Uzm. Dr Selahaddin Semiz*
Yakınları ve sevenleri tarafından ‘Necati Amca’ olarak bilinen Halil Necati Coşan, 1906 yılında Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinin Ahmetçe köyünde doğdu. İlk tahsilinin ardından ilim tahsili için İstanbul’a taşınmış, medrese tahsili görmüş ve hafız olmuş, derviş ve veli bir zattı.Kendisini tanıyanların hüsnü şehadetleri ile güzel ahlaklı, güler yüzlü, duası makbul, tanıyan herkesin sevdiği, ülfet ve muhabbet ehli bir zattı.
“Necati Amca’ ilerleyen yaşına rağmen onu tanıyan seven herkesin Necati Amcasıydı.Sevenleri ile arasında muhabbet, dostluk, yakınlık ve tevazuundan dolayı kendisine böyle hitap edilmesini isterdi. Oğlu ve mürşidi olan M. Esad Coşan Hocaefendi de “Babam cemaatimizin Necati amcasıdır” derdi. Necati Amca dergahtaki sevenlerinin büyüğü, ahlak ve edep numunesi, dua kapısıydı. Adeta yaşayan bir tasavvufi ahlak örneğiydi.
Halil Necati Coşan, İstanbul’a ilk geldiği 1940’Lı yıllarda Gümüşhanevi Dergâhı Şeyhi Hacı Hasib Efendinin sohbetlerine devam etmiş, onun vefatından sonra Abdulaziz Bekkine Hocaefendinin (Kazanlı Abdülaziz Efendi) sohbet ve ders halkasına katılmış, ondan feyz almıştı. Abdulaziz Efendiyi çok sevdiğini, her namaz vaktinde onun camisinde olmayı istediğini söyler, vefat etmeden önce Abdulaziz Efendi’nin dualarını yazdığı şahsi defterini kendisine bıraktığını anlatır, dua talep edenleri geri çevirmezdi.
‘Necati Amca’nın dualarının makbul olduğu birçok yaşanmış olaylarla görülmüştür. Hastalıklarından dolayı dua taleb edenlere “41 çörek otuna 41 Yasin-i şerif okuyup bir çay kaşığı balla yemesini” tavsiye ederdi. Bu uygulamanın hadisi şeriflerden alındığını ve vücudun savunma sistemini kuvvetlendirdiğini duymuştum.
Zor durumda olduğunu belirtip, sıkıntılarından dolayı dua taleb edenlere nasihat olarak “sıkıntılara karşı Haşr suresinin son iki ayetini (Huvallahullezi ile başlayan) çok okumalarını, İsmi Azam duasının bu ayetlerde gizli olduğunu” söylerdi. Bu duanın bereketiyle sıkıntılarından kurtulan çok sayıda arkadaşı biliyorum.
Halil Necati Coşan, Abdulaziz Efendinin vefatından sonra Mehmed Zahid Kotku Hocaefendiye intisap etmiş, onun hem dervişi, hem sırdaşı, hem de yakın dostu ve dünürü olmuştu. Mehmed Zahid Kotku Hocaefendiye damat olan oğlu Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi mürşid olunca aynı samimiyet ve muhabbetle onun da dervişi olmuştu. M. Es’ad Coşan Hocaefendi babasına hürmet eder, her mecliste baş köşeye oturtur, muhabbet ve saygı ile davranır, talebelerine bu konuda da örnek olurdu.
Peygamber Ahlakıyla Ahlaklanmıştı
Halil Necati Coşan, vefat ettiğinde 5 Haziran 2008 günü Süleymaniye Camiinde cenazesi büyük bir cemaatle kaldırıldı. Caminin haziresinde ‘Kasr-ı Arifan’ denilen bölümde, daha önce buraya defnedilmiş çok sevdiği hocalarının yanına defnedildi. O gün, herkesin gözü yaşlı, gönülleri mahzundu. Tanıyan herkesin sevdiği, onun da muhabbetini, samimiyetini herkese hissettirdiği bir güzel insan, bir dua kapısı bu dünyadan göçmüştü.
