PARA MAKAM ŞÖHRET, İFRAT VE TEFRİTTEN KAÇINANLARI DEĞİŞTİRMEZ

Ömer Bolat, adı yıllarca MÜSİAD ile birlikte anıldı. Sonra "değişimin önünü açmak" amacıyla başkanlıktan ayrıldı. Birikimlerini "Liderlik Gönül İşidir" adındaki kitapta topladı.

Ömer Bolat... MÜSİAD eski Genel Başkanı. “Liderlik Gönül İşidir” isimli bir kitap yazdı.  İsim dikkatimi çekti.

Kitabı şöyle bir elime aldım. Önsözüne bakıp bırakacaktım ki kitap kendisini bıraktırmadı. Hani, Kolombiyalı yazar Marquez'in meşhur sözü vardır “Anlatmak için yaşamak”.  işte tam da bu sözün anlattığı bir kitabı kaleme almış Ömer Bolat. Liderlik yapmış, ceo'luk yapmış birisinin tecrübelerini okudum ve Ömer Bolat'ın kapısını çaldım.

Ömer Bolat'la olan buluşmamızın ardından anladım ki kitaba isim boşuna koyulmamış, gerçekten “liderlik gönül işiymiş.”

LİDERLİK GÖNÜL İŞİDİR

- Kitabınızın ismi dikkatimi çekti. İsim babası siz misiniz?

- Hayır. Üstad  Dr. Mustafa Özel Bey'in önerisiydi. Sağolsun. Benim de çok hoşuma gitti. Okuyanlar da beğendiklerini ifade ediyorlar. Adeta bir slogan ve kriter haline dönüştü.

- Liderlik gönül işi derken ne demek istiyorsunuz?

- İnsanlar ailede, çalıştığı kurumda, toplumda, bir sivil toplum kuruluşunda, bir teşkilatta ve ülke yönetiminde, kamu yönetiminde, sorumluluk makamında, başkanlık makamında,  liderlik makamında olabilirler. Biz bu çalışmada liderlik nasıl olmalı konusunda bir tipleme-model çizmeye çalıştık. Çünkü günümüzün dünyasında liderlik profilinde giderek bozulmalar söz konusu.

- Bozulmaların nedeni nedir?

- Bozulmalara, güçten şımarma,  gücü kötüye kullanma,  makam sevgisi, koltuk sevgisi, bunların hizmet sevgisinden ve insan sevgisinden daha öne çıkması, kimi makamlarda da o makamlarda hizmetten çok başka amaçlara hizmet edilmesi gibi örnekler görebiliyoruz. Bu yüzden tarihe geçen, sevilen, başarılı, iyi anılan liderler var. Halka mal olmuş liderler var.

Bir de tarihte hiçbir izi olmayan, olan izi de kötü olan, nefret edilen, başarısız, sevilmeyen lider örnekleri de var. Biz iş hayatında, sivil toplum hayatında yaklaşık 27 senedir hizmet etmiş ve hizmet ettiğimiz topluluk nezdinde olumlu izler bırakmaya çalışmış bir insanın tecrübesiyle,  hizmeti gönül sevgisiyle yapan, insan ve toplum için hizmet aşkıyla çalışan, insana değer veren bir modelleme oluşturmaya çalıştık. Bu yüzden de kitabımın ismi “Liderlik Gönül İşidir”,  kitabı görenler ya da okuyanlar için çok ilginç ve sevimli geldi.

LİDERLİK YARADILIŞTAN FITRATTAN GELEN BİR ÖZELLİKTİR

- Sizce lider profili nasıl olmalı? Lider kimdir?

- Liderlik yaradılıştan, fıtrattan gelen bir özellik. Bazen liderlikle başkanlık karıştırılabiliniyor. Birçok kişi başkan olabilir, ben de başkanlık yaptım, ama herkes lider olamaz. Lider çok üst düzey bir profil. Lider kurumunu, kuruluşunu veya ülkesini başarılı bir şekilde yöneten, halkın içinden gelen,  halkın veya tabanın dilini konuşan, tabana hizmeti bir gönül bağıyla, hizmet aşkıyla önceleyen, sorumluluk sahibi, yönetim becerileri olabilen, komuta etmeyi bilen, krizleri çözebilen, insiyatifler geliştirebilen, lokomotiflik görevi yapabilen, çekiş gücü olan, sevilen, kendinden emin, halkın veya tabanın güvenilir ve dürüst bulduğu, arkasından gitmeyi kabul ettiği, sözleri ve yaşantısı bir olan yani özüyle sözüyle bir olan kişidir.

- Liderliğin yaradılıştan olduğunu söylüyorsunuz, sonradan kazanılamaz mı?

- Tabii. Sonradan kişinin kendini geliştirmesi suretiyle kazanılabilir. Ama liderliğin doğası olan fıtratî özellik herkes de olmuyor. Türkiye'de 7 Milyon kişinin başkan olduğu söyleniyor, ama Türkiye'de 7 Milyon lider var diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Lider pozisyonunda olan çok az sayıda insan var. Lider olarak görülen çok insan var ama liderlikle başkanlık karıştırılıyor. Baktığımızda iyi lider var kötü lider var, başarılı lider var başarısız lider var,  sevilen lider var sevilmeyen lider var.

HZ. MUHAMMED (SAV) DEN DAHA BÜYÜK BİR LİDER OLAMAZ

- Başarılı lidere örnek verebilir misiniz?

