Özlem ALBAYRAK'ın Yazısı...
Emine Erdoğan ve astronot kaskı üzerinden ilericilik dersi
Haber şu; Kanadalı astronot Julie Payette, geçtiğimiz yıl G-20 Zirvesi'nde tanıştığı Emine Erdoğan'a "Uzaya gittiğimde senin için fotoğraf çekeceğim" diyor ve sözünü tutuyor. Payette, geçtiğimiz hafta uzaydan çekilmiş birkaç kare İstanbul fotoğrafına "saygıyla" notu düşerek Emine Erdoğan'a gönderiyor.
Olay ise şu; Cumhuriyet Gazetesi, bu haberden yola çıkarak mizah sayfasında Emine Erdoğan'a astronotların taktığı kasktan giydiriyor ve fotonun hemen yanına: "Uzay çağını yakaladık! Şimdi de kapanmak gericilik desinler de göreyim bakim, hahahaay" yazıyor.
Hemen koyalım: Elbette siyasetçiler kadar, eşleri de mizah sayfalarına konu olabilir, muhalif yayın yapan medya organlarınca eleştirilebilir, mizahın içindeki eleştiri oranı hakaret sınırına varmadığı müddetçe bu meşrudur da.
Gelgelelim, sözkonusu olayda Emine Erdoğan'a yapılan ne mizahtır, ne de komik.
Asıl komik olan; uzay çağı ve ilericilik kelimelerinin karşısına kapanmak ve gericilik sözlerini dikip, bu ikrah getirmiş, bulantı uyandırmış bulamaca da "mizah" adını vermektir.
Gülünç olan, 80 senedir ağzı açık ayran delisi şeklinde elalemin uzaya gönderdiği mekikleri izlediğini unutup, 'copyright'ının kendilerinde olduğunu zannettikleri "uzay çağı" ifadesiyle, ilericilik üzerinden adam dövmeye, kendinden olmayanı alay yoluyla itip kakmaya kalkışmaktır.
Gören de, bunlar Satürn'de koloni kurmuşlar, her yıl kayak tatiline gidip geliyorlar da, örtülüler gerici oldukları için (!) hâlâ İstanbul'un uzay fotoğraflarıyla yetiniyor zanneder.
Oysa gericilik tam da bu işte. Geride kalmanın tarifi tam da böyle bir şey yani.
İlericiliği pileli dizaltı etekle, karpuz kol beyaz gömlek giyen, kocasının destekçisi, çocuklarının annesi, cumhuriyetin yılmaz bekçisi, öğretmen tiplemesinden ibaret zannetmek. 80 yıldır bırakın, farklı alanlarda hedef geliştirmeyi, rejimin ilkeleri dışında bir temaya kafa yormayı, şu detayları kalem kalem belirlenmiş kıyafet modelinin üstüne bile tek taş koyamamak.
O kıtipiyoz giyim kıyası dışında elinde hiçbir ölçüm kıstası olmamak. Uzaya seyahat edebilen toplumların kriterlerinin insanın giydiği pantolona, taktığı örtüye değil, yapıp ettikleri, düşünceleri, ürettikleri, yönelimleri ve hassasiyetlerine ayarlı olduğuna bir türlü kafası basmamak.
Oysa benim, biraz da İstanbul - Ankara mesafesinin verdiği kazançla, tıpkı diğer siyasetçi eşleri ve kadın bakanları olduğu gibi tarafsız ve objektif kalarak / kalmaya gayret ederek takip ettiğim Emine Erdoğan'a karşı nötr duruşumun ibresinin pozitife yönelmesi, hükümetin ikinci seçim dönemine rastlar.
2007 seçimlerinden hemen önce, Ankara'dan İstanbul'a "kulis" olarak yansıyan ama hiçbir zaman teyit edilememiş duyuma göre, Emine Erdoğan, parayı, şöhreti, itibarı bulmuş ve bu modellerde hemen baş gösterdiği üzere şirazesi şaşmış, eşlerinin üstüne, sarışın sekreterleriyle evlenmeye başlamış vekillerin ikinci kez aday gösterilmemesi yolunda büyük çaba harcıyordu.
O yaştan sonra evinden ayrılıp yeni bir hayat kurmaya gözü kesmeyen ve çaresizce 'Kocam beni aldatıyor, önüne geçmek için elimden bir şey gelmiyor' diye kendisine gelen vekil eşlerini gücü yettiğince korumaya çalışıyordu. Olanların iki kadına olduğu, erkeğin ise yaptığının yanına "el kiri" olarak kaldığı, asla cezalandırılmadığı böylesi bir patriyarkal düzenin taşlarının yerini kadınlar lehine oynatmaya, hızlı, hatta hızını alamamış İslamcılara bedelini "vekil olamamakla ödemek" gibi, daha önce hiç çıkarılmamış bir fatura çıkarıyordu. En azından bize gelenler bu yöndeydi.
Ve bu bence çok umut vericiydi. Kanaatimce söylenti bile olsa güzeldi. Sadece niyette kaldıysa bile hoştu, şıktı, daha da önemlisi adildi.
Bunu bir Canan Arıtman yapar mıydı? Necla Arat, ihanete uğramış kadınları savunmak için böylesi bir çalışma içine girmeye heves eder miydi?
Keşke. Yapsalardı, onlara sempati duyardım.
Madem gericilik ve ilericilik tarifi kadın üzerinden yapılıyor, madem o kadınlar da giyim kuşam üzerinden kategeorize edilerek tasnifleniyor, söyleyelim:
Bir karşılaştırma yapmak, kimseye haksızlık etmek istemem, ancak kadınların güçlendirilmesi, kadın sorunları konusunda güç birliğinin sağlanması amacıyla kurulmuş KADER'in Başkanı Çiğdem Aydın, yine siyaset arenasından bir ihanet vakasının konuşulduğu TV programında, sözlerini kadınlardan daha çok "bu özel hayattır, nasıl böyle ortalığa dökülür" tadındaki sürrealist epifonemleriyle süslüyorsa, ama Emine Erdoğan hemcinslerinin yanında yeralıp, asıl kabahatliye daha önce hiç kesilmemiş bir bilet kesmeye niyet ediyorsa hangisi daha kadın dostu bir davranıştır, diye merak eder, size de sormak isterim.
Hâlâ "başı açık olan" diyenler varsa, onları Nur Serter'in ikna kabiliyetine havale ederim.
Yenişafak Gazetesi