Rockefeller'dan katliam virüsü

Rockefeller vakfı yayınladığı bir raporda dünya çapında dört farklı gelecek senaryosu bulunuyor. Sahra altı Afrika , Güneydoğu Asya ve Hindistan dikkat edilmesi gereken bölgeler olarak göze çarpıyor.

Mahşerin dört senaryosu: Bir virüs dünyayı nasıl değiştirir?


iyibilgi.com'un özel haberine göre Dünyanın en zengin ailelerinden Rockefeller'lara ait aynı isimli vakıf, 1 Haziran 2010 tarihinde bir rapor yayınladı. Raporda dört farklı dünya çapında gelecek senaryosu bulunuyor. Bu senaryolar vakfın başkanı Judith Rodin'e göre, olgular üzerine oturtulmuş, geleceğe dair detaylı anlatımlar. Raporun sunum kısmını kaleme alan Rodin, bu senaryolar üzerinde gelecekte insanlığı bekleyen olası kriz noktalarını tespit edip, onlara hazırlıklı olmak istediklerini belirtmiş. Sonuçta vakfın insani yardım üzerine yoğunlaştığını ve halihazırdaki kaynaklarını insanlık yararına etkin şekilde kullanabilmek için, bu tür öngörülere sahip olmaları gerektiğini savunmuş.

Bu senaryo çalışması, yapılan açıklamaya göre Rockefeller Vakfı için bir ilk. Vakıf bu senaryoyu, Global Busines Network adlı stratejik danışmanlık şirketine hazılatmış. Senaryoların ortak sorunsalı, teknolojinin rolü ve küreselleşmenin geleceği üzerine kurulu. Ancak ana odak, teknoloji.

Peki neden teknoloji ana rolü kapmış? Bunun cevabı raporun "merkez sorusunda" saklı:

Önümüzdeki 15-20 yıl içersinde, teknoloji, gelişen dünyada, eşit büyümenin ve insan direncinin önündeki engelleri nasıl etkileyebilir?

Anlaşılması zor bir cümle. Bu yüzden senaristler konuyu biraz daha açma ihtiyacı görmüş. Onlara göre teknolojinin "ilerlemesinden", gelişiminin devamlılığından kimsenin kuşkusu yok. Esas merak edilen şey tekonolojik ilerlemenin izleyeceği yol. Örneğin teknolojik sıçramalar ve inovasyonların kaynağı neresi olacak? Sadece gelişmiş dünyadan mı yoksa daha çeşitli coğrafyalardan mı? Ekonomik ve siyasi gelişmeler, teknolojik gelişimin hızını ne yönde etkileyecek. Ve tabii en önemlisi, varolan veya yeni teknolojiler, kişilerin, toplulukların ve sistemlerin "büyük değişimlere" tepki verebilme kapasitesini nasıl geliştirebilir? Bunun gibi soruların cevabı aranmış.

(Yalnız burada bir parantez açıp, rapor içinde geçen önemli bir nottan bahsetmemiz gerekiyor. Yukarıdaki merkez sorunun içersinde geçen "direnç" (resilience) kelimesinin anlamını açma ihtiyacı duyulmuş. Bu raporda "direnç"ten kasıt, insanların, toplumların ve sistemlerin, değişim içersinde (büyük felaketler gibi) hayatta kalabilme, yeni süreçlere adapte olabilme kapasitesi olarak değerlendirildiği açıklanmış. Rockefeller Vakfı'nın da kuruluşundan beri "direnç ve eşit büyümeyi" insanlık için arttırmayı amaçladığı belirtilmiş.)

Senaristlerin, coğrafi olarak üzerine özellikle eğildik dedikleri üç bölge, dikkat çekiyor:
Sahra altı Afrika , Güneydoğu Asya ve Hindistan.

Senaryolar, dört adet farklı dünya geleceği üzerine kurulu.
1) Uygun adım: Askeri bir terimden yola çıkılarak adı konmuş bu gelecek tahayyülüne göre, dünya, günümüze göre daha otoriter devletler tarafından yukarıdan aşşağı sıkı sıkıya kontrol ediliyor. İnovasyon sınırlı, vatandaşlık ve insan hakları gerilemiş durumda.

2) Birlikte daha akıllıca: Bu en insanlığın geleceği açısından en optimum senaryo. Dünya çapındaki sorunlara, küresel işbirliği içersinde, başarılı stratejilerle müdahale ediliyor.

3) Hack saldırı: Bu da en kötü senaryo. Ekonomik anlamda sağlam olmayan, hükümetlerin güçsüz kaldığı, suç oranlarının yüksek olduğu, "tehlikeli inovasyonların" ortaya çıktığı bir dünya.

4) Akıllı karışıklık: Bu da kötünün iyisi. Ekonomik olarak sıkıntılı bir dünyada, günü kurtarmak amacıyla insanlar ve topluluklar kendi başlarının çaresine bakacak çözümler üretiyor.



Bunlar içersinde olası bir dünya geleceği açısından en endişe veren iki senaryoyu (Uygun adım ve Hack Saldırısı) sizler için iyibilgi olarak detaylı bir şekilde inceledik. Bugün "Uygun adım" adlı senaryonun detaylarına bakıyoruz.