- Başarılı liderin en güzel örneği sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV). Allah'tan bir melek aracılığı ile topluluğunun emin bildiği, güvenilir bulduğu bir insana vahiy geliyor. İlk önce eşi Hz. Hatice  validemiz kendisine inanıyor  ve ondan sonra bugün 1,5 Milyarlık bir kitle peşinden geliyor. Ondan daha büyük bir lider olamaz.

- Günümüzde başarılı lidere örnek verebilir misiniz?

- Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Alparslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu. Önemli liderler. Numan Kurtulmuş da siyaset arenasına yeni çıkan liderlerden. 

- Başarısız lidere örnek verebilir misiniz?

- Dünyaya ve halkına çok büyük acılar çektirmiş Hitler, Mussolini, Stalin. Ayrıca ABD'nin giden başkanı George W. Bush, hem Ortadoğu'da yüzbinlerce can yaktı, hem de dünya ekonomisini kaosa sürükleyerek yüz milyonlarca insana acılar çektirdi.

LİDER TADINDA VE ZİRVEDE BIRAKMALI

- Sizce liderliğin belli bir süresi olmalı mı? Lider ömrü boyunca lider olarak kalmalı mı?

- Hayır. Kitabımda da yazdım. Lider tadında ve zirvede bırakmalı. Ama biz de maalesef gerek kuruluşlar açısından gerekse siyasi hareketler açısından baktığımızda, liderler sanki hayat boyu lider pozisyonunda kalıyorlar. Hâlbuki Onursal Genel Başkan gibi pozisyonda, akil insan konumuna geçerek, tadında bırakıp gençlerin önünü açıp, hareketin yenilenmesini sağlasalar kendileri ve kuruluşları çok daha büyürler.

Ancak, bırakmayıp sonuna kadar gidildiğinde, kendisi de hareket de geriliyor ve insanların keşke bıraksa da kurtulsak dedikleri noktalara düşüyorlar. Vezir olarak bırakmak lazım diye düşünüyorum. Zirvede bırakmak,  keşke bırakmasaydı, efsane bir liderdi, gönüllerin lideriydi diye anılmak ve yeni liderlerle yola devam etmek, onlara yol açmak çok daha önemli.

- Siz öyle mi yaptınız?

- Ben kendimi lider olarak görmüyorum,başkan olarak görüyorum, hayatım boyunca, yöneticilik yaptığım kurum ve kuruluşlarda hep aşağıdan gelen kardeşlerimizin önünü açmaya çalıştım. Onların mevkilerini yükseltmeye, yollarını açmaya gayret ettim. MÜSİAD Genel Başkanı olarak da 4 yıllık görev sürem 1999 da değiştirilen iç tüzük gereği zaten bitiyordu, ama Anadolu'daki başkanlardan,  yönetim kurulumuzdan, tüzük değiştirelim devam edelim diyen arkadaşlara hayır dedim.

Görev süremin bitimine 6 ay kala prosedürü hemen işletmeye başladım. Böylece sürekli tüzükler değiştirilerek liderlerin, başkanların ömürlerinin uzatıldığı bir süreç olsun istemedim. Arkadaşlarımız bu dönem gerçekten bitiyor, başkan bırakmaya kararlı, o zaman yeni döneme hazırlanalım çalışmasına başladılar.

PARA MAKAM ŞÖHRET, İFRAT VE TEFRİTTEN KAÇINANLARI DEĞİŞTİRMEZ

- Sizce para ve makam insanı değiştirir mi ya da kimleri değiştirmez?

- Para, makam ve şöhret, insanların imtihan edildiği, Dünya ve Ahiret hesabını arttıran alanlardır. Çok örneklerde maalesef olumsuz değişim görüyoruz. Kimya değişimi oluyor, ruh halinde değişmeler oluyor, tavır değişikliği oluyor, bunları görünce üzülüyorsunuz. Bence para, makam ve şöhret, bunları amaç olarak görmeyen, hizmetin araçları olarak gören, orta yoldan ayrılmayan, ifrat ve tefritten kaçınan kişileri değiştirmez.

- Siz giyiminizde markalara dikkat eder misiniz? Marka giyinir misiniz?

- Giyimime dikkat ederim. Ama marka tutkum yoktur. Beni tanıyanlar bilir, alışverişlerimde, harcamalarımda özellikle yerli ve milli kuruluşlardan alışveriş yapmaya dikkat ederim. Dayanışma ve güç birliği anlamında, varsa MÜSİAD üyelerinin firmalarını ve ürünlerini, yoksa diğer yerli ürünleri tercih etmeye dikkat ederim, çevremi de yönlendiririm.

KİTAP, BİRİKİMİMİN ZEKATI

- Kitabınızda bilginin zekâtını vermek gerekir diyorsunuz? Ne demek istiyorsunuz?

- 30 yıla yakın bir süre üniversite, işletmeler, reel ekonomi ve gönüllü teşekküller gibi dört önemli sac ayağı üzerinde hizmet yaptım, aktif yöneticilik görevlerinde bulundum. Yönetim, icra ve istişare alanlarında görev yaptım. Şimdi başta MÜSİAD olmak üzere çeşitli kuruluşlarda istişare konumunda hizmete devam ediyorum. İnanıyorum ki, insanlar  kazandıkları mal- mülk ve servetin olduğu gibi, bilgi, emek, know-how, tecrübe gibi birikimlerinin de  mutlaka zekâtını vermeli, yani başkalarıyla da paylaşmalı, dayanışma için de olmalı. Peygamber efendimizin  “İnsanların en hayırlısı başkalarına faydalı olandır” sözü hepimizin için yol göstericidir.

