Parlamentoya girersem öldürülürüm

Kadir İnanır, sanatçıların toplumun gelişiminde öncü bir rol üstlenmesi gerektiğine inanıyor

 

Hayatını da bu bilinçle sürdürmüş. Toplumsal konularda hassasiyeti aşikâr. Bu anlamda zaten politika yaptığını söylüyor. Ancak aktif siyaset derseniz, bugünkü seçim sistemi ve parlamento yapısıyla imkânsız diyor.

Önce biraz heyecanlanıyorum. Ön hazırlığımı yapıyorum, her şey tamam olmalı. Aslında sanırım içimdeki biraz da korku. Hem oyunculuğunu çok beğendiğin, filmlerini defalarca izlediğin, takdirle takip ettiğin biriyle söyleşeceksin, hem de yıllarca sert duruşuyla aklında yer etmiş bu kişinin karşısında oturacaksın. Bir de çok sevdiği Cumhuriyet gazetesine 25 yıllık dargınlığını içinden atamamışsa, röportajın yükü de ağırlaşıyor. Kadir İnanır’dan söz ediyorum. Filmleri ve duruşuyla 41 yıldır Türkiye’nin gündeminde olan bir isimden. Konuşmaya başlıyoruz. Sert imajı, gülümsediği andan itibaren yıkılıyor. Rahatlıyoruz. İnanır küskünlüğünü, ben gerginliğimi unutuyorum. Karlı bir günde, Be-bek’ten Boğaz’a bakarak konuşuyoruz. Hem sinemaya, hem toplumsal konulara bakışını paylaşıyor, hem de kendi yaşamına dahil oluyoruz izin verdiği ölçüde.

- Siz bir yorum yapmasanız da mutlaka konuşuluyorsunuz. Hep bir şekilde gündemdesiniz. Sizce polemiklerin içine neden çekilmeye çalışılıyorsunuz?

- Gazetecilik eğitimi aldım. Ayrıca tam 41 yıldır medyayla alışveriş halindeyim. Bir gazetenin nasıl hazırlandığını, sayfaların hangi ihtiyaçla nasıl düzenlendiğinin kavgasını çok iyi bilirim. Sayfalar yapılırken boşluklar kalıyor. Ne yapalım, onu ona konuşturalım diyorlar. Onun için normal karşılıyorum. Gazeteci istemezse kullanmaz.

- Peki sadece gazetecinin inisiyatifi mi? Örnekse Hülya Avşar’ın söyledikleri sizi sinirlendirmişti en son.

- Hülya Avşar bizim çocuğumuz ya. Mesleğe başlattığımız, çok sevdiğimiz bir insanı konuşturmanın, durup dururken polemik yaratmanın ne anlamı var? Sonuçta kariyerimle ilgili bir zedeleme geldiği zaman kendimi savunma hakkım var ve o biraz sert oluyor.

- Medya demişken, çok geniş de bir arşiviniz var.

- Hem görsel, hem yazılı geniş bir arşivim var. Çok disiplinli bir şekilde 3 aydır onunla uğraşıyorum. Belgesel ve kitap yapılacak. Hüseyin Karabey hazırlayacak belgeseli. Yaşam öyküm bir anlamda. Yaşadığım, etkilendiğim olayları kaleme döktüğüm yazılarım, hakkımda yazılanlar, röportajlar, görseller... Buna bir not düşmek mi dersiniz, anı mı? Ben adını koyamıyorum. Şimdilerde onların sıralamasını yapıyorum.

- 184 sinema filmi ve buna karşılık 10 televizyon dizisi. Televizyondan uzak mı duruyorsunuz?

- Televizyon kanalları altyapı sorunları olmasına karşın teknolojik anlamda hızla gelişiyor. Ancak içeriklerde sorun var. Sıkışan ekonominin, vahşileşen kapitalizmin yansımaları televizyonda sert bir biçimde görülüyor. Onların da beslendiği kaynak reklam. Üretilen şeylere de yansıyor bu durum.

- Uzak durmanızın sebebi bu içeriklere tepkiniz mi?

- Dizinin bir bölümü bir sinema filmi uzunluğunda. Çektiğim dizilerden de bir 200 film çıkar. Sürekli kâr etmek isteyen kapitalist sistem acımasızdır. Deneme yanılma metodu kullanır. Bu onursuz bir davranış. Kimseyi sokaktan bulmadı televizyoncular. Yasası olmayan, ülke yöneticileri tarafından korumaya alınmamış sanatçı fazla direnç gösteremiyor. Bir çarpık düzen var, gidiyor.

- Peki sizin duruşunuz nedir bu noktada?

