PKK'nın 12 askerimizi şehit ettiği hain saldırısı Demokratik Açılım sürecinin kaderini de yakından ilgilendiriyor. Bölgede yeniden Olağan Üstü Hal (OHAL) ilan edilmesi için seslerin yükseldiği bir ortamda, Açılım'ın devam edip etmeyeceği, edecekse şiddete yönelen örgüte karşı alınacak askeri önlemlerin ne olacağı soruları ortada duruyor. Adeta Hakkari'deki saldırının habercisi olan, PKK'nın son iki aydaki eylemleri, hedefin Açılım sürecinden vazgeçmeyen hükümeti hedef alındığını gösteriyor. Hakkari'den çıkan sonuçlardan biri bu. Bir diğeri ise Başbakan Erdoğan'ın, Ergenekon ve İsrail'i kastederek 'ihale aldılar' sözüyle özetlediği, dış politikada aktif hale gelen Türkiye'ye karşı örgüt üzerinden uluslararası bir komplo kurulduğu... Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ertan Beşe, PKK'nın Açılım'da ısrar eden hükümete karşı, yeniden şiddete başvurduğunu söylüyor. Beşe'ye göre, bundan sonra Açılım'ın halka anlatılabilmesi için örgütü bitirmese bile askeri bir başarı şart.
Öcalan'ın 'beni muhatap alın' açıklaması ile PKK'nın son dönemdeki eylemleri ile Hakkâri'de 12 şehit verdiğimiz saldırı birlikte değerlendirildiğinde, örgütün 'Demokratik Açılım'a karşı taktik değiştirdiği söylenebilir mi?
Her şeyden önce bu süreci 'Demokratik Açılım'a karşı bir taktik değişikliği olarak görmemek gerekir. Örgüt zaten hiçbir zaman samimi bir biçimde 'Demokratik Açılım'a destek vermek istemedi. Çünkü örgütün ana unsurları açılım sürecinden olumlu neticeler çıkmasını ve dolayısıyla başarılı olmasını istemedi. Süreci hep PKK'nın ve Abdullah Öcalan'ın muhatap alınması ya da serbest bırakılması, koşulsuz af ilan edilmesi ve benzeri türden ilk baştan tartışılması mümkün olmayan ve hiçbir siyasi iradenin kolay kolay kabul edemeyeceği koşulları dillerine doladılar.
Ama PKK'nın Habur'dan dönüşe izin vermesi gibi olumlu bir adım da var?
Habur Sınır Kapısı'ndan girişler esnasında yaşananlar da aslında açılım sürecini sabote etmeyi amaçlıyordu. Bundan sonra yaşananlar da samimi olmadıklarını gösteriyor...
Son iki ay içerisinde ardı ardına gelen saldırılarla 50'nin üzerinde şehit verilmesine sebep oldular. Askeri üslere saldırıların yanı sıra Samsun Lâdik, Mardin Kızıltepe ve en son Hakkâri-Çukurca'da olduğu gibi kent merkezlerinde ya da ilçelerde doğrudan polise yönelik silahlı saldırılarda da bulunmaya başladılar.
Açılım'la başlayan süreci neden bu saldırılarla sabote etmek istediler peki?
Terör örgütü ve elebaşısı Öcalan, gücünü şiddetten alan ve şiddetle beslenen bir özelliğe sahip. Örgütün varlığı, sürekliliği ve etkisi, şiddetin devamına bağlı. Geçen yıl bu zamanlar Açılım gündeme geldiğinde bir süre maksimal düzeyde talepler de bulundular ve 'bekle-gör' politikası izleyerek, sürecin akim kalmasını istediler. Açılım sürecinde elde edilecek bir takım olumlu sonuçlar, terör örgütünün sömürü araçlarını ve varlık nedenini ortadan kaldıracak, varlığını ve gücünü borçlu olduğu 'şiddet'in kendileri açısından meşruiyetini de sorgulanır hale getirecekti. Bu süreçte gerçekten de 'Demokratik Açılım, bir takım nedenlere bağlı olarak siyasi ve toplumsal düzeyde ciddi bir taban ve destek oluşturamadı ve bu da sürecin arzulanan sonuçlarını engelledi. Fakat hükümetin Açılım'dan vazgeçmemesi, örgütün tekrar sürece karşı yeni bir taktik adım atmasını da gerekli kılmaya başladı. Bunun sonucu olarak da tekrar saldırılara başladılar. Türkiye'de bu denli yoğun bir şiddet ortamı içerisinde, bunca şehit cenazesine rağmen demokratik açılım bağlamında önemli adımların atılması siyaset zemini açısından mümkün gözükmemektedir. Örgütte bunun çok iyi farkındadır.