- Kitabınız bir anlamda bilginizin zekatı diyebilir miyiz?

Bu kitabı yazmamın sebebi de budur. 2,5 yıl önce çıkan kitabımın ismi Medeniyet İdeali idi. Küre yayınları çıkarmıştı. Sağ olsunlar. İkinci kitabım olan Liderlik Gönül İşidir kitabımı da Hayat yayınları çıkardı, onlara da teşekkür ediyorum. Buradaki zekât anlayışımız %2,5 değil, biz bilgimizin ve birikimimizin %100'ünü vermeye gayret ettik.

ZİRVE, HEDEFLERİNİZİ VE HİZMET GÖREVLERİNİZİ YERİNE GETİRMEK İÇİN SADECE BİR ARAÇTIR

- Zirveyi muhafaza etmek için ne yapmak lazım?

- Kitabımda bir sözüm var; “zirveye çıkmak zor, zirvede kalmak daha zor” diye. Çalışıyorsunuz, çabalıyorsunuz, belirli hedeflere ulaşmaya gayret ediyorsunuz. Allah'ta nasip etmişse kısmetinizde nasibinizde varsa, bir zirveye geliyorsunuz. Ancak zirveye çıkmak amaç değildir. Zirve, hedeflerinizi ve hizmet görevlerinizi yerine getirmek için sadece bir araçtır. Onu öyle görürseniz ve insana hizmet aşkıyla ve azmiyle, gönülden ve Allah'ın rızasıyla zirvede tutunabilirsiniz. Ama şunu bileceksiniz ki, zirveye çıkış olduğu gibi, zirveden bir de iniş vardır.

Nasıl insan doğar, büyür, yaşlanır ve ölür, zirveler de kalıcı değildir. Buna ruhen hazırlıklı iseniz, çok rahat o zirvelerden aşağı inebilirsiniz. Mutsuz, üzüntüler içinde, ben nasıl düştüm gibi travmalar geçirmezsiniz. Zirvede sadece sorumluluklarınızı yerine getirmek, hizmetlerinizi yapmak için kalmayı hedeflemelisiniz. İlla da zirvede kalacağım diye hırs ve ihtiras yaparsanız, mutsuz olursunuz ve zirveden aşağı inmeniz kaçınılmaz hale gelir, hızlanır. Sizin o halinizi görenler kuyunuzu kazmaya başlarlar ve sizi oradan düşürmeye çalışırlar.

BAŞARILI OLMANIN EN ÖNEMLİ KRİTERİ, HAYAT OKULUNDAN BAŞARIYLA MEZUN OLMAK

- Başarının kodlarını bize sayar mısınız?

- Başarı kendiliğinden gelmez, büyük bir emek, alın teri ve akıl teri dediğimiz bilgi, beceri ve beyin hünerlerinin ortaya konması lazım. Bu çok önemli. Bunun dışında emin, güvenilir ve doğruların peşinden gitmeye çalışan biri olmanız lazım. Yaptığınız her işte Allah'ın rızasını gözetmeniz lazım.

İhlâs ve samimiyet yoksa, başka rızalar peşinde koşuluyorsa, belki o kişiler bir yerlerde başarılı olur, belki zirveye gelebilir ama onun ağır vebalini üstlenmiş olurlar. Orada da mutsuz olurlar. Belirli hedeflerinizin, hayallerinizin olması çok önemli. İşinizde takipçi olmanız, sorumluluk sahibi olmanız, insiyatifler geliştirebilmeniz, yönetim becerilerine sahip olabilmeniz önem taşıyor. Başarılı olmanın en önemli kriteri, hayat okulundan başarıyla mezun olmak, buna çaba sarf etmektir. Aile değerlerine önem vermeli. İşinizde, çevrenizde başarılı olup evinizde başarılı olamıyorsanız huzursuz olursunuz.

Dolayısıyla aile fertleri ile kaliteli vakit geçirmek, huzurlu ve mutlu bir aile yuvasını da başarmak gerekir. İşinde başarılı olmayı hedefleyerek ve çevresine, sosyal alana, topluluğa faydalar üretebilmek, hizmetler üretebilmek bence başarının önemli diğer kodları diye düşünüyorum.

TÜRKİYE'DEKİ KRİZ İTHAL BİR KRİZ VE BÖYLESİ İLK DEFA BAŞIMIZA GELDİ

- Gelelim küresel krize, sizce bu kriz neden çıktı?

- Küresel krizin gerçek sebebi, genelde vahşi kapitalizmin özelde ise batılı finans baronlarının ve tekelci ya da kartelci sermayenin aşırı kar hırsı ve para kazanma hırsıyla yüksek riskler alması ve dolayısıyla Anglo-sakson liberal ekonomik sistemin duvara toslamasıdır. Görünür sebep ise, önce emlak krizi olarak tabir ettiğimiz, Amerika'da başlayıp Avrupa'ya sıçrayan ve insanların yükselen faizler sebebiyle mortgage yani ipotekli konut finansman sisteminde emlak kredilerini geri ödeyememesi, bu kredileri veren yatırım bankalarının büyük zararlar etmeleri ve iflas etmeleri, finans krizinin de güvensizlik ve panikle beraber  bir ekonomik krize dönüşmesidir.

Ticari bankaların büyük zararlarla karşılaşmaları, finans sisteminin çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıyla ödemeler sisteminin tıkanması, böylece reel sektöre, işletmelere sıçraması, halkın da güvensizlik ortamı içinde panik psikolojisi içinde tüketimlerini büyük ölçüde kısmaları, kısılan tüketimle beraber satışların ve üretimin daralması, insanların işsiz kalması, istihdamın azalması, ticaretin küçülmesi sonuçları acı bir şekilde ortaya çıkmıştır.

