Prof. Dr. Mustafa Fayda ile İsra ve Miraç Hadiseleri Üzerine

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Fayda ile İsrâ ve Miraç hadiseleri hakkında kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Fayda ile İsrâ ve Miraç hadiseleri hakkında kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Fayda, şimdiye dek bu konular etrafında yapılan tartışmalara dair önemli açıklamalarda bulundu.

-Kimi İslam âlimleri Miracın ruhen gerçekleşen bir olay olduğunu, gerçekte Hz. Peygamber’in rivayet edildiği gibi bedenen Allah katına çıkmadığını belirtiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-İsrâ ve Miraç olayının bedenen mi ruhen mi olduğu tartışılmış. Kelam ve hadis âlimlerinden, bedenen ve ruhen olduğunu kabul edenlerin ekseriyette olduğunu görüyoruz. İsrâ Suresi’nin birinci ayetinde geçen “abd” kelimesiyle ilgili yorumlarda farklılık görülmektedir. İsrâ ve Miracın bedenen ve ruhen olduğunu kabul edenlere göre bu ayet-i kerimede geçen “abd” yani “kul” kelimesi “beden ve ruhla” insan bütünlüğünü ifade ediyor şeklinde anlaşılır. Buna karşılık yalnızca ruhen olduğunu söyleyen ve bedenen olduğunu kabul etmeyen sahabe ve âlimler de vardır. “Bedenen ve ruhen” olduğunu söyleyenler, ayet-i kerimenin ilk kelimesine dikkati çekerler. Allah’ın her türlü noksan sıfatlardan tenzih edildiği ‘‘sübhane’’ ile başlamasını; “ruhen veya rüyada olsaydı bir tenzihe ihtiyaç olmazdı” şeklinde yorumluyorlar. “Allah her şeye kâdirdir, O’nu her türlü eksikliklerden münezzeh kılıyoruz” demenin manası; bir kulunu, Peygamberi’ni, Habibi’ni Mekke’den alıp Mescid-i Aksa’ya, Kudüs’e, oradan da kendi katına urûc ettirmesinin mümkün olduğu demektir onlara göre. Bununla ilgili aynı surenin (İsrâ) 60. ayetinde ‘‘Sana gösterdiğimiz ru’yayı insanlar için imtihan vesilesi yaptık’’ denmektedir. Bedenen olmadığını kabul edenler, ayette geçen “ru’ya” kelimesine istinaden bu hadiseyi rüya gibi almaktadırlar. Bedenen ve ruhen olduğunu kabul edenler ise Cahiliye çağından bir şiirle, Abdullah ibn Abbas’ın görüşlerini delil göstererek buradaki ru’ya kelimesinin gözle görülen şey manasında olduğunu, yani bu kelimenin Peygamberimiz’in gözle gördüğü şeylere delalet ettiğini, uykuda olan rüyayı ifade etmediğini söylemişlerdir.  Bu görüşte olanlar bir başka şey daha söylemişlerdir. Allah istediği her şeyi yapma kudretine sahiptir. Bir insanın bir yerden alınıp başka uzak bir yere götürülmesi ve onunla ilgili daha başka kendi arzu ettiği tecellilere Son Peygamber’ini mazhar kılmasının mümkün olduğunu ve bunun Allah’ın kudretinin dışında düşünülecek bir husus olmadığını ifade etmişlerdir. Çünkü bunu bir mucize olarak görmüşlerdir. Ancak bazı âlimler bu mucizenin hissî mucize olmadığını ifade etmişlerdir. Peygamberimiz'e nispet edilen bazı hissî mucizelerin en bariz özelliği, O'nun yaşadığı veya yaşattığı o hissî mucizeyi başka insanların görmesidir. Halbuki İsrâ ve Miraç’taki mucizesini Peygamberimiz başka insanların görmediği bir anda yaşamıştır.

H. Karaman ve arkadaşları Hamidullah’ın görüşlerini hem serdetmişler hem de teğet geçerek -onun ruhaniyetini de incitmeden- kendisini kabul etmediklerini çok zarif bir şekilde ifade etmişler. Ben de Miraç hadisesinin hem bedenen hem de ruhen gerçekleştiği kanaatindeyim.
 