Cenazesinde görüştüğüm her tanıyanı O’nu ne kadar sevdiğini anlatırken aynı zamanda “O da bizi çok severdi” diye anlatıyordu. Bir dostumuz “Bize öyle yakın davranırdı ki sanki en çok beni seviyor diye düşünürdüm” diye söyledikten sonra, “Herkes tarafından sevilmenin ve herkese de çok sevdiğini göstermenin” Resûlullah Efendimizin ahlakından olduğunu anlatmıştı.
Necati Amca, bu güzel Peygamber ahlakının yaşayan bir örneği olarak her ziyaret edeni sevgi ve muhabbetle karşılar, sağlığına, iş durumuna, hane halkına kadar hal ve hatırlarını sorar, nasihat ve duaları ile gönlünü alırdı. Ziyaret eden herkes rahmetli Necati amcanın kendisini en çok sevdiğini zanneder ve düşünürdü.
Uzun yıllar Fatih’te Bıçakçı Alaaddin Camii’nin yakınında bulunan Yeşil Tekke Sokağında aynı isimli apartmanda oturmuştu. Vakit namazlarını daima cemaatle kılar, İskenderpaşa Camiine gidemediği zamanlar namazlarını evinin yakınındaki Bıçakçı Alaaddin Camiinde eda ederdi.
Diş hekimi Ahmet Selvi, Bıçakçı Alaaddin Camii günleriyle ilgili bir gün şöyle bir hatırasını anlatmıştı: “Öğrenciyken kaldıkları eve yakın olan Bıçakçı Alaaddin Camiine sabah namazlarına gider, Necati amcanın elini öper, duasını almaya çalışırdık. Bir defasında öğrenci evimize yeni gelen bir arkadaşımız misvak sünnetine dikkat etmek için aldığı misvakı bize göstermiş, biz de onun aldığı misvakın aslında kalın ve kuru olduğunu vurgulamıştık. Gençlik hali ile arkadaşımızı farkında olmadan biraz incitmiştik anlaşılan.
Genç arkadaş misvak kullanayım diye gayret ederken eğlenceli bir duruma düştüğü için biraz üzülmüştü.
O sabah Bıçakçı Alaaddin Camiinde, sabah namazının ardından icra edilen dua kitabından okumalardan ve işrak namazından sonra camiden çıkarken Necati Amca’nın elini öpen bu genç arkadaşa Necati Amca cebinden çıkardığı yeni alınmış ince, taze ve çok kaliteli bir misvakı “Sana hediyem olsun” diyerek verip gönlünü almıştı. Arkadaş, sevincinden adeta uçarken bize de nazire yaparak Peygamberimizin sünnetine uymaya gayret etmenin mükafatını anlatıyordu.
Duaları makbul, sözleri ve nasihatleri tesirli idi. Kapısı ve gönlü herkese açıktı. Özellikle derdi ve sıkıntısı olanlar, borçlular ve hastalar ondan dua almak için sık sık ziyaret ederlerdi. Herkesi güler yüzle ve muhabbetle karşılar, isteklerinin yerine gelmesi, sıkıntılarının giderilmesi için dua etmeye gayret ederdi. Kimseyi kapısından geri çevirmez, sakin ve güler yüzle davranır, dua ve nasihatle gönlünü alırdı. “Abdülaziz Bekkine hazretleri dua kitabını bana emanet etti, ben de bu emanete riayet etmek için kardeşlerimizin dua taleplerini yerine getirmeye çalışıyorum” derdi.
Duaları makbul, sözleri ve nasihatleri etkiliydi. Çeşitli sıkıntıları olanların, hatta çocuğu olmayanların Necati Amcanın dualarının etkisi ve bereketi ile sıkıntılarının geçtiğini, çocuklarının olduğunu çok sayıda şahidinden dinlemiştim.
1994 yılında Haseki Hastanesinde ihtisas yaparken bir kardeşimizin babası ağır hasta olarak gelmişti. Yapılan incelemeler ve değerlendirmeler sonucunda “mide kanseri olduğu ve birkaç aylık ömrü kaldığı” söylenmişti. Biz de tahlil ve tetkiklerinde yardımcı olmuştuk. Bu kardeşimiz Necati Amcayı ziyaret ederek babasına dua talebinde bulunmuştu. Necati Amca adeti üzere dua edip nasihatlerde bulunduktan sonra ‘İnşallah iyi olur’ diye gönüllerini ferahlandırmıştı. Bir süre sonra arkadaşın babası köye gitmeden evvel “Hastaneye bir daha gözükelim” diye müracaat edip tahlil ve tetkikleri yeniden yaptırdığında, ‘hastanın mide kanseri değil mide tüberkülozu olduğu’ anlaşılmış, tedavi edilmiş ve hasta uzun süre hayatına sağlıkla devam etmişti. O kardeşimiz Necati Amca’nın duasının etkisi ve bereketi ile Allahu Teala’nın babasına şifa verdiğini anlatırdı.
