RECEP İHSAN ELİAÇIK'TAN BİR MANİFESTO DAHA...
Yeni sınıfın ‘Simon’ları
“Simonlaşma” tabiri “Mücahitlikten müteahhitliğe”, “Cipli türbanlı durakta bekleyen türbanlı”, “Abdestli kapitalizm”, “Sivil vesayet” gibi içinden geçtiğimiz sosyo-politik dönemi ifade eden yeni bir muhalif tabir…
Hanefi Avcı’nın kitabını üzerine bina ettiği en temel kavram Simonlaşma.
Kitabın ismi de oradan geliyor: “Haliçte yaşayan simonlar…”
Türkiye’de muhafazakâr iktidara “dışarıdan” çeşitli eleştiriler yapılıyor. Ben onları pek önemsemiyorum ama içeriden birisi muhalif bir ses yükseltince ona kulak kabartıyorum.
Çünkü “aynı iklimden gelen muhalif sesler” benim için başka bir anlam ifade ediyor.
Eğer anlarlarsa bu iktidar çevrelerinin çok yararına olan bir şey.
Hanefi Avcı da bunlardan birisi.
Dönemin bir başka açıdan resmini çizmiş.
Önemi şuradan geliyor: “Simonlaşma var” diyen kişi iki çocuğunu “Samanyolu kolejinde” okutmuş, sağcı/muhafazakar/anti-komünist, “vatan, millet, bayrak, Allah, kitap, din” davası gütmüş ve yıllarını buna vermiş, 28 şubatçıların gazabına uğramış, hapse atılmış, bu yüzden açığa alınmış, mahkeme kararıyla ancak görevine dönmüş, 2003 yılında muhafazakar bürokrat olarak ataması yapılmış, dönemin muhafazakar içişleri bakanının oğlunun (Murat Aksu) irtibatlı olduğu bir uyuşturucu mafyası operasyonu yüzünden Edirne’ye sürülmüş, orada gümrükçü rüşvetçileri kamerayla tespit ettirip üzerine gittiği için de Eskişehir’e alınmış birisi. Ve halen Eskişehir’de görevde…
İşte burada duracaksınız.
***
Hanefi Avcı’nın kitabını okuyunca daha önce yazdığım “Zamanın ruhu değişti” ve “Yeni sınıfın ideolojisi: Kariyerizm ve Konformizm” makaleleriyle aynı dalga boyunda olduğumuzu gördüm.
Şöyle bir şey: Servet ve iktidar döngüsünün kendine özgü bir mantığı var. Bu döngünün içine giren herkes nasıl oluyorsa aynı tipe dönüşüyor!
“İktidar” öyle bir aşüfte ki siz ona teslim olmazsınız o size teslim olmuyor.
Bir kez teslim olunca da herkese aynı şeyi yaptırıyor.
Ona ancak “özgür ve yüce ruhlar” karşı durabiliyor. Onlar da ancak 1400 yılda bir geliyor dünyaya.
O iki makalede bunları anlatmaya çalışmış, bazıları için kabullenilmesi zor “erken” eleştiriler yapmıştım. Hala da aldığım muhalif pozisyonun “erken” olduğunun farkındayım. Dikkatler darbe, cunta, Ergenekon hesaplaşmasına çevrilmişken böylesi bir tavır alış zor anlaşılır biliyorum.
Ama tecrübeyle sabit ki son 30 yıldır hep en az 10 yıl erkenden konuşmuşum. Fakat ben “Şu dağın arkasında tehlike var” demeye devam edeceğim. Bunun bedeli neyse ödemeye razıyım.
Hanefi Avcı’nın kitabı da -gerçi kendisi geç bile kaldığını söylüyor- ama en az 10 yıl erkenden konuşanlardan. Söylediklerinin ne manaya geldiği zamanla anlaşılacak, bu kesin.
Şu kişi bu kişi, örgüt/cemaat/istihbarat bilgi ve belgeleri filan beni fazla ilgilendirmiyor. Ben daha çok “Simonlaşma” ve “Haliçten yayılan kokular” metaforu üzerinde duracağım.