"Uygun adım" senaryosuna göre, dünya H1N1 virüsünden daha beter! bir virüs ile karşı karşıyadır. Vahşi kazlardan bulaşan virüs, en hazırlıklı ülkeleri bile dize getirir. Alınan hiçbir tedbir, virüsün yayılmasını engelleyemez. Dünya nüfusunun beşte biri, bu virüsü kapmıştır. Sadece yedi ayda sekiz milyondan fazla insan ölür. Ölenlerin çoğu gençlerdir. İnsan, hizmet ve malların geçişi salgın yüzünden durur, dolayısıyla dünya ekonomisi çöker.

Virüs'ün en çok etkilediği yerler Afrika, Güneydoğu Asya ve Orta Amerika'dır. ABD'nin bile çok kötü etkilendiği bu pandemik salgından, sadece birkaç ülke hafif sıyrıklarla kurtulur. Bunların arasında en dikkat çeken güç Çin'dir. Çin hükümetinin hızlı bir şekilde aldığı karantina kararı, güç kullanarak desteklendiği için etkili olur. Çin'in etkili ve güçle desteklenmiş bu politikaları, dünya çapında bir trend halini alır. Ulusal liderler, hastalıkla başedebilmek için daha otoriter davranmaya başlarlar. Hastalık geçtikten sonra dahi, ellerindeki bu arttırılmış iktidarı gönüllü olarak bırakmazlar. Pandemik sonrası ortaya çıkan çok ciddi sorunlarla baş edebilmek için, ellerindeki iktidarı sonuna kadar kullanmakta kararlıdırlar. Bu daha sonra "bir ihtiyaç" halini alır. Devlet kontrolü sıkılaştıkça, teknolojinin gelişimi de buna uygun olarak değişir. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere nazaran ellerindeki iktidarı ve kaynakları daha etkili yöneterek, teknolojik inovasyonun kaynağı haline gelirler. Böylece teknolijik gelişmenin kontrolü bir süreliğine tekrar gelişmiş ülkelerin eline geçer.

Bu arada ABD ve AB'nin teknoloji konusunda kontrolü sıkılaştırması, teknolojiden faydalanmak isteyen ama bunun için yeterli kaynağı olmayan ülkeleri, Çin gibi Batı'dan bağımsız teknolojik atılım gösterebilen güçlerle daha sıkı işbirliğine iter. Özellikle batının gözünde diktatör olarak gözüken bir çok Afrikalı lider, Çin ile yakınlaşma politikaları izlemeye başlar. Bunun sonucunda Çin, Afrika kıtasındaki etkinliğini arttırır. Aşırı iktidar, bir süre sonra (2020'den sonra) kitlesel rahatsızlıklara, çatışmalara sebep olur. Üstten gelen baskıya karşılık alttan alta kitlesel tepki güçlenir. Bir çok bölgede devlet ve vatandaş karşı karşıya kalır.



Bu senaryoda teknolojinin kullanım alanları şöyle belirlenmiş:

- Havalimanları ve diğer kamusal alanlarda gelişmiş MRI cihazları bulundurulacak. Bu cihazlar sayesinde kalabalık içersinde "anormal davranışlı" kişiler kolayca tespit edilebilecek

- Bulaşıcı hastalıkların erken tespit edilebilmesi için yeni tarama cihazları geliştirilecek. Özellikle hastaneler ve hapishanelerden çıkan insanlar için bu taramalar zorunlu olacak.

- Seyahat engeli yüzünden, tele-konferans ve iletişim teknolojileri, daha etkin ve ucuz hale getirilecek.

- Korumacılık ve ulusal güvenlik endişeleri yüzünden her ulus, bağımsız bir bilişim ağı kuruyor; Çin'in kendi geliştirdiği güvenlik duvarı teknolojisini örnek alıp, kendi "duvarlarını" inşaa edecekler. "World Wide" Web (www) parçalı hale olacak.

Senaryonun kuş gribinden beter! bir salgın ile başlaması dikkat çekici. Hatırlarsanız, kuş gribi salgını hakkında ilk başta söylenenler, dünyanın son derece "tehlikeli" bir virüs ile karşı karşıya olduğunu belirtiyordu. Bu yüzden dünya çapında seyahat kısıtlamalarına gidilmek için kararlar çıkartılmış (örneğin geçen seneki Hac'cın iptali konuşulmuştu bir aralar), hükümetler milyonlarca grip aşısı satın almıştı. Sonradan "salgının" hiç de o kadar anlatıldığı gibi korkunç olmadığı anlaşılmış, grip aşısı satan ilaç firmaları, ekonomik krizde kar rekoru kırarken, hükümetler ellerindeki grip aşılarını ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Fakat bu senaryoya baktığımız zaman, o salgının nerelere varabileceğini görmüş oluyoruz: Ütopya'nın tersi bir distopya. Kara bir bilimkurgu filminden çıkmışa benzeye bu senaryodan daha da beteri var. O da yarına...

 

Dünya Haberleri