Rahmetli Necati Amca 80’i aşkın yaşına rağmen cemaatle namaza devam etmeyi hiç aksatmaz, camiyi, cemaati, evradı ve ezkarı dilinden düşürmezdi. Hafız olduğu halde daima önündeki Kur’an-ı Kerime bakarak okumayı severdi. O hayatı boyunca ihlaslı, samimi bir derviş olarak yaşamış, Kur’an-ı Kerime ve sünneti seniyyeye uymayı hayat düsturu edinmiş, altın silsilenin günümüzdeki mürşitlerine sadık ve bende olmuş örnek bir veli idi.
Fatih’te bulunduğu zamanlar namaz vakitlerinde İskenderpaşa Camii veya Bıçakçı Alaaddin Camiinde cemaatle namazda kılardı. Özellikle cuma namazlarında İskenderpaşa‘da olmaya gayret eder ve namaz sonrası musafaha ve duada halkanın başında bulunur, kendine has sesi ve üslubu ile dua ederdi.
Yeşil Tekke Sokak’ta evlerinin altındaki mescitte Ramazan aylarında itikafa girilirdi. Necati Amca da zaman zaman itikafa iştirak eder, hatm-i hacegan yaptırır ve dua ederdi.
Doktor Selman Çınar, bu mescitteki itikafıyla ilgili şöyle bir hatırasını anlatmıştı: ‘Bu mescitte itikafa girmeye niyet ettiğimde ‘iftar sonrası çay içmezsem şiddetli baş ağrım oluyor. Hal böyle olunca ibadetleri aksatırım’ diye korkuyordum. İtikaf halvet usulü olduğu için yağsız, tuzsuz çorbadan ve kuru üzümden başka bir şey yenmez, su dışında başka bir şey içilmezdi. Bu endişeler içinde burada itikafa girdiğim ilk gün, iftardan sonra başım ağrımaya başlamıştı ki Necati Amca elinde bir termos çayla geldi. Sonra da termosu verirken “Kardeşlerimize ikram edersiniz” diye söyledi. Arkadaşlar bana bakarak gülümsediler ve “Selman, senin sayende bu itikafta çay içeceğiz” dediler.
Necati Amcalar 1990’lı yıllarda Küçük Çamlıca’ya taşındıklarında namazlarını, ikamet ettikleri Necat Obası’na çok yakın bulunan, -döneminde Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri tarafından çilehane olarak kullanılmış- Çilehane Mescidi’nde cemaatle kılmaya başlamıştı.
Özellikle sabah namazlarında mutlaka bulunur, namaz sonrası okunan evradı dinler ve duada bulunurdu. Onun duasını almak ve elini öpmek için mescide uzaktan yakından gelenleri güler yüz ve tatlı bir dille “Hoş geldiniz. Hane halkınıza selam söyleyin” diye güzel bir şekilde karşılar ve dua taleplerini de geri çevirmezdi.
Küçük Çamlıca’da Çilehane yakınındaki evi ziyaretçilere ve gelen herkese açıktı. Onu her ziyaret ettiğimizde ya Kur’an-ı Kerim okurken veya tefekkür, zikir ve dua halinde bulurduk.
Bir defasında ziyarete Antalya’dan gelen Dr. Yüksel Bey ve ailesi ile birlikte gitmiştik. Çamlıca’daki evin salonunda yine adeti üzere Kur’an okuyordu. Yaşlılıktan dolayı da az duyduğu için geldiğimizi fark etmemişti. Biz de onun Kur’an okuyuşunu dinlemek üzere yanına sessizce oturup bekledik. Biraz sonra sayfa bitince başını kaldırdığında bizleri fark etti.
“Hoş geldiniz, nasılsınız hane halkınız nasıl?” diye adeti üzere hal ve hatır sorup gönlümüzü almıştı. Müteakiben ben söz alıp “Efendim sizi uzun zamandır ziyaret edemedik. Çok ziyaret etmek istiyoruz ama rahatsız etmemek için fazla gelemiyoruz, kusura bakmayın” demiştim.