***
Keser dönüyor sap dönüyor bir gün oluyor hesap dönüyor ve…
“Haliç’ten yayılan kokuları” önleme ile ün yapmış bir siyaset olarak, kendi muhitinizden, hatta kendinizden yayılan kokuları duyamaz, örgüt/cemaat/devlet yani “iktidar” dışında hiçbir şey göremez hale gelerek “simonlaşıyorsunuz”…
Bu nasıl olabiliyor?
“Simon” kitapta Bekaa’da örgütün devrim mahkemesi yargıçlığını yapmış bir militanın kod adı. Avcı bu metaforu ondan esinlenerek geliştirmiş.
“İktidar” hırsı içindeki grupçu/örgütçü/cemaatçi yapıların insanları nasıl robotlaştırdığını anlatabilmek için seçilmiş bir ad: “simon” …
Bunun P-tipi bir örgüt (PKK), F-tipi bir cemaat (Fethullahçılık) veya E-tipi bir devlet (Ergenokon) olması hiç fark etmiyor.
Hanefi Avcı işte bunu anlatıyor:
“Bizler de her suçu değil; yalnızca bize öğretilen ve empoze edilen hususları suç görüyor, bizim tarafımızda olan kişilerin kusurlarını suç olarak nitelendirmiyor muyduk? Bu duruma, bu tip davranışlara “Simonlaşmak” adını verdim. İşte bunu düşündükten sonra kendi kendime söz verdim; ben bir Simon gibi olmayacaktım, ben Simonlaşmayacaktım...” (s. 18).
Avcı’nın “simonlaşma” metaforu ile anlatmak istediği aslında “robotlaşma” …
Örgüt, cemaat veya devlet robotu haline gelme…
“Aslında Simonlar her yerde, her örgütte var; insana değer vermeyen, özgürlüğü önemsemeyen, itaat kültürünün hakim olduğu, grup menfaati için itaatin istendiği her yerde Simonlor var…” (s. 18).
Bu noktada Avcı’nın mesajı kendini “servet ve iktidar şehvetine” kaptırmış herkese…
“İktidar” denen aşüftenin cazibesine kendinizi kaptırdığınızda nasıl paçavraya döneceğinizin ibret dolu dersleriyle dolu kitap…
Dün devlet bugün cemaat…
Dün örgüt bugün tarikat…
Dün E-tipi bugün F-tipi…
Dün Kemalist bugün Muhafazakâr…
Dün solcu bugün sağcı…
***
“Haliçten yayılan kokular” metaforu ile de iktidar mantığının adamı simonlaştırdıktan sonra, özellikle kendi gurubunun yanlışlarını göremez, duyamaz hale gelmesini, bunu kanıksamaya başlamasını anlatmaya çalışmış;
“Herkes biliyor ki bu ülkede ihaleler büyük oranda hileli. Bu ülkede tapu, trafik, gümrük gibi birçok kurum rüşvet batağında. Yolsuzluk ve usulsüzlük usul, esas haline gelmiş. Adam kayırma, torpil, her türlü hile yaygınlaşmış. Toplumun çoğunluğu bu ülkede işlerin doğru ve dürüst yürütülmediğine inanıyor. En büyük usulsüzlüklere toplum tepki göstermiyor. Hile, fesat ve rüşvete en çok karıştığına inanılan kişi en fazla oyu alabiliyor, en rüşvetçi kişi en itibarlı kişi olarak kabul görüyor… Demek ki çoğunluk pis ve kirli, her türlü yanlışlığın bol olduğu bir ortama uyum sağlamış, bu durum kanıksamış ve normalleşmiş. Bu durumu görebilmek ve algılayabilmek için ancak bu sistemin dışına çıkmak gerekiyor…” (s. 20).