- Türkiye'de ki krizin nedenleri neler?

- Bu kriz Türkiye'nin kendi şartlarından ortaya çıkmış bir kriz değil, ithal bir kriz ve böylesi ilk defa başımıza geldi. Bundan önce 1959'dan bu yana 2001 krizine kadar yaşadığımız 16 ekonomik kriz kendi yapısal sorunlarımızdan kaynaklanan krizlerdi. Bu krizlerin sebepleri arasında; ödemeler dengesi açıklarının sebebiyet verdiği dış finansman ihtiyacı, bütçe açıklarının sebebiyet verdiği kamu maliyesi açıkları ve kamu borçlarının döndürülememesi,  bankaların hortumlanması ya da iflas etmesini sayabiliriz. Bu üç sebep de yoktu bu kriz sırasında.

KRİZDE YAKLAŞIK 550-600 BİN KİŞİ İŞİNİ KAYBETTİ

- Peki küresel kriz Türkiye'yi neden etkiledi?

- Küresel krizin Türkiye'yi olumsuz etkilemesinin dört sebebi var; birincisi, yurtdışındaki güvensizlik ve panik psikolojisinin yurtiçine de hızla yansıması, bunu bir kısım medya ve sermaye çevrelerinin bir kriz ve felaket tellallığıyla körüklemesi ortaya bir psikolojik kriz çıkardı ve güvensizlik ortamı meydana getirdi,  iç tüketim daraldı, buna paralel satışlar, üretim ve istihdam düştü.

İkincisi, bizim ekonomimiz dışa açık bir ekonomidir.  İhracat ve ithalat toplamı milli gelirin %52'si civarında. Ayrıca yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, yurt dışından içeriye yönelik doğrudan yatırımlar, turizm gelirleri ve nakliye gelirleri gibi dünya ile entegre bir ekonomimiz var. Dışarıda bir yangın olunca ki, bu yangın Amerika ve Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş batılı ülkelerde ortaya çıktı. Bu çok önemli bir tespittir. O zaman bizim de ihracatımız tıkandı, %30 civarında daralma gösterdi.

İhracata çalışan firmaların üretimi düştü. İç tüketim de daralınca üretim düştü, üretim düşünce insanlar işsiz kalmaya başladılar, firmalar işçi çıkarmaya başladılar. Bir de biz çok genç bir nüfusa sahibiz. Her yıl 1 milyon çocuk doğuyor. Her yıl 650-700 bin insan işgücü piyasasına giriyor, 18-19 yaşına gelince “bize iş ve aş verin” diye bekliyor. Küçülen bir ekonomide 650-700 bin yeni kişiye iş bulmamız mümkün değil. Krizde ayrıca yaklaşık 550-600 bin kişi işini kaybetti. Yaklaşık 1.250 bin kişi işsiz sayısı son bir yılda artmış oldu.

- Diğer iki neden?

- Üçüncüsü, finans kuruluşları maalesef dışarıdaki krizi abartarak önce basiretli olmak adına, sonrada krizden fırsatçılık nemalanması adına reel sektöre finans musluklarını kapattılar. Enflasyonun % 5-6 olduğu, Merkez Bankası faizinin % 7,25, hazine bonosu faizinin % 9,90 olduğu ülkemizde  bunun 3-4 katı maliyetler talep ettiler. Kullandırdıkları finansmanın 3-4 katı ipotek ve teminatlar talep ettiler. Kredileri vadesinden önce geri çağırdılar. Teminata verilmiş çekleri vadesinden önce tahsil etmeye kalktılar. Dolayısıyla finans sektörü reel sektörün bu krizden büyük darbe yemesinin önemli sebeplerinden biri olmuştur.

Dördüncü sebep de, reel sektörün kendi hatalarıdır. Bu krize aşırı ve yüksek maliyetli firma borcu ile yakalanmışlardır. Türkiye ekonomisi 2002-2007 yılları arasında yılda %6,8 reel büyüme sağlarken, işler hep böyle güzel gidecekmiş gibi rehavete kapılıp sürekli borçla, borç finansmanıyla yatırım ve büyüme çabası içinde oldular. 2002 yılında 45 Milyar Dolar olan özel sektör ve bankaların dış borcu, 2008 yılı sonunda 190 Milyar Dolardı.

Aşırı döviz borcuyla yakalanınca %35'lik kur artışı onların TL borcunu da %35 arttırmış oldu. Bu dört neden Türkiye'de krizin önemli hasar vermesine sebep olmuştur. Kamu kesimi, kamu çalışanları, emekliler, tarımla uğraşanlar bu krizden diğer gruplara nispeten etkilenmemişlerdir, çünkü maaşlarını otomatikman aldılar.

Tarım ürünleri yine değerini buldu. Hatta enflasyon ve faizlerin düşmesi satın alma güçlerinde artı katkı sağladı. Buna karşın, bu krizden büyük şehirler, büyük şehirlerde çalışanlar, özel sektör müteşebbisleri ağır hasar gördüler. İşten çıkarmalar, 2009'da zam verilmemesi, hatta ücretlerdeki düşme, satınalma gücünü ve iç tüketimi azaltmıştır. Dünya ölçeğine baktığımızda ise, gelişmiş batılı ekonomiler, orta Avrupa ve doğu Avrupa ülkeleri, ekonomisi dışa açık ve ihracata dayalı ekonomiler ağır hasar görmüştür.