- Sette çalışanların yüzde 80’i sigortalı bile değil. SSK iki müfettiş yollasa sete, geriye dönüşle beraber yapımcıları yerle bir eder. Sine-Sen bu konuda çalışıyor. Ama örgütlenebilmek ve direnebilmek için de yasa çıkması gerekiyor. Nasıl bir baskı varsa bu telif hakları konusunda yıllardır uğraşıyoruz, çıkmıyor. Haneler dizisine tepki göstermemin sebebi de zaten dikkati bu noktaya çekmekti. Onu bile yanlış aktardılar.

- Oradaki tepkiniz nedir?

- Yahu yapabilir. Oyuncuyla derdim yok ki. Bunu yapan yapımcı bir kanal. Ticaret yapıyor orada. Ben para da istemedim, Kızılay’a verin dedim. Neredeyse bir ömür karşılığında yarattığım bir markayı sen kullanıyorsun ve oradan para kazanıyorsun. Tüm bunlar telif hakları yasası olmamasından kaynaklanıyor.

- Yaban karakterine ve Fırat Doğruloğlu’na tepkiniz yok o zaman.

- Benim oyuncularla hiçbir sıkıntım olmaz. Bu anlattığım sanat ortamında oyuncuları, özellikle sinema sanatçılarını bir kahraman ilan ediyorum zaten. Taklitlerimi daha önce de yapıldı. Ama bunu bir televizyon kanalı yaparsa ve üzerinden çok para kazanırsa olur mu? Bir de başarılı olmuş gibi gerine gerine ben televizyonun en iyi yöneticisiyim diyorsun. Hırsızlık yapıyorsun resmen. Bu emek hırsızlığı değil mi? Sokakta mı buldun beni? Fırat Doğruloğlu’yla çekeceğimiz reklam filmiyle de noktayı koyacağız zaten. Öyle yapılmaz, böyle yapılır.

ÇOK GÜZEL AĞLARIM
- İstediğiniz gibi bir hayat yaşayabildiniz mi?

- Hem istediğin gibi bir hayat yaşayacaksın hem de bu kavganın içinde olacaksın; olmaz. Bizim toplumumuzun kültürel değerleri, ahlaki kuralları size o özgürlüğü vermez.

- Peki neleri ertelediniz ya da hayatınızdan çıkardınız?

Hayata dair güzel enstantaneler açıkça yaşanmadı. Erteleye erteleye bunca yıl geçti. Bu da benim tercihim. Eğer halkın sevdiği, saygı duyduğu biri olmak istiyorsanız, onun koyduğu değerlerin dışına çıkamazsınız.

- Hiç mi içinizde kalmadı?

- Bu giderek bir yaşam biçimine dönüşüyor. O zaman birtakım hasretlerin peşine düşüp de yanıp yıkılmak, ağlamak kurtuluş değil. Bu acı gerçekleri çok iyi bilen bir insan olarak o kalabalıkları şaşırtacak bir yapının içine giremem.

- Geçmişle alıp veremediğiniz var mı?

- Geçmişle derdim dramatik boyutta değil. Zaman zaman burnum sızlar. Çok güzel ağlarım. Yaşam o kadar kısa ki küçük kasabadan buraya gelip bu büyük şehirde yaşama tutunurken bir yandan da girdiğim korkunç mücadelenin savaşında hayatımın en güzel yıllarını tükettim o kavgayı verirken. Bitirdiğim anda da onların sorumlulukları bindi üzerime. Kaybolup gitti özyaşantım. Ama asla geçmişe dair şikâyetim yok.

- Güzel ağlarım dediniz ama çok da sert mizacınız var. Sizden korkuluyor.

- Bu kadar sıkıntı varken duyarsızca konuşuluyorsa tepkim sert oluyor. İnsan ilişkilerinde neden sert olayım ki. Beni tanımayan, sadece izlediği filmlerimden etkilenmiş yazarlar var, oturuyor, yazıyor. Hepsini saklıyorum yazıların. Kitapta hepsine verilmiş bir cevabım olacak.

- Sette de sert misinizdir?

Bak çalışırken, üretim aşamasında sertim. İş bittikten sonra her şey normal ama iş sette çalışmaya gelince dünyanın gelmiş geçmiş en büyük teröristi olurum. Çünkü oraya o disiplin konmazsa güzel iş çıkmaz.


BÜTÜN İNSANLAR GÜLSÜN
- 41 yıllık ciddi bir emeğiniz var sinemada. Peki neyi görmeden gitmek istemem dersiniz?