Uyum sağlamak… Kanıksamak… Normalleşmek… Kokuyu hissetmemek…
Rüşvete “komisyon”, hortuma “istihkak”, avantaya “siyaset payı” demek…
Sonra “Ne var bunda” deyip, “Seccade yok mu seccade?” diyerekten namaza durmak…
Dün…
“İrtica! Şeriat geliyor!” diyerek devleti soymak…
Bugün…
“Ergenokon! Darbe geliyor!” diyerek cebini şişirmek…
Hep aynı nakarat! Hep aynı simonlaşma!
“Haliçten yayılan koku” hep aynı!
***
Bazıları bu durumu kabullenmek istemiyor.
“Darbecilere hesap soruluyor, derin yapılar çözülüyor” diyerek yeni sınıfın simonlarını görmezden gelmemizi istiyorlar.
Gidene sevinmemizi gelene ise esas duruşa geçip selam durmamızı, hatta bu esas duruşumuzu hiç bozmamızı istiyorlar.
Türkiye’yi hala “Ergenekoncular iktidar, bizimkiler muhalefet” denkleminde okuyanlar var.
Oysa zamanın ruhu değişti.
Artık yeni bir iktidar sınıfı var.
Bu yeni sınıf seçimle gidecek bir üst kadro değil. Bürokrasinin içinde bir kadrolaşma da değil; bürokrasinin bizzat kendisi o oluyor artık.
Kalıcı, uzun yıllar sürecek ve yeni Türkiye’yi kuracak bir yapı bu.
Ma’şeri vicdanda meşruiyetini eski bürokrasiyi geriletme ve derin yapıları çözme, dağıtma, sarsma çabasından alıyor. Yaman çelişki şu ki bu yeni bürokrasi ve derin yapılaşmanın “simonlaşma” ve “kendinden ve çevresinden yayılan kokuları algılayamama” bakımından eskisinden hiçbir farkı yok.
Hatta yenisi daha beter çünkü muhafazakârlık kılığında bir tür “din” ile geliyor, “dış” destek de sağlam. Bu açıdan Türkiye’nin geleceğinde bir Muaviye-Ebuzer kapışmasını kaçınılmaz görmekteyim. Bu sefer kazanan kim olacak birilikte göreceğiz.
Bu yeni sınıfın argümanları var.
Muhalefet edeni aynı ezberle dışlama retoriği var.
Bugünkü ezber: Darbeci, cuntacı, Ergenekoncu…
Dünkü ezber: İrticacı, laiklik karşıtı odak, cumhuriyet düşmanı…
Yarınki ezber: Dini tahrif, sahabeye hakaret, yeşil komünist, servet ve mülkiyet düşmanı…
Bu yeni sınıfın medyası var…
Bu yeni sınıfın patronları, işadamları var.
Bu yeni sınıfın kalemşörleri, tetikçi köşe yazarları var…
Bu yeni sınıfın zenginleri, yiyicileri, götürücüleri var…
Bu yeni sınıfın burjuvazisi, prensleri, conconları, papatyaları var…
Basbayağı ANAP dönemi gibi bir dönem işte.
Eski sınıf ile yer değiştiriyorlar.
Bizden, sadece gidenin argümanlarını, medyasını, tetikçilerini, zenginlerini, yiyicilerini, götürücülerini konuşmamızı istiyorlar.
Gelenin yiyiciliğini ve götürücülüğünü dillendirmeye “Darbecilerle boğuşulurken” ve de “Ergenokon ile çarpılışırken” arkadan vurma gözüyle bakıyorlar. “Yolsuzluk yapan sahabe için inen ayet” mantığını “simonlaşmış” oldukları için hiçbir zaman anlayamayacaklar.
Dahası, gayet arsız bir şekilde boy göstermeye başlayan bu yeni sınıfa gözlerimizi kapatmamızı, çünkü onların “bizden” olduğunu, iyi işler yaptıklarını, devleti düzlüğe, milleti selamete çıkardıklarını, 80 hatta son 150 yılın hesabını sorduklarını falan söylüyorlar.
“Ama onlar da…” dedirtmiyorlar.