KRİZ ÖNCESİ DURUMA HENÜZ GELMEDİK

- Sizce krizin etkileri ne zaman geçer? Bir öngörünüz var mı?

- Türkiye olarak Şubat 2009'da kriz dibe vurdu, Mart'tan itibaren hükümetin aldığı teşvik tedbirleri, vergi indirimleri ve kamu harcamalarının arttırılmasıyla reel ekonomide yavaş yavaş yukarı çıkış başladı diyebiliriz. Ama kriz öncesi duruma henüz gelmedik. Daha yeni yeni yeşeren bir yukarı çıkış ivmesi var. 2009 birinci çeyrekte %14,3 küçülen ekonomi ikinci çeyrekte de %7 küçüldü. Üçüncü çeyrekte bu daha düşük bir oran olacak.

Dördüncü çeyrekte 0 veya pozitif bir oran gelebilir. İşsizlik oranı da Şubat ayında % 16'ya çıktıktan sonra Haziran'da % 13'e yavaş yavaş indi. Hükümetin teşvik tedbirlerine, kamu harcamalarını kısmama tedbirlerine devam etmesi çok önemli.

- Ne öneriyorsunuz?

- Herkesin kendisine çeki düzen vermesi, işletmelerindeki aksaklıkları gidermesi, finansman dengesine önem vermesi, yeniliklere gitmesi, yeni pazarlar ve ürünlere yönelmesi zorunludur. Hiçbirşey eskisi gibi olamayacaktır. Ezberleri bozmak, yeni gerçeklere ve trendlere göre kendimizi ayarlamamız lazım. Dünya açısından baktığımızda, A.B.D. ve Avrupa ülkelerinde 2009 Mayıs ayında krizin dibe vurması gerçekleşti.

Haziran'la beraber yukarı çıkış başladı. 2009'un geneli itibariyle %5-6 küçülmenin yaşandığı bir yıl olacak. 2010 yılının ilk çeyreğiyle beraber hızlı büyüme sürecine girmeyi umut ediyoruz. Bu bayram alışverişlerin hızlanması, bayramdan sonra okulların açılması, inşaat sektörünün ve mobilya sektörünün hızlanması, tekstilde kış sezonuna giriş, matbaacılık sektörünün, promosyon sektörüne yeni yıla hazırlanması gibi sektörel hızlanmalar bekleyebiliriz. İhracatın artmasının önemi çok büyük.

Her firma aşağı yukarı %30-40, %50-60 ihracata bağımlı konumda. Dünya düzeldikçe Türkiye'de ki düzelme daha hızlı olacak. Yani hem iç tüketimin artması, hem ihracatın artması, hem de finansman musluklarının açılması krizden çıkışın olmazsa olmaz gerekleridir.

EKONOMİDE PSİKOLOJİ FAKTÖRÜ VE BEKLENTİLERİN OLUMLU OLMASI ÇOK ÖNEMLİDİR

- Türkiye 2002-2007 yılları arasında istikrarlı bir büyüme gösterdi.Bu yıllardaki başarının sebebi nedir?

- Birincisi, siyasi istikrar olması. İkincisi, güven ortamı ve psikolojilerin ve beklentilerin olumluya dönmesi, iyimser beklentiler ekonomiyi hızlandırdı. Komşu ve çevre ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ihracat kapılarını açtı, ihracatın hızlanması üretimde yeni kapasitelerin meydana gelmesini, üretim artışını beraberinde getirdi. İnşaat sektörü canlandı ki, inşaat sektörü 400 alt sektörü içinde barındıran, vasıflı vasıfsız istihdamı en çok emen sektörlerden biri. Türkiye genel anlamda bir sıçrama gösterdi. Dış politikadaki başarılı uygulamalarla beraber, Türkiye 2002-2007 arasında güzel bir dönem yaşadı.

- 2007 de ne oldu da, karabulutlar Türkiye'nin üzerinden gitmedi?

- 2007 de Cumhurbaşkanlığı seçimi belli kesimler tarafından bir siyasi krize dönüştürüldü. Mevcut parlamentoya Cumhurbaşkanı adayını seçtirmemek adına büyük bir kriz çıkarıldı. Türkiye 2007'nin Mart-Nisan ayından itibaren siyasi istikrar anlamında ivme kaybetti. Meşhur 367 kararı, 27 Nisan E Muhtırası ortamı gerginleştirdi. Bu siyasi krizi hükümet erken seçimle aşmaya gayret etti.

Yeniden bir siyasi istikrar ortamı oluşturuldu. Ama Cumhurbaşkanlığı seçimi, referandum, başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliği ve AK partiye yönelik kapatma davası, 2007 ve 2008 yıllarını siyasi istikrar anlamında çok problemli ve belirsiz bir süreç haline getirdi. İnsanların bugüne ve ileriye bakarak beklentileri iyimser olursa tüketirler, para harcarlar veya üreticilerse yatırım yaparlar. O zaman üretim artışı ve ekonomik canlanma meydana gelir. Beklentiler ve istikrar olumsuza dönerse durgunluk ve gerileme olur. Ekonomide psikoloji faktörü ve beklentilerin olumlu olması çok önemlidir.

BU KRİZİN ÖZEL SEKTÖRDE VE ÖZELLİKLE  KOBİ'LERDE HASAR VEREBİLECEĞİ ÖNGÖRÜLEMEDİ

- Hükümet krizi iyi yönetebildi mi? Siz başarılı buluyor musunuz kriz yönetimini?