Bu sözden sonra Necati Amca bizlere şöyle bir hatırasını anlatmıştı: “Ben Abdülaziz Bekkine hazretlerini çok severdim. Her vakit namazda onun camisinde onunla birlikte olmayı arzu ederdim. Fatih’te müftülükte çalışıyordum. Arkadaşlar Sarıyer’de bir camide imamlık ve caminin yanında imam evi olan, maaşı daha yüksek bir görev bulup beni oraya naklettirmek istediler. Ben de ‘Aziz Efendi hazretlerine uzak olacağım ve her daim onu göremeyeceğim için’ o vazifeyi kabul etmedim.
Daha sonra bu konuyu Aziz Efendi hazretlerine açtım. ‘Efendim sizi her zaman göremem diye Sarıyer’de bana teklif ettikleri daha uygun bir işi kabul etmedim’ diye kendisine söyleyince, ‘Evladım mühim olan gönül yakınlığıdır! Mühim olan gönül yakınlığıdır! Mühim olan gönül yakınlığıdır!’ dedi.”
Bunu söylerken bana doğru yönelmiş, gözümün içine bakarak ve kalbimi muhabbetle titreterek tatlı ve ahenkli bir şekilde söylemişti. Bu hatırası ile önemli olanın gönüldeki muhabbet ve sevgi olduğunu hatırlatmış, mühim bir hayat dersi vermişti.
Altın Silsile büyüklerinden Yusuf Hemedani Hazretleri de ‘Derviş Yemen’dedir ama gönlü benimledir, Derviş yanımdadır ama gönlü Yemen’dedir’ derken bu hakikati anlatıyordu.
Davet edilen yere gider, düğün ve cenazelerde mutlaka bulunmaya çalışır, sevenlerinin gönlünü almayı ihmal etmezdi. Zaman zaman Anadolu’ya seyahate çıkar, dostlarını ziyaret eder, o şehirde bulunan ihvanın gönlünü alırdı. Bulunduğu yerde muhabbetli, samimi, teklif ve tekellüften uzak dost meclisi oluşur, bu meclisler Necati Amca’nın kısa, derin ve gönülden gelen duaları ile son bulurdu. Geçirdiği akciğer rahatsızlığından dolayı sesi az çıkar, konuşması kısa olur, daha çok zikir, dua ve nasihatleri ile gerekli mesajı verirdi. Daima huzurda olmanın bilincinde edeb ve murakabe ile oturur; halinden ve tavrından yorgunluk, gevşeklik hissedilmezdi.
Zor Zamanlarda Teselli Kaynağımızdı
Necati Amca, güzel ahlakı, ihlası, samimiyeti, tevekkülü ile dergâhın numune-i imtisal büyüğü idi. Mürşide tabi olmak, zor zamanlarda imtihanlarda metanetle sabretmek, ihvanla sohbet ve muhabbet, gönül almak, ibadetlere ve cemaate devam etmek konusunda örnek olarak gösterilen bir dervişti. Dergâhta hep mürşitlerinin en yakınında bulunmuş, Hasip Efendi’nin ardından önce Abdulaziz Efendi ve Mehmed Zahid Efendinin en samimi dostları olmuş, daha sonra onların yerine geçen oğlu Mahmud Es’ad Coşan ve torunu Muharrem Nureddin Coşan’ın en yakın destekçileri olmuştu.
Necati Amcanın Rahmetli Mehmed Zahid Kotku ve M. Es’ad Coşan Hocaefendi ile ilgili önemli mesajlar içeren bir mektubunu okumuştum. Bu mektup metnini de buradan paylaşıyorum:
“Çok Kıymetli Evlatlarımıza! Merhum ve muhterem Hocaefendimiz (Mehmed Zâhid Kotku), uzun müddet kalmak niyetiyle Hicaz'a gittiği son hac seferine çıkmazdan evvel, bir gün namazı müteakip camiden çıktıktan sonra şöyle konuştu: (Söylediği kelimeleri mübarek ağzından çıktığı gibi, aynen yazıyorum.)