“Arazi, komisyon, ihale, villa, jip, BOP” vs. laflarını duyar duymaz “darbe, cunta, Ergenokon” korkuluklarını çıkarıveriyorlar…
***
İyi de…
Bu “simonlaşma” daha ne kadar sürecek?
Bu “Haliçten yayılan koku” ya daha ne kadar burnumuzu tıkayacağız?
“Zamanın ruhunun” değiştiğini ne zaman göreceksiniz?
“Dine karşı dinin” artık Ali Şeriati’nin kitaplarında kalmadığını, basbayağı ete kemiğe bürünüp meydan aldığını ne zaman fark edeceksiniz?
“Yeni sınıfın simonlarının” çoktan milleten koptuğunu, “servet ve iktidar” cazibesiyle sarhoş olduklarını, fanusun içinde yaşadıklarını, artık alttakileri görmelerinin, duymalarının imkânsız olduğunu, mevsimin döndüğünü, iklimin değiştiğini, artık gidenlerin geri dönmeyeceğini ne zaman anlayacaksınız?
Hadi ben erkenden konuşanım, Hanefi Avcı’ya da mı kulak asmayacaksınız?
Ayrı kulvarlarda olsak da hem “28 şubat simonlarının” ve hem de şimdi “yeni sınıf simonlarının” gazabına uğramamız hiç mi bir şey anlatmıyor?
***
Bu memlekette her içine aldığını kendine benzeten, simonlaştıran, mafyalaştıran, her birini bir örgüt çakalı, bir cemaat kurdu, bir devlet sırtlanı haline getiren mekanizmalar var.
Kurt gibi ulutan, çakal gibi havlatan, sırtlan gibi solutan bir mekanizma bu.
Hepimizi birbirimize benzeten lanet bir kısırdöngü…
“Cemaat” kavramı benim nazarımda ne kadar ulu, ne kadar mübarek bir kavramdı biliyor musunuz? Etimolojik olarak “comün” ile aynı kökten gelmesi bana hep çarpıcı gelmiştir. Piramit değil; halka haline gelme, halkalanma… Gelenin “Hanginiz Muhammed” diye sormak durumunda kaldığı, sen-ben’in yok olduğu, tüm hiyerarşilerin ortadan kalktığı, “Selamün aleyküm” ile girilip çıkılan, “Bu vahiy mi senin görüşün mü?” diye sorular sorulan, “Kılıcımızla doğrulturuz” diye sesler yükselen eşitlik, kardeşlik, paylaşım, merhamet ortamıdır cemaat…
Şimdi örgütçü ötekileştirmelere, tarikatçı teslimiyetlere, gassilci meyyitlere, mafyacı raconlara ve masonik ritüellere ‘cemaat’ diyorlar. Simonlaşmış robotlardan başka bir şey çıkmıyor artık oralardan. (Bunun için ayrı bir makale yazacağım)…
***
Bakın, “dindarlar” bu milletin son umudu idi.
Onların da birer kurt, çakal ve sırtlan haline geldiğini/getirildiğini görünce daha kime gidecek bu millet.
Dindarların içinden adalete iman etmiş, Muhammed gibi dürüst (el-emin), ceketi ile gelip ceketi ile gidecek, yemeyecek ve yedirmeyecek, geriye hiçbir mülkiyet bırakmadan sadece adalet, dürüstlük, şeref ve haysiyet bırakarak gidecek ve böylece milletin gönlünde ebedîyete kadar yaşayacak, din-u devlet ve mülk-i millete hep yoksulun durduğu yerden bakacak “kamu adamları” çıkabilirdi.
Böyle bir potansiyel, böyle bir enerji, böyle bir öğreti vardı.
Sadece soruyorum: Sizce çıktı mı?
Eğer hala bir umut varsa, kanımca bu, “yeni sınıfın simonlarına” Kella! (Hayır!) diyerek olabilir.
“Simonlar” çıkaran bu iklim, saf “kamu adamları” da çıkarabilir.
Bunu göstermek, dindarların bu ülkeye artık namus borcu.