 
İsrâ ve miraç hadisesinde Peygamber Efendimiz’in Mescid-i Haram’dan Mescis-i Aksa’ya gittiğini gösteren İsrâ hadisesinin bedenen olduğunu savunanların öne sürdüğü bir delil de şudur: İsrâ Suresi’nin yukarda zikrettiğimiz 60. ayetindeki "imtihan vesilesi" ifadesine istinaden, bedenen ve ruhen olduğunu söyleyenler “ruhen olsaydı Allah bunu bir imtihan vesilesi yapmazdı” şeklinde görüş belirtiyorlar. Binaenaleyh imtihan vesilesi olan şey zaten mucizevi olan bir şeydir.

-Muhammed Hamidullah’ın bu konudaki görüşlerini nereye oturtabiliriz?

-Miracın ruhen gerçekleştiği görüşünü dile getirenler arasında çok değerli hocamız Muhammed Hamidullah da var. Hayreddin Karaman hoca ve arkadaşları onun görüşlerini hem serdetmişler hem de teğet geçerek -Hamidullah’ın ruhaniyetini de incitmeden- kendisini kabul etmediklerini Kur’ân Yolu isimli tefsirlerinde konunun sonunu bağlarken çok zarif bir şekilde ifade etmişler.

Ben de Miraç hadisesinin hem bedenen hem de ruhen gerçekleştiği kanaatindeyim.

-Miraç hadisesinin “İslam Tarihi” açısından önemi nedir?

-Hicret'ten bir yıl kadar önce –belki biraz daha fazla– bir tarihte vuku bulduğunu bildiğimiz İsrâ hadisesine kadar Peygamber Efendimiz’in o günkü halet-i ruhiyesini tespit etme bakımından yaşanmış menfi olayları kısaca sıralamamız icap ediyor. Birinci ve ikinci Habeş muhaceretleri olarak zulüm gören Müslümanların Habeşistan’a hicret ettiği dönemi yaşamıştır. İkincisi; müşriklerin üç yıl kadar devam eden, bizim boykot dediğimiz, Müslümanları tecrit ettikleri bir sıkıntılı dönemi Peygamber Efendimiz ve başında bulunduğu Müslümanlar çok acı, çok zor günler geçirerek yaşamışlardır. Peygamber Efendimiz Taif’te çok acı hadiselerle karşılaşmış, acı günler geçirmiştir. Kendisi biliyorsunuz, taşlanmış, yanında götürdüğü Zeyd b. Harise hazretlerinin ayakları kan revan içinde kalmış, başı yarılmış ve çok üzüntülü bir halde Mekke’ye gelmiştir. Son olarak Peygamberimiz’in hayatında çok önemli bir yer işgal eden, çok müstesna iki şahsiyet vefat etmiştir. Bunlar Hatice anamız ve Ebu Talib’in vefatı. Bu yıla senetü’l hüzn (hüzün yılı) dendiği bizim kaynaklarımızda meşhurdur. İşte bütün bu sıkıntıların ortasında, Rasûlullah (sav)’a Allah’ın “seni çok seviyorum” demesidir İsrâ ve Miraç. Ve O’nu desteklemesidir. Ben onun için İslam Tarihinde İsrâ ve Miracın Peygamber Efendimiz’in Hicret için ve Hicret’ten sonra Medine-i Münevvere’de yaşayacağı ve İslam’ın geri kalan rükünlerinin, emirlerinin ve Kur’ân ayetlerinin yaşanacağı, öğretileceği, insanlara tebliğ edileceği bir on yıl için enerji topladığı bir hadise olarak, bir motivasyon kaynağı olarak kabul ediyorum.


Rasûlullah (sav)’a Allah’ın “seni çok seviyorum” demesidir İsrâ ve Miraç. Ve O’nu desteklemesidir. Ben onun için İslam Tarihinde İsrâ ve Miracın Peygamber Efendimiz’in Hicret için ve Hicret’ten sonra Medine-i Münevvere’de yaşayacağı ve İslam’ın geri kalan rükünlerinin, emirlerinin ve Kur’ân ayetlerinin yaşanacağı, öğretileceği, insanlara tebliğ edileceği bir on yıl için enerji topladığı bir hadise olarak, bir motivasyon kaynağı olarak kabul ediyorum.
 