Makul düzeyde yönetti. Mali sektörün krize girmemesinin başarılması ve piyasalarda istikrarın korunması açısından iyi yönettiğini söyleyebilirim. Ancak bu krizin özel sektörde ve özellikle KOBİ'lerde büyük hasar verebileceğinin iyi öngörülemediği anlaşılıyor. 15 Mart 2009'da hükümetçe alınan ekonomiyi canlandırma tedbirleri keşke Ocak ayı başında alınabilmiş olsaydı, muhtemelen üretim düşüşü ve işsizlik artışı daha az olabilirdi. Genel anlamda ise, dünyada bu kadar büyük bir yangın varken Türkiye bu krizi makul bir hasarla atlattı diyebiliriz.

- 1994 ve 2001 deki kriz yönetimini karşılaştırabilir misiniz?

- 1994 ve 2001 krizlerinde koalisyon hükümetleri vardı, istikrarlı ve güçlü bir hükümet yoktu. Mali sektör ve kamu maliyesi birlikte iflas etmişti. Onların bütün yükü hazineye ve milletin sırtına yüklenmişti. 2008 krizinde ise kamu kesimi, kamu maliyesi ve mali sektör en azından ayakta kaldı.

Şimdi özel sektör hasar gördü. Şunu bekleyebilirdik, mali sektör özel sektörle daha güçlü bir dayanışma içinde olmalıydı, ÖTV ve KDV indirimleri ve kamu harcamalarının arttırılması gibi teşvik tedbirlerinin 2-3 ay önceden alınması daha doğru olacaktı. Finans sisteminin çökmemesi çok önemli. Eğer finans sistemi çökmüş olsaydı, Allah muhafaza ekonominin tamamı ve halkın tamamı çok ağır hasar görecekti. Belki de bu krizden çıkmamız çok uzun yıllar sürecekti.

HÜKÜMETİN IMF İLE ANLAŞMASINI KESİNLİKLE DOĞRU BULMUYORUM

- Hükümetin IMF ile anlaşmamasını doğru buluyor musunuz?

- Kesinlikle doğru buluyorum. Biz MÜSİAD olarak zaten bu anlaşmanın yenilenmemesini söylemiştik. 11 Mayıs 2008 tarihinde 19. Stand-by anlaşması tamamlandı. Türkiye şu büyük dünya krizinde bile 1,5 yıldır IMF anlaşması ve mali desteği olmadan bu krizi atlatabildiyse bu başarıdır. Merkez Bankasının 70 milyar dolar döviz rezervi olması, kamu maliyesinin en azından çevrilebilmesi, halkın mevduatlarını çekmek için bankalara hücum etmemesi, döviz almak için döviz bürolarına hücum etmemesi bu ağır krizde bile yaşanılan olumlu gelişmelerdir.

Enflasyonun %5-6 bandına düşmesi, MB gecelik faizin ve hazine faizinin tek haneli rakama düşmesi başarıdır. Dış ticaret açığının ve cari açığında doğurabileceği devalüasyon handikabı korkusu daha önce vardı, 2009 ve 2010 da bu gündemde olmayacak. Şu anda sıkıntısını çektiğimiz husus, piyasaların canlanarak ticaretin canlanması ve buna paralel üretim artışının başlaması ve yeniden istihdam artışı sağlanarak işsiz sayısının azaltılmasıdır. Hükümetin de konsantrasyonu bu alanlarda olmalıdır.

- Bazı kesimler hükümete IMF ile anlaşma yapması konusunda baskı uyguladılar. Neden bu anlaşmayı önemsiyorlar?

- Esasında bu sorunuz, krizin ağırlaşmasının önemli sebeplerinden biriydi. 15 Eylül 2009'da Lehman Brothers batıp küresel finans krizi tam olarak ortaya çıktığı anda panik havası vardı dünyada. Türkiye'de ise Hükümet 11 Mayıs 2008'den sonra IMF ile anlaşma konusunda ayak diretiyordu, en azından kendi şartlarında bir anlaşmanın müzakeresini yapmaya çalışıyordu.

Bize göre Türkiye'de IMF ile yapılan stand-by anlaşması bir acı reçete uygulaması oluyor. Döviz kurunun baskı altında olup faiz ile kur makasının açıldığı, aşırı reel faiz kazancı elde  eden rantiye kesimi var. İçeride ve dışarıda bunların uzantıları, ağa babaları var. Bunlar istediler ki, hükümeti bu kriz anında sıkıştırarak, 29 Mart'ta yaklaşan mahalli seçimlerle de sıkıştırarak bir IMF anlaşmasına mahkûm edelim. IMF'den gelecek para da zarar gören büyük şirketlere ve finans kuruluşlarına aktarılsın istediler.

Bunların bir kısmı da Amerika ve Avrupa da iflas eden büyük yatırım bankaları ya da tefeci kuruluşlarda büyük paralar batırdılar. IMF üzerinden zararlarımızı karşılatır mıyız beklentisi içerisinde oldular. Nitekim bazı batılı bankalar ve rating kuruluşları 2008 Ekim ayında raporlar yayınlıyorlardı, bu raporlar bir kısım medya çevrelerinde abartılarak yayınlanıyordu. 130 Milyar dolar dış kaynak bulunmazsa Türkiye batar, 2009'u göremez gibi senaryolar vardı. Sonra bu rakamı 90 Milyar dolara düşürdüler.

Türkiye'ye bu kriz döneminde 15-16 Milyar dolarlık dış kaynak girişi oldu. İnsanımız güvenini kaybetmedi, bankalara, döviz bürolarına hücum etmedi. IMF' den para almadık ve Merkez Bankamızda 70 Milyar dolar var. Demek ki,  kamu maliyesi ve mali sektör anlamında kriz iyi idare edildi. 