Hatta belki de son borcu…
Aksi halde topyekün helak olacağız.
ihsaneliacik.org
“Simonlaşma” tabiri “Mücahitlikten müteahhitliğe”, “Cipli türbanlı durakta bekleyen türbanlı”, “Abdestli kapitalizm”, “Sivil vesayet” gibi içinden geçtiğimiz sosyo-politik dönemi ifade eden yeni bir muhalif tabir…
Hanefi Avcı’nın kitabını üzerine bina ettiği en temel kavram Simonlaşma.
Kitabın ismi de oradan geliyor: “Haliçte yaşayan simonlar…”
Türkiye’de muhafazakâr iktidara “dışarıdan” çeşitli eleştiriler yapılıyor. Ben onları pek önemsemiyorum ama içeriden birisi muhalif bir ses yükseltince ona kulak kabartıyorum.
Çünkü “aynı iklimden gelen muhalif sesler” benim için başka bir anlam ifade ediyor.
Eğer anlarlarsa bu iktidar çevrelerinin çok yararına olan bir şey.
Hanefi Avcı da bunlardan birisi.
Dönemin bir başka açıdan resmini çizmiş.
Önemi şuradan geliyor: “Simonlaşma var” diyen kişi iki çocuğunu “Samanyolu kolejinde” okutmuş, sağcı/muhafazakar/anti-komünist, “vatan, millet, bayrak, Allah, kitap, din” davası gütmüş ve yıllarını buna vermiş, 28 şubatçıların gazabına uğramış, hapse atılmış, bu yüzden açığa alınmış, mahkeme kararıyla ancak görevine dönmüş, 2003 yılında muhafazakar bürokrat olarak ataması yapılmış, dönemin muhafazakar içişleri bakanının oğlunun (Murat Aksu) irtibatlı olduğu bir uyuşturucu mafyası operasyonu yüzünden Edirne’ye sürülmüş, orada gümrükçü rüşvetçileri kamerayla tespit ettirip üzerine gittiği için de Eskişehir’e alınmış birisi. Ve halen Eskişehir’de görevde…
İşte burada duracaksınız.
***
Hanefi Avcı’nın kitabını okuyunca daha önce yazdığım “Zamanın ruhu değişti” ve “Yeni sınıfın ideolojisi: Kariyerizm ve Konformizm” makaleleriyle aynı dalga boyunda olduğumuzu gördüm.
Şöyle bir şey: Servet ve iktidar döngüsünün kendine özgü bir mantığı var. Bu döngünün içine giren herkes nasıl oluyorsa aynı tipe dönüşüyor!
“İktidar” öyle bir aşüfte ki siz ona teslim olmazsınız o size teslim olmuyor.
Bir kez teslim olunca da herkese aynı şeyi yaptırıyor.
Ona ancak “özgür ve yüce ruhlar” karşı durabiliyor. Onlar da ancak 1400 yılda bir geliyor dünyaya.
O iki makalede bunları anlatmaya çalışmış, bazıları için kabullenilmesi zor “erken” eleştiriler yapmıştım. Hala da aldığım muhalif pozisyonun “erken” olduğunun farkındayım. Dikkatler darbe, cunta, Ergenekon hesaplaşmasına çevrilmişken böylesi bir tavır alış zor anlaşılır biliyorum.
Ama tecrübeyle sabit ki son 30 yıldır hep en az 10 yıl erkenden konuşmuşum. Fakat ben “Şu dağın arkasında tehlike var” demeye devam edeceğim. Bunun bedeli neyse ödemeye razıyım.
Hanefi Avcı’nın kitabı da -gerçi kendisi geç bile kaldığını söylüyor- ama en az 10 yıl erkenden konuşanlardan. Söylediklerinin ne manaya geldiği zamanla anlaşılacak, bu kesin.
Şu kişi bu kişi, örgüt/cemaat/istihbarat bilgi ve belgeleri filan beni fazla ilgilendirmiyor. Ben daha çok “Simonlaşma” ve “Haliçten yayılan kokular” metaforu üzerinde duracağım.
