıcı değil. 27 Nisan bildirisi bunun ispatı değil mi?
27 Nisan'da halkla askeri karşı karşıya getirenlere şu soruluyor: Değer miydi? Bir gün size de soracaklar: Değer miydi? Cevabınız ne olacak şimdiden merak ediyorum...