MÜSLÜMAN ÜLKELER DE IMF'YE ALTERNATİF BİR FON KURABİLİRLER

- Neden Müslüman ülkeler IMF'ye alternatif bir fon kurmuyorlar. Böyle bir şey mümkün değil mi?

- Kesinlikle mümkündür. Bugün Körfez ülkelerinde 2 trilyon dolarlık mali varlık ve kaynak var. 2002'den 2008'e kadar petroldeki, doğal gazdaki büyük artışla kazandıkları büyük fonlar var. Müslüman ülkelerin kendi para fonunu kuramamalarının iki sebebi var. Birincisi, siyasi irade eksikliği, ikincisi de ekonomilerinde batılı ülkeler ve kuruluşlarla iç içe olan yapının varlığının engellemeleri. O yapılar güçlü bir para fonu kurulmasını engelliyor.

- MÜSİAD' ın AK Parti döneminde yıldızının parladığıyla ilgili bir kanı var, sizce doğru mu?

- MÜSİAD 1990'da kuruldu. O zaman da MÜSİAD için Anavatan partisine ve rahmetli Turgut Özal'a yakın sözleri söyleniyordu. Daha sonra Refah partisiyle, daha sonra Fazilet partisiyle, daha sonra kurulan AK parti ve Saadet partisiyle yakın yakıştırmaları yapıyorlar. Biz ise doğru olanı yapıyoruz, doğru bildiğimizi uyguluyoruz, doğru mesajlar, doğru çözümler, doğru projeler peşinde koşuyoruz.

Hangi partiler, hangi hükümetler bu görüşlerimize itibar ve eğilim gösterdiyse, bizim açımızdan makbuldür. Bundan memnun oluruz, demek ki doğrularımız kabul ediliyor, projelerimiz uygulanıyor. Bundan hiçbir zaman gocunmadık, kompleks duymadık. Diğer partiler de yakınlık göstersinler, bizim çözümlerimize, projelerimize sahip çıksınlar, uygulasınlar, biz bundan da memnuniyet duyarız. Biz siyasetle ilgilenmedik, zor olanı yaptık, sivil toplum kuruluşlarında çalışmak, hizmet yapmak çok zordur.

Gönüllü teşekkülsünüz, üye olmak mecbur değil, aidat vermek mecburi değil, kıt kaynaklarla büyük işler yapmaya çalışıyorsunuz, büyük hedefler peşinde koşuyorsunuz, üyelerinize hizmet veriyorsunuz, ülkenize faydalı olmaya, ülkenizin doğru ve iyi yönetilmesini sağlamaya çalışıyorsunuz. Biz bundan önce olduğu gibi bundan sonra da doğrunun, iyinin, sağduyunun ve ortak aklın peşinden gideceğiz.

MÜSİAD İLE TÜSİAD ARASINDAKİ FARK ÜYELERİNİN ZİHNİYET DÜNYASININ FARKLILIĞIDIR

- MÜSİAD ile TÜSİAD arasındaki fark nedir?

- Üyelerinin zihniyet dünyası farklıdır. Olaylara, çözümlere bakışları farklı. MÜSİAD'ın kurulması da bir ihtiyaçtan ortaya çıktı.

- TÜSİAD Başkanıyla, başkanlık döneminizde görüşüyor muydunuz, ya da şimdi? Ortak projeleriniz var mı?

- Görüşülüyor. Ekonomik ve Sosyal Konsey'de, Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplantılarında görüşüyorduk. MÜSİAD' ın şimdiki Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan bey ve TÜSİAD başkanı aynı platformdalar. Görüşlerimiz konusuna göre farklı olabiliyor, ya da örtüşebiliyor. TÜSİAD'ın üyeleri de bu ülkede üretim yapıyor, istihdam meydana getiriyorlar. Herkesin görüş ve bakış açısı, zihniyet dünyası, ülke meselelerine bakış açısı farklı olabilir. Herkes kendi kulvarında kendi mücadelesini, kendi doğrularının mücadelesini yapacak. Biz de MÜSİAD olarak yapacağız.

- Bir ihtiyaçtan dolayı MÜSİAD kuruldu dediniz. TÜSİAD' da ne eksikti de MÜSİAD kuruldu?

- Türkiye'de rahmetli Turgut Özal'ın 1983'de iktidara gelmesiyle Türkiye ekonomisinde bir ray değişikliği bir dönüm noktası ortaya çıktı. Türkiye ekonomisi 1980'e kadar daha çok kamu iktisadi teşebbüsleri ve kamu bankaları yoluyla, reel ekonomide ve finans sektöründe kamu kesiminin ağırlıkta olduğu ve 1950-1980 arası kamu kaynaklarıyla büyütülmüş, güçlendirilmiş sınırlı sayıda özel müteşebbislerin- ki bunlar sonradan ağırlıklı olarak TÜSİAD üyeleriydi-bulunduğu bir ekonomik yapıya sahipti.

Bir de küçük esnaf kesiminin olduğu, küçük çiftçi  kesiminin olduğu ekonomik modelimiz vardı. 1984 yılından itibaren Türkiye ekonomisinde özellikle dışa açık büyümenin önünün açıldığı, içeride tekelci ve kartelci yapının kırılarak, küçük ve orta ölçekli işletmelerin teşvik edildiği, aile tasarruflarına ve öz sermayeye dayanan işletmelerin biz de varız diyebilecekleri ve üretim yapabildikleri bir ekonomik özürlük alanı oluştu.