***
Keser dönüyor sap dönüyor bir gün oluyor hesap dönüyor ve…
“Haliç’ten yayılan kokuları” önleme ile ün yapmış bir siyaset olarak, kendi muhitinizden, hatta kendinizden yayılan kokuları duyamaz, örgüt/cemaat/devlet yani “iktidar” dışında hiçbir şey göremez hale gelerek “simonlaşıyorsunuz”…
Bu nasıl olabiliyor?
“Simon” kitapta Bekaa’da örgütün devrim mahkemesi yargıçlığını yapmış bir militanın kod adı. Avcı bu metaforu ondan esinlenerek geliştirmiş.
“İktidar” hırsı içindeki grupçu/örgütçü/cemaatçi yapıların insanları nasıl robotlaştırdığını anlatabilmek için seçilmiş bir ad: “simon” …
Bunun P-tipi bir örgüt (PKK), F-tipi bir cemaat (Fethullahçılık) veya E-tipi bir devlet (Ergenokon) olması hiç fark etmiyor.
Hanefi Avcı işte bunu anlatıyor:
“Bizler de her suçu değil; yalnızca bize öğretilen ve empoze edilen hususları suç görüyor, bizim tarafımızda olan kişilerin kusurlarını suç olarak nitelendirmiyor muyduk? Bu duruma, bu tip davranışlara “Simonlaşmak” adını verdim. İşte bunu düşündükten sonra kendi kendime söz verdim; ben bir Simon gibi olmayacaktım, ben Simonlaşmayacaktım...” (s. 18).
Avcı’nın “simonlaşma” metaforu ile anlatmak istediği aslında “robotlaşma” …
Örgüt, cemaat veya devlet robotu haline gelme…
“Aslında Simonlar her yerde, her örgütte var; insana değer vermeyen, özgürlüğü önemsemeyen, itaat kültürünün hakim olduğu, grup menfaati için itaatin istendiği her yerde Simonlor var…” (s. 18).
Bu noktada Avcı’nın mesajı kendini “servet ve iktidar şehvetine” kaptırmış herkese…
“İktidar” denen aşüftenin cazibesine kendinizi kaptırdığınızda nasıl paçavraya döneceğinizin ibret dolu dersleriyle dolu kitap…
Dün devlet bugün cemaat…
Dün örgüt bugün tarikat…
Dün E-tipi bugün F-tipi…
Dün Kemalist bugün Muhafazakâr…
Dün solcu bugün sağcı…
***
“Haliçten yayılan kokular” metaforu ile de iktidar mantığının adamı simonlaştırdıktan sonra, özellikle kendi gurubunun yanlışlarını göremez, duyamaz hale gelmesini, bunu kanıksamaya başlamasını anlatmaya çalışmış;
“Herkes biliyor ki bu ülkede ihaleler büyük oranda hileli. Bu ülkede tapu, trafik, gümrük gibi birçok kurum rüşvet batağında. Yolsuzluk ve usulsüzlük usul, esas haline gelmiş. Adam kayırma, torpil, her türlü hile yaygınlaşmış. Toplumun çoğunluğu bu ülkede işlerin doğru ve dürüst yürütülmediğine inanıyor. En büyük usulsüzlüklere toplum tepki göstermiyor. Hile, fesat ve rüşvete en çok karıştığına inanılan kişi en fazla oyu alabiliyor, en rüşvetçi kişi en itibarlı kişi olarak kabul görüyor… Demek ki çoğunluk pis ve kirli, her türlü yanlışlığın bol olduğu bir ortama uyum sağlamış, bu durum kanıksamış ve normalleşmiş. Bu durumu görebilmek ve algılayabilmek için ancak bu sistemin dışına çıkmak gerekiyor…” (s. 20).