- Çok var tabii de, bakalım ömrümüz yetecek mi? Dünyanın her tarafını gezdim, gördüm. Ufak bir kıyaslama yapıyorum da, böyle bir ülke yok. Bunun kıymeti nasıl bilinmez? Bu sıkıntılar niye? Puslu bir hava var ülkenin üzerinde. Gri bile değil. Suskun, bezgin. İçim sıkışıyor, nefes alamıyorum bazen. Bütün insanlar gülsün, küçük mutluluklarla yaşasın istiyorum. Dünyada gördüğüm bütün güzellikleri bu ülkede görmek istiyorum. Dünyanın bir numaralı tarım ülkesi olmak varken kurtuluş arıyoruz. 72 milyon tüketim toplumu yarattılar. Bağımlı hale getirdiler. Kafanı kaldıramazsın tabii.

- Sanat açısından bakarsak?

- Böyle sıkıştırılmış bir ülkede sanatı ne kadar yapabilirsiniz ki? Ekonomik özgürlüğü olmayan halk, sanat ürünlerinin sergilendiği yerlere gittiği zaman bir şey harcamak zorunda. 5 kişilik bir ailenin sinemaya gitmesinin yükü nedir? Evde oturup televizyon seyrediyor.

- Çok fazla film çekiliyor. Bu olumlu bir gelişme değil mi?

- Çekildi ama filmi çekenlerin hepsi zarar etti, şimdi zorlanıyorlar. Kültüre değer veren bir sanat toplumu yaratmazsanız, iyi eğitim verip aydınlık insanlar yetiştirmezseniz, kimse gerçek sanat ürünlerine ilgi göstermez. Hep söylüyorum: Bir aile var. Anne müzikle, baba tiyatroyla, çocuk sinemayla, diğer çocuk plastik sanatlarla ilgileniyor. O evde kavga olur mu? Bir de bunu bütün topluma yayın.

- Politikanın içinde aktif olarak yer almayı düşünüyor musunuz?

- Yaptığımız da siyaset aslında. Eğer söylediklerimi yayınlayacaksan ben görevimi yapıyorum. Çektiğim filmlerin senaryolarının içinde de boş laflar yoktur. Eğer bir film kitlelere yapılıyorsa o toplumun sıkıntılarını tartışmaya açmalı, sevdalarını yüceltmeli, kitlelerle bir alışveriş halinde olmalı. İlk yılları saymıyorum ama 150 filmimin bütün sorumluluğunu üzerime alabilirim. Çünkü bütün senaryolarını ben seçtim. Ama aktif siyaset yapmamı istiyorsanız, benimle beraber bu kavgayı verecek en az 100 parlamenter isterim. Hangi siyasi partiden olursa olsun.

- Böyle bir ortam görüyor musunuz?

- Seçim sisteminin değişmesi lazım. Kurşun asker gibi parmak kaldır, indir. Öyle parlamentoda ne işim olur benim. Her gün kavga olur. Bir gün ya öldürülürüm, ya arabam patlatılır. O önemli değil de, bir şey yapamazsın. Oraya gidince kolları sıvayıp, büyük bir mücadelenin içine girmen lazım. Türkiye’de oy kullanan nüfusun yüzde 60’ı genç. 30 yaşın altında milletvekili yok. Böyle bir temsil olabilir mi? Bir de bana siyaset yap diyorsun.


JÜLİDE'YLE ÜLKE SORUNLARINI KONUŞURUZ
- “Yoruldum, köyüme döneyim” gibi bir düşünce var mı?

- Orada da rahat durmam ben. Birtakım toplumsal çalışmaların içine girerim. Özel hayatımda bile Jülide Hanım’la konuşmalarımızın yüzde 70’i bu konuşmalarla geçer. Ülke sorunlarını konuşuruz hep. O da bir gram ödün vermeyen, tam bir sosyalist yani.

- Jülide Hanım feminist, sizinse “maço” diye bildiğimiz sert bir duruşunuz var.

- Onu kabul etmiyorum. Dünyada benim kadar yumuşak gönüllü adam bulamazsınız. Birkaç tane filme bakıp bu yorum yapılmaz. Ben erkek egemen toplumu hiçbir zaman savunmadım ki. Ona ait filmler yaptım. Bana maço yakıştırması yapılması yanlış.

- Peki dengeleri nasıl kuruyorsunuz ilişkinizde?

- Uçurum yok aramızda. Kişisel sorunlarımız yok. Günümüz, toplumsal konuları konuşarak tartışarak geçiyor. Başka türlü yapamıyoruz ki. Diyorsun ki inzivaya çekilmek, emeklilik o. Mümkün mü?

Cumhuriyet / Dergi

Medyanaliz Haberleri