-Mescid-i Aksâ’nın Kâbe’nin alternatifi olarak yapıldığına dair görüşler hakkında ne söylemek istersiniz?

-Maalesef bazı araştırmacılar o sırada Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın bulunmadığını ileri sürerek, Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından Kâbe’nin yerine geçmek üzere Mescid-i Aksa’nın bina edildiğini, insanların orayı tavaf etmesi gerektiğiyle ilgili Şii tandanslı ve Şii olduğu bilinen Yakubî’nin rivayetine dayanarak ileri sürüyorlar. Hâlbuki Abdülmelik b. Mervan Abdullah İbn Zübeyr’le mücadele ettiği yıllarda hac için insanlar oraya gidiyor ve Mekke’yi işgal etmiş olan Abdullah İbn Zübeyr’in Mekke’ye başkalarını, Emevilerin tarafını tutanları sokmadığını biliyoruz. O yıl Arafat’ta –Hicrî 72-73 haccıdır bu– üç ayrı çadır kurulduğunu görüyoruz: Emevilerin taraftarı olanların çadırları, Hz. Ali’nin, Fatıma anamızdan sonraki hanımından olan Muhammed İbnü’l Hanefiyye’nin etrafında olanların çadırları ve Abdullah İbn Zübeyr taraftarlarının çadırları. Yani Emeviler o zamanlar hacca insanları göndermişler. Birinci nokta bu. Hicrî 65-66 yılında başlayan inşaatın 72 yılında bitmesine rağmen 72-73 haccında Abdülmelik ibn Mervan’ın hilafetini kabul eden Müslümanların o sene hacca gelenlerinin Arafat’a, Mekke’ye geldiklerini görüyoruz. Konu hakkındaki iddialara karşı birinci cevabım bu. İkinci cevabım ise şu: Yakubî’den başka bu konuyu söyleyen hiçbir âlim yok eski kaynaklarda. Bu arkadaşlar, tarafgirlikle hadis uydurulduğunu ileri sürecek kadar aşırı tenkidî zihniyete sahip olmalarına rağmen Yakubî’nin gerçekten Şii görüşleriyle Emevi düşmanlığının ortaya çıkardığı bir fikir olduğu görüşünü yok farz ederek İbn Şihab ez-Zührî’nin, 22 yaşında olan bir insanın, Peygamberimiz’in üç mescidde namaz kılınması ile ilgili hadisini Emeviler için uydurduğunu söylemeleri gerçekten insanı rencide etmektedir. Çok değerli hadis profesörü hocamız Talat Koçyiğit’in Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde bu konuyu da içine alan İbn Şihab ez-Zührî ile ilgili uzun bir makalesi var. Bu derginin 21. cildinde konuyu ele alarak bu meseleyi büyüten ve Müslümanları rahatsız da eden Goldziher’e verdiği cevapları okumalarını tavsiye ederim. Ayrıca aynı fakültede Abdülmelik ile ilgili yapılan çok önemli ve çok yeni bir doktora tezinde, Fatih Erkoçoğlu bu konuyu ele almakta ve Abdülmelik b. Mervan’ın Kudüs’te yaptırdığı eserin yapılış maksadıyla ilgili olarak iki rivayet zikretmektedir: Yakubî’de geçen birinci rivayete göre Abdülmelik Mekke ve çevresinde hâkimiyeti ele geçirmek suretiyle kendisiyle mücadeleye girişen Abdullah İbn Zübeyr’in gücünü kırabilmek ve oraya giden hacılara engel olmak için alternatif bir mescid yaptırmayı düşünmüştür. Zira Abdullah İbn Zübeyr Mekke’ye hac için gelenlere kendisine biat alıyordu. Buna göre bu eserin yapılışında İbn Şihab ez-Zührî’nin rivayet ettiği şu hadisten faydalanılmıştır diyerek Talat Koçyiğit hocamızın çalışmalarından da faydalanarak bu konuyu olduğu gibi söylemiş. Gramer adlı bir sanat tarihçisi ise bunun doğru olmadığını ve Abdülmelik’in bu yapısının tek tanrılı üç inancın Müslüman ataları anısına Hz. İbrahim’e dikilmiş bir anıt olarak tartışmalı ve siyasal bir önem taşıdığını belirtmiştir. Abdülmelik’in bu kutsal yeri, yani Kudüs’ü Müslümanlaştırırken hem Museviler hem de Müslümanlar için aynı oranda kutsal olan Hz. İbrahim’i simge olarak seçtiğinin öne sürülebileceğini, böylece Müslümanların gözünde İslamlığın üstünlüğünün de gösterilmiş olduğunu, Müslümanlara özgü çağrışımlardan ziyade Müslüman olmayanlara yönelik olarak böyle azametli bir binanın yapıldığını dile getirerek Yakubî’de yer alan rivayeti çürütmüştür. Doğru olan da budur. “Kâbe’nin yerine geçmek üzre Kubbetü’s Sahra  yapıldı” demek gerçekten insafa sığmamaktadır. Hele İbn Şihab ez-Zührî gibi bir zatın “üç mescidde namaz kılınır” gibi Peygamberimiz’in bir hadisini Emevilerin hatırına uydurduğunu ifade etmeleri gerçekten insanı dilhun etmektedir. İsrâ ve Miraç hadisesiyle ilgili tabii ki yorumlar devam edecektir. Anlayışların farklı olması bizi rahatsız etmiyor. Ancak insanların çok sivri noktalara gitmeleri bizi rahatsız ediyor.