Uyum sağlamak… Kanıksamak… Normalleşmek… Kokuyu hissetmemek…
Rüşvete “komisyon”, hortuma “istihkak”, avantaya “siyaset payı” demek…
Sonra “Ne var bunda” deyip, “Seccade yok mu seccade?” diyerekten namaza durmak…
Dün…
“İrtica! Şeriat geliyor!” diyerek devleti soymak…
Bugün…
“Ergenokon! Darbe geliyor!” diyerek cebini şişirmek…
Hep aynı nakarat! Hep aynı simonlaşma!
“Haliçten yayılan koku” hep aynı!
***
Bazıları bu durumu kabullenmek istemiyor.
“Darbecilere hesap soruluyor, derin yapılar çözülüyor” diyerek yeni sınıfın simonlarını görmezden gelmemizi istiyorlar.
Gidene sevinmemizi gelene ise esas duruşa geçip selam durmamızı, hatta bu esas duruşumuzu hiç bozmamızı istiyorlar.
Türkiye’yi hala “Ergenekoncular iktidar, bizimkiler muhalefet” denkleminde okuyanlar var.
Oysa zamanın ruhu değişti.
Artık yeni bir iktidar sınıfı var.
Bu yeni sınıf seçimle gidecek bir üst kadro değil. Bürokrasinin içinde bir kadrolaşma da değil; bürokrasinin bizzat kendisi o oluyor artık.
Kalıcı, uzun yıllar sürecek ve yeni Türkiye’yi kuracak bir yapı bu.
Ma’şeri vicdanda meşruiyetini eski bürokrasiyi geriletme ve derin yapıları çözme, dağıtma, sarsma çabasından alıyor. Yaman çelişki şu ki bu yeni bürokrasi ve derin yapılaşmanın “simonlaşma” ve “kendinden ve çevresinden yayılan kokuları algılayamama” bakımından eskisinden hiçbir farkı yok.
Hatta yenisi daha beter çünkü muhafazakârlık kılığında bir tür “din” ile geliyor, “dış” destek de sağlam. Bu açıdan Türkiye’nin geleceğinde bir Muaviye-Ebuzer kapışmasını kaçınılmaz görmekteyim. Bu sefer kazanan kim olacak birilikte göreceğiz.
Bu yeni sınıfın argümanları var.
Muhalefet edeni aynı ezberle dışlama retoriği var.
Bugünkü ezber: Darbeci, cuntacı, Ergenekoncu…
Dünkü ezber: İrticacı, laiklik karşıtı odak, cumhuriyet düşmanı…
Yarınki ezber: Dini tahrif, sahabeye hakaret, yeşil komünist, servet ve mülkiyet düşmanı…
Bu yeni sınıfın medyası var…
Bu yeni sınıfın patronları, işadamları var.
Bu yeni sınıfın kalemşörleri, tetikçi köşe yazarları var…
Bu yeni sınıfın zenginleri, yiyicileri, götürücüleri var…
Bu yeni sınıfın burjuvazisi, prensleri, conconları, papatyaları var…
Basbayağı ANAP dönemi gibi bir dönem işte.
Eski sınıf ile yer değiştiriyorlar.
Bizden, sadece gidenin argümanlarını, medyasını, tetikçilerini, zenginlerini, yiyicilerini, götürücülerini konuşmamızı istiyorlar.
Gelenin yiyiciliğini ve götürücülüğünü dillendirmeye “Darbecilerle boğuşulurken” ve de “Ergenokon ile çarpılışırken” arkadan vurma gözüyle bakıyorlar. “Yolsuzluk yapan sahabe için inen ayet” mantığını “simonlaşmış” oldukları için hiçbir zaman anlayamayacaklar.
Dahası, gayet arsız bir şekilde boy göstermeye başlayan bu yeni sınıfa gözlerimizi kapatmamızı, çünkü onların “bizden” olduğunu, iyi işler yaptıklarını, devleti düzlüğe, milleti selamete çıkardıklarını, 80 hatta son 150 yılın hesabını sorduklarını falan söylüyorlar.
“Ama onlar da…” dedirtmiyorlar.
“Arazi, komisyon, ihale, villa, jip, BOP” vs. laflarını duyar duymaz “darbe, cunta, Ergenokon” korkuluklarını çıkarıveriyorlar…
***
İyi de…
Bu “simonlaşma” daha ne kadar sürecek?