“—Necati, biliyorsunuz ben Hicaz'a gidiyorum... (Biraz durakladıktan sonra) Vazifeyi de Es'ad'a bırakıyoruz!” demesi üzerine —yokluğuna tahammül edemeyiz anlamında:
“—Hocaefendi, bu hizmet sizsiz olur mu?” dedim.
“—Hem de gözümüz arkada kalmadan!” diye cevapladılar.
İşte, bu açık ifadeleri muvacehesinde, Hocaefendimiz’in durup dururken yaptığı bu konuşmayı, yersiz ve mânâsız yapmayacağına göre, oğlumuz Es'ad'ın, Gümüşhaneli Dergâhı'nın aile reisi, yani Hocaefendimiz’in halefi ve makàmının varisi olduğunu açıkça ifade buyurdular” diye yazmıştı.
4 Şubat 2001 Pazar günü sabahı Necati Amcayı, Oğlu Mithat Coşan Ağabey ve dostlarla beraber evimize kahvaltıya davet etmiştik. Sabah namazında Çilehane mescidinde buluşup namaz, evrad ve işrak namazından sonra evimize teşrif edeceklerdi. Çilehane mescidine vardığımda mescidin çok kalabalık olması ve cemaatin hüzünlü, suskun halini görünce olağanüstü bir durum olduğunu anlamıştık. İlk aklımıza gelen ileri yaşından dolayı “Acaba Necati Amcaya bir şey mi oldu?” düşüncesi idi. Necati Amcayı her zamanki gibi ön safta, başı gönlüne doğru eğik tefekkür halinde görünce rahatlamıştım. Bir an sonra Mahmud E’sad Coşan Hocamızın Avustralya’da şüpheli bir trafik kazası geçirdiğini ve vefat ettiğini öğrenince tarifi imkansız bir üzüntüye kapılmıştım. O acıya nasıl tahammül edilir diye düşünürken birçok arkadaş gibi Necati Amca’ya bakıyor onun haline dikkat ediyordum. O en zor, en üzüntülü zamanlarda bile Necati Amca gözü yaşlı, gönlü yaralı, mütevekkil, mütehammil, sakin ve tefekkür halindeki duruşuyla bizlere örnek ve teselli kaynağı olmuştu.
Necati Amcayı 5 Haziran 2008 günü yattığı hastanede ziyaret etmiş, son saatlerine şahitlik etmiştim. Hasta yatağında bilinci kapalı yatarken bile her zaman olduğu gibi gözleri kapalı, suskun, huzuru ilahide tefekkür halinde olduğunu düşündüren, çevresine huzur ve maneviyat telkin eden bir havayı hissetmiştim. Yanından ayrıldıktan birkaç saat sonra emaneti teslim ettiği haberini aldık. Vasiyeti üzere Süleymaniye haziresinde Kasr-ı Arifan’da ebedi istirahatgahına tevdi edilmiş, sevdiği, dervişi olduğu mürşidlerine komşu olmuş ve mezar taşına kendi kaleme aldığı şu beyitlerin yazılmasını istemişti:
Bendesiyim silsile-i tarik-i Nakşbendiyenin, / Selâtînine maiyet olmaya tâlip benim divane gönlüm,/ Mesned-i ümîdim oldu Ashab-ı Kehfin Kıtmîri/Çünkü şâh-u rusül, rahmet-i âlemdir şefîim, muînim, rehberim...
*Uzm. Dr. Selahaddin Semiz
1962 yılında Sivas, Gürün’de doğdu. 1985 yılında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun oldu. Kırşehir Kaman’da mecburi hizmetini, GATA-Ankara hastanesinde askerlik hizmetini, İstanbul Haseki Hastanesi Radyoloji Kliniğinde ihtisasını tamamladı. Hekimlik hayatı boyunca birçok STK’da aktif görev aldı. Deprem, sel ve tsunami sonrası Endonezya-Açe, Pakistan-Keşmir ve Pakistan-Pencap bölgelerinde, Sudan ve Nijer’de sağlık gönüllüsü olarak çalışmalara katıldı.
Afiyet Hastanesi, Afiyet OSGB, Biomekatronik Şirketinin Ortağı ve Biomedikal Ar-Ge kooperatifi Başkanıdır. Halen Özel Afiyet Hastanesinde radyoloji uzmanı ve başhekim olarak çalışan Dr. Semiz, Kutupyıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.