Demokratik açılımla birlikte PKK'yla mücadelede askeri/istihbarat ve emniyetin fonksiyonu 'taktiksel' açıdan da tartışıldı. TSK, polis ya da MİT'in terörle mücadelede yeni bir yol haritası belirlemesi gerekir mi? Özellikle Genelkurmay Başkanlığı'nın 'küçük gruplarla önemli hedefleri vurmayı planlıyorlar' şeklindeki açıklaması beraber ele alındığında...
Demokratik Açılım sürecinin amacı ve bu bağlamda tartışılan hususlar terörle mücadelenin daha ziyade 'anti-terörizm' ya da diğer bir ifadeyle 'terörle mücadele' boyutuyla ilgili hususlardı. Fakat şu açıkça ortaya çıktı: Terör örgütüne karşı kontra terörizm boyutuyla, yani 'teröristle mücadele' yönüyle de etkili bir şeyler yapmak gerekiyor. En azından kamuoyunda Açılım'a karşı psikolojik anlamda bir kabul ortamı yaratmak amacıyla askeri anlamda somut bir başarı ortaya koymak gerekiyor. Bu tam anlamıyla PKK'ya karşı onu yok edecek düzeyde askeri bir başarı olmasa bile, en azından dikkate değer bir ölçüde zayıflatacak düzeyde olması gerekiyor. Aksi takdirde Açılım adına yapılacak her şey toplumda bir yenilgi, taviz ve zafiyet olarak algılanacak ve hükümet açısından siyasi riskler doğuracaktır. Bu nedenle kontra terörizm boyutuyla da geçmiş tecrübelerin bir envanterinin çıkarılması ve günümüz şartları içerisinde istihbarat ve güvenlik örgütleri bağlamında bir takım revizyonların yapılması gerekiyor.
İhale hükümete karşı alındı
İhale alındıysa bu hükümete karşı mı sizce?
Evet. Başbakan'ın kast etmek istediği hususlardan birisi bu sanırım. İsrail'le bir süredir devam eden gergin ilişkilerin bir sonucu olarak ve Ergenekon yapılanmasının temel hedefleri dikkate alındığında aslında yaşanan yeni terör dalgasının hükümeti bir cendere içerisine sokmak amacına dönük olduğu.... Terör olaylarındaki artış hükümetten beklentileri artırıyor. Bu durumda hükümetin önünde iki temel seçenek oluyor: Ya demokratik açılıma daha sıkı sarılacak ve bu durumda bir takım siyasi riskleri göze alacak ya da doğrudan terörle mücadeleye odaklanarak şiddet sarmalının beraberinde getireceği bir takım riskleri göze alacak. Aksi durumda hükümetin terörle mücadelede başarısız olduğu izlenimi ortaya çıkacak. Dolayısıyla her durumda da hükümetin zarar görmesinin hedeflendiği algılaması ortaya çıkıyor.
Başbakan tüm istihbaratı bilir
Başbakan Erdoğan, hem İsrail'i hem de Ergenekon'u kastederek, PKK'nın son dönemdeki eylemlerini 'ihale aldı' şeklinde açıkladı. Siz ne düşünüyorsunuz?