Bu “Haliçten yayılan koku” ya daha ne kadar burnumuzu tıkayacağız?
“Zamanın ruhunun” değiştiğini ne zaman göreceksiniz?
“Dine karşı dinin” artık Ali Şeriati’nin kitaplarında kalmadığını, basbayağı ete kemiğe bürünüp meydan aldığını ne zaman fark edeceksiniz?
“Yeni sınıfın simonlarının” çoktan milleten koptuğunu, “servet ve iktidar” cazibesiyle sarhoş olduklarını, fanusun içinde yaşadıklarını, artık alttakileri görmelerinin, duymalarının imkânsız olduğunu, mevsimin döndüğünü, iklimin değiştiğini, artık gidenlerin geri dönmeyeceğini ne zaman anlayacaksınız?
Hadi ben erkenden konuşanım, Hanefi Avcı’ya da mı kulak asmayacaksınız?
Ayrı kulvarlarda olsak da hem “28 şubat simonlarının” ve hem de şimdi “yeni sınıf simonlarının” gazabına uğramamız hiç mi bir şey anlatmıyor?
***
Bu memlekette her içine aldığını kendine benzeten, simonlaştıran, mafyalaştıran, her birini bir örgüt çakalı, bir cemaat kurdu, bir devlet sırtlanı haline getiren mekanizmalar var.
Kurt gibi ulutan, çakal gibi havlatan, sırtlan gibi solutan bir mekanizma bu.
Hepimizi birbirimize benzeten lanet bir kısırdöngü…
“Cemaat” kavramı benim nazarımda ne kadar ulu, ne kadar mübarek bir kavramdı biliyor musunuz? Etimolojik olarak “comün” ile aynı kökten gelmesi bana hep çarpıcı gelmiştir. Piramit değil; halka haline gelme, halkalanma… Gelenin “Hanginiz Muhammed” diye sormak durumunda kaldığı, sen-ben’in yok olduğu, tüm hiyerarşilerin ortadan kalktığı, “Selamün aleyküm” ile girilip çıkılan, “Bu vahiy mi senin görüşün mü?” diye sorular sorulan, “Kılıcımızla doğrulturuz” diye sesler yükselen eşitlik, kardeşlik, paylaşım, merhamet ortamıdır cemaat…
Şimdi örgütçü ötekileştirmelere, tarikatçı teslimiyetlere, gassilci meyyitlere, mafyacı raconlara ve masonik ritüellere ‘cemaat’ diyorlar. Simonlaşmış robotlardan başka bir şey çıkmıyor artık oralardan. (Bunun için ayrı bir makale yazacağım)…
***
Bakın, “dindarlar” bu milletin son umudu idi.
Onların da birer kurt, çakal ve sırtlan haline geldiğini/getirildiğini görünce daha kime gidecek bu millet.
Dindarların içinden adalete iman etmiş, Muhammed gibi dürüst (el-emin), ceketi ile gelip ceketi ile gidecek, yemeyecek ve yedirmeyecek, geriye hiçbir mülkiyet bırakmadan sadece adalet, dürüstlük, şeref ve haysiyet bırakarak gidecek ve böylece milletin gönlünde ebedîyete kadar yaşayacak, din-u devlet ve mülk-i millete hep yoksulun durduğu yerden bakacak “kamu adamları” çıkabilirdi.
Böyle bir potansiyel, böyle bir enerji, böyle bir öğreti vardı.
Sadece soruyorum: Sizce çıktı mı?
Eğer hala bir umut varsa, kanımca bu, “yeni sınıfın simonlarına” Kella! (Hayır!) diyerek olabilir.
“Simonlar” çıkaran bu iklim, saf “kamu adamları” da çıkarabilir.
Bunu göstermek, dindarların bu ülkeye artık namus borcu.
Hatta belki de son borcu…
Aksi halde topyekün helak olacağız.
ihsaneliacik.org