Bu ekonomik özgürlük alanı büyüdükçe, Anadolu kaplanları dediğimiz KOBİ'ler, Anadolu sermayesi dışa açık büyüme modeliyle ihracata ve öz sermayeye dayalı olarak büyüdüler ve güçlendiler. Ama onlar kendilerini zihniyet dünyası ve kurumsal yapılanma olarak daha uygun bulacakları ve daha organize çalışabilecekleri bir çatı örgüt ihtiyacı içinde oldular. İşte MÜSİAD o çatı örgütünün ismi oldu. MÜSİAD 1990'da İstanbul'da kuruldu, hızla Anadolu'ya yayıldı. Anadolu hemen MÜSİAD'a kucak açtı.

Bugün 30 kadar vilayette MÜSİAD şubeleri oldu. Anadolu kaplanları dediğimiz yeni müteşebbisler MÜSİAD çatısı altında ortak çalışmayı, dayanışma içinde olmayı, güç birliği yapmayı, ülkeye ve millete hizmet etmeyi tercih etmiş oldular. MÜSİAD modeli ayrıca, yurtdışında Türk işadamlarının yoğun olduğu ülkelerde ve İslam ülkelerinde örnek alınan ve umut bağlanan bir kurumsal model olmuştur.

- TÜSİAD'la yaptığınız ortak bir proje var mı?

- Ekonomik ve Sosyal Konsey ile Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantılarına katılmak dışında ortak bir proje çalışması olmadı.

KRİZ BAZEN DE FIRSATTIR

- Bu kriz döneminde fertlere ne önerirsiniz?

- Kitabımızda çok can alıcı bir bölüm var. İşletmelere kriz reçetesi diye 30 maddeden oluşan ve MÜSİAD'ın tavsiyesi 25 maddeden oluşan öneriler paketi. Orada çok detaylı olarak bunları anlatıyoruz. Az ve öz olarak şunu söyleyebilirim ki, kriz bazen de fırsattır, bir check up dönemidir. Nasıl ki insanlar bir şey yok iken sağlığını düşünmezler kontrol ettirmezler, ama bir de bakmışsınız kontrolde sizde tümör var kansere yakalandınız diyorlar. O zaman travma geçiriyorsunuz. Şirketlerin de zaman zaman check up yapmaları lazım.

Eksikliklerini, kusurlarını, nerede işler ters gidiyor onları görebilmek, ya da işler bir gün ters giderse sorusuna ben hazırlıklı mıyım cevabını oluşturabilmek çok büyük önem taşıyor. Krizi bu gözle de görmek lazım. Bir kere zirveye çıkan, başarılı olan firma ve müteşebbisler krizde düşseler bile yiğit düştüğü yerden kalkar, bunu unutmasınlar. Bir de zirveye çıkanlar zirveye çıkmayı biliyorlar demektir. Zirveden düşseler bile yeniden zirveye çıkabilirler. Yeter ki moral, cesaret, özgüven gibi unsurları kaybetmesinler.

Kendilerine çeki düzen verirler. Bakın bazen büyüme dönemlerinde firmaların büyüdükleri zannedilir, hâlbuki zayıflarlar. Bazen de küçülme dönemlerinde firmaların küçülmesi bir zafiyet gibi algılanır ama küçülen firma  bazen de güçlenir. Niye? Safralarını atar, kendini yeniler, daha iyi organize olmaya başlar, personel politikasını, satın alma politikasını, pazarlama politikasını, ürün politikasını, üretim politikasını, ihracat politikasını gözden geçirir, yeniliklere doğru gider, alternatif pazarlar, alternatif ürün ve hizmetler belirlerler.

Dolayısıyla kriz zamanlarında bu tür kontrolleri yapanlar, özellikle bütçe ve finansman dengelerini yeniden oturtabilenler, tahsilâtlarını hızlandırabilenler krizden güçlenerek çıkarlar. Ama herkes de bilmeli ki, söylemek kolay, yapmak ve uygulamak gerçekten zordur. İnsanın başına geldi mi, bunları yapabilmek o kadar kolay değil, ama eğer ayakta kalmak istiyorsak yapmak zorundayız.

- Çok başarılı bir MÜSİAD başkanlık döneminiz var, kendinizi başkan olarak görüyorsunuz ama bence yaptıklarınızdan liderlik vasfı çıkıyor, mütevazı davranıyorsunuz hakikaten. Son olarak şunu sormak istiyorum. Bundan sonraki hedefleriniz nedir?

- Albayrak Şirketler Grubu'nda genel koordinatörlük görevim devam ediyor. MÜSİAD'ta yüksek istişare heyeti üyesiyim, Genel Başkan ve yönetime elimden geldiğince bana ihtiyaç olduğu müddetçe destek veriyorum. Bunun yanında birkaç gönüllü teşekkülde de akil insan olarak destek de bulunuyorum.

İstişareye gelenler çok oluyor. Bilgi ve tecrübe sahibi bir ağabey konumunda bildiklerimizi onlarla paylaşıyoruz. Bu arada da iki tane kitap çıkarmış oldum. “Medeniyet İdeali” ve şimdi de “Liderlik Gönül İşidir”. Yine ailemize, şirketimize, çevremize, ülkemize katkılar, faydalar üretmeye gayret ediyoruz. Bana bu fırsatı verdiğiniz için size çok teşekkür ediyorum.


NURSEL TOZKOPARAN/HABER 7

Özel Röportajlar Haberleri