Başbakan Erdoğan tabii ki bu ülkenin güvenlik ve istihbarat örgütlerinin bağlı olduğu bir kişi ve dolayısıyla devletin her türlü bilgi ve istihbarat kaynaklarına ulaşabilen bir konumdadır. Kendisinin bu konuda bir takım bilgilere sahip olduğu bu açıklamadan anlaşılıyor. Bu açıklamada doğrudan İsrail'i mi kast etti, onu bilmiyorum ama bir takım iç ve dış güç odaklarını ima ettiği açık.
Teröre karşı paramiliter birimlerle mücadele şart
PKK ile mücadelede taktiksel anlamda ne yapılmalı?
Terörle mücadelede aktif bir şekilde yer alan üç temel yapı var: Silahlı Kuvvetler, Jandarma ve Polis. Bunların operasyonel birimlerinin yanı sıra kendi istihbarat birimleri var. Bir de öncelikli görevi istihbarat hizmetleri olan MİT. Yani farklı operasyonel birimler ve istihbarat birimleri söz konusu... Bu da terörle mücadelenin istihbarat yönüyle koordinasyonunu zorlaştırıyor ve ayrıca operasyonel birimlerin istihbarat birimleriyle hızlı ve uyumlu bir biçimde çalışmasında aksamalara neden olabiliyor. Her terör saldırısının ardından 'istihbarat zafiyeti mi vardı?' tartışmalarının nedeni de bir anlamda burada yatıyor. Yeni kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'nın kuruluş amaçlarından birisi de zaten bir anlamda bu boşluğu doldurmak. Bir de tabii ki yıllardır telaffuz edilen, bir ölçüde çalışmaları da sürdürülen terörle mücadelede profesyonel birlik ve birimlerin kullanılması meselesi var. Bu birimlerin mümkün olduğunca ama aşamalı bir biçimde TSK'nın yapısı dışında olması ya da silahlı kuvvetlerin terörle mücadeledeki görev ve sorumluluğunun minimal düzeyde kalması gerekiyor. Çünkü terörle mücadelede silahlı kuvvetlerin ön planda olması, iç asayişe yönelik görev ve sorumluluklar üstlenmesinin sosyo-psikolojik, siyasi, teknik, uluslararası hukuktaki sonuçları, imaj vb gibi türden farklı açılardan bir takım sakıncalarının olduğunu dünyadaki örnek tecrübelerden görüyoruz. Bu birimlerin mümkün olduğunca paramiliter nitelikte ve sivil hiyerarşi içerisinde olması gerekiyor. Fakat bunların eğitilmelerinde ve teçhiz edilmelerinde Silahlı Kuvvetler'in her türlü unsurlarından yararlanılabilir.
Temel sıkıntı Öcalan'ın masada olmak istemesi
Hakkâri'deki saldırının ardından Öcalan'ın 'Hükümet beni muhatap alsın, militanları bir araya toplarım' mealindeki açıklaması 'Demokratik Açılım' için 'bensiz yapamazsınız' anlamına mı geliyor?
Öcalan ve çevresi, bunu zaten en baştan beri söylüyor. Açılımın temel sıkıntısı da bir anlamda bu oldu. Hatırlarsınız, açılım sürecinin en yoğun bir biçimde tartışıldığı günlerde, temel tartışma konularından birisi de hep muhatap meselesi oldu ki aslında bu mesele hala da devam ediyor. Muhalefet, hükümeti PKK'yı ve Öcalan'ı muhatap almakla suçluyor. 7 Mayıs'ta Öcalan, kendisine ciddi ve samimi yaklaşılmadığı için 31 Mayıs'tan itibaren çekileceğini söyledi. İskenderun saldırısıyla başlayan bir süreç içerisinde 1 Haziran'dan sonra da terör saldırılarında yeni bir ivme ortaya çıktı. Öcalan şimdi de örgüt üzerinde halen en büyük otorite olduğunu göstermek amacıyla ve dolayısıyla çözüm sürecinin anahtarının kendisinde olduğunu göstermek için atağa geçti.
Kaynak: Yenişafak