“Kâbe’nin yerine geçmek üzre Kubbetü’s Sahra yapıldı” demek gerçekten insafa sığmamaktadır. Hele İbn Şihab ez-Zührî gibi bir zatın “üç mescidde namaz kılınır” gibi Peygamberimiz’in bir hadisini Emevilerin hatırına uydurduğunu ifade etmeleri gerçekten insanı dilhûn etmektedir.
 
-Miraç hadisesi hakkında sizin eklemek istediğiniz bir değerlendirme var mı?

-Peygamberimiz'in; Müslim’de rivayet edilen bir hadise göre Miraç’ta bütün peygamberlerle –onlar tabii ruh âleminde Peygamberimiz’le buluşuyorlar– buluşarak onlara imamlık yaptığını görüyoruz. Ben bu imamlık meselesinin Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bir ayet-i kerimenin tecellisi olarak değerlendirilmesini okuyucularımızın tenkidine, anlayışına sunmak istiyorum. Peygamber Efendimiz’in yüce şahsiyetini ifade eden ayetler arasında pek fazla dile getirilmeyen Âl-i İmran sûresinin 81. ayetini okumak istiyorum.

 

 

Meali:

Hani Allah peygamberlerden ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz diye söz almış, kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi dediğimde kabul ettik cevabını vermişler, bunun üzerine Allah o halde şahit olun ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim buyurmuştu.

Ben, bu ayet-i kerimenin sanki tecellisi gibi Peygamberimiz’e diğer peygamberlerin imanını peygamberimiz hayatta iken gösterme imkânını Allah’ın bahşettiğini hissediyorum. Tabii bu hissimin yanlış veya doğru olması hususundaki değerlendirmelere açığım. Ama ben bunun –madem ki Allah diğer peygamberlerden bir misak almış– önemli bir husus olduğunu düşünüyorum. Peygamberimize nazil olan ayetleri incelediğimiz zaman Allah’ın misak aldığı konular çok değildir. Bu misak da peygamberlerden alınmıştır ve bizim peygamberimize onların muhakkak iman etmeleri ve muhakkak yardım etmeleri sözü alınmıştır. Bizim tefsirlerimizde onlar ümmetlerine söyleyecekler, bizim peygamberimiz çıktığında ona iman edecekler ve yardım edecekler diye tefsir yapmışlardır.  Ben, İsrâ’dan sonraki tecelli eden Miraç’ta peygamberlerin Peygamberimiz’in imametinde namaz kılmalarının bu ayetin bir tecellisi olduğunu hissediyorum. Bu hissimi okuyanların hoş karşılayacaklarına inanıyorum. Ve daha önce de herhangi bir kaynakta bu şekilde bir görüşe rastlamadığımı, bunun benim kendi yorumum olduğunu tekraren ifade ediyorum.

sonpeygamber.info

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Özel Röportajlar Haberleri