Freedom House'un 'Dünya Basın Özgürlüğü' raporunda Türkiye'yi kısmi özgür kategorisinden özgür değil kategorisine taşıması belli bir çevrede de olsa hayli tartışıldı. Raporda en çok tartışılan hususlardan ilki kuşkusuz verilen rakamların resmi rakamları yansıtmaması oldu. Rapor hazırlanırken Türkiye'den destek veren ismin de açıklanmaması üzerinde durulan diğer hususlar arasında yer alıyor. 50 yıldır medya sektörünün içinde olan duayen isim Mehmet Barlas ve Türkiye'nin önemli aydınlarından Etyen Mahçupyan, raporun perde arkasını araladı.
Freedom House'un hazırladığı rapor bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Siz bu raporu nasıl buldunuz?
Türkiye'de basın konusunda bazı engellemeler var. Örneğin Terörle Mücadele Kanunu'nun 4. maddesinde düzeltilmesi gereken noktalar var. Ancak Freedom House'un raporu dünyadaki çifte standardın bir yansımasıdır. Türkiye o raporda belirtildiği kadar basın özgürlüğünden yoksun bir ülke değildir. Freedom House, Mısır'la, Suriye'yle uğraşacağına Türkiye ile uğraşıyor. Zaten Freedom House'un kadrolarının eski CIA olduğunu hepimiz biliyoruz. O yüzden bu raporu fazla anlamlı ve değerli bulmadım. Bu sebeple bu raporun varlığı ya da yokluğu benim için aynı.
'ŞU İHALEYİ BANA VER' DİYEMİYORLAR
AK Parti iktidarı ile medyada nasıl bir değişiklik söz konusu oldu?
Türkiye'de basın açısından baktığımızda medya patronlarının özgürlüğü kısıtlandı. Geçmiş dönemlerde medya-mafya-cunta işbirliği içinde Türkiye'de devlet pastasından pay alırdı. Eğer bir medya patronuysanız ve ortada bir ihale varsa siz de bundan pay alırdınız. Şunu söyleyebiliriz, medya patronlarının devlet pastasından pay alma özgürlüğü kısıtlandı. Medya patronlarının eskisine göre mutsuz olması çok doğal. Eskisi gibi medya patronları bugün Başbakan'ı arayıp da 'Şu ihaleyi bana ver' diyemiyorlar artık.
Çalışanlar açısından nasıl değerlendirirsiniz durumu?
Medya patronları devletle aralarını fazla açmamak için zaman zaman çalışanlarını kurban ediyorlar. Burada iktidar veya otorite basın mensuplarını susturmuyor. Baktığınız zaman eskisinden çok daha fazla eleştiriyor, hatta yeri geldiğinde hakaret ediyor. Hürriyet, Zaman, Sözcü gazetelerinde iftiralarla dolu haberler, hakaretler yer alıyor. Hatta Türkiye'de basın o kadar özgür ki 'mezarına tükürülmesin diye tomalarla korunacak' türünden yazılar çıkıyor.
Basın özgürlüğünün ölçütü nedir?
Ben bunu çok saçma buluyorum. Çünkü basın özgürlüğünün azlığı tabuların çokluğuyla ölçülür. Konuşulması yasaklanan konuları listelersiniz ve eğer konuşulması yasak olan bir liste varsa o ülkede basın özgür değildir. Mesela biz geçmişte 'Kürt' kelimesini kullanmazdık. Türkiye'de Kürt yoktu, sınırı geçince Irak'ta vardı. Bu tabu kalktı örneğin. Aynı şekilde resmi ideolojinin veya askeri vesayetin söylemleri de tabuydu. Artık bırakın askeri darbeye destek olmak, bu siyasi bir ayıp olarak yer aldı.
BAŞBAKAN ATAMAK DÖNEMİ BİTTİ
Siz 50 yıllık bir süreyi bu sektörde geçiren bir kimsesiniz. Kendinizi eskiye kıyasla nasıl hissediyorsunuz?
Ben kendimi eskisinden daha fazla özgür hissediyorum. Aslında bugün basın özgürlüğü altında tartışılan medya patronlarının özgürlüğüdür. Artık başbakan atamak, ihaleden pay almak dönemi bitmiştir.
Paralel Yapı'nın medya unsurlarının basın özgürlüğünün olmadığı ile ilgili en şedid iddialarda bulunmasına yorumunuz ne şekilde olur?
Ahmet Şık yazmadığı kitap yüzünden hapse girdi. Şu anda Pensilvanya'da yaşayan örgütün başı, yaşadığı ülkedeki gazeteleri bir okusun ve o ülkedeki basın özgürlüğünün çapını bir anlasın. Sonra da kendi gazetelerine talimatlar versin Amerika gibi olalım desin. Zaman'ı da İngilizce'ye çevirsin, gitsin orada özgürce yayınlar yapsın. Bunların saçmalığı Türkiye'yi rahatsız ediyor açıkçası.
Gazeteciler haftalarca ortadan kaybolmuştu
Geçmiş iktidarlardan günümüze dek basın özgürlüğü konusunda nasıl bir seyirden söz edilebilir?
Bir kere tek parti dönemine baktığınız zaman Hüseyin Cahit Yalçın'ın yazı yazması yasaklandı ve tapu memuru olarak çalıştı. Ahmet Emin Yalman'ın gazetecilik yapması yasaklandı. Sonra Anadolu Kulübü'nde karısı masanın üstüne çıkıp şiiri okudu ve ondan tekrar yazmaya başlayabildi. Bu olayın ardından gazetecilik yapmasına izin verildi. Çok partili hayata geçtiğimizde de Ekspres Gazetesi'nin sahibi 1946-50 arasında 248 defa tutuklandı. 50'den bu güne bakacak olursak her askeri darbe döneminde gazeteler kaç defa kapatıldı. 12 Mart'a gelindiğinde Çetin Altan, İlhan Selçuk gibi aklınıza kim gelirse halılara sarılıp bir hafta ortadan yok oldular. Şu anda Kürt meselesinin çözümü için çalışan MİT o dönem gazetecileri halılara sarıp toplama merkezlerine götürdü. İlhan Selçuk'a yapılan işkenceleri hatırlayın. Basın özgürlüğünün şimdi tartışılması bana çok komik geliyor. 2000'li yıllara kadar basın özgürlüğü laftı. Bunu 28 Şubat'ta gördük işte. Bugün basın özgürlüğü yok diyenlerin hepsi saçmalıyor.
Etyen Mahçupyan: Amerika'da bile ciddiye alınmıyorlar
Freedom House basın özgürlüğü konusunda hazırladığı raporda Türkiye'yi özgür olmayan ülke olarak derecelendirdi. Bu rapor etrafında çeşitli tartışmalar sürüyor, sizin kanaatiniz nedir?
Bu çok ciddiye alınacak bir rapor değil aslında. Zaten Freedom House, Amerika'da da ciddiye alınan bir kurum değil. Sağcı neo-con diye tabir edilen kesimle doğrudan bağlantılı ve parasının bir kısmını da devletten alan kurum. O sebeple bu raporun çok abartılı şekilde ciddiye alınacak bir tarafının olduğunu düşünmüyorum. Şu anda dünyada Türkiye aleyhine olan genel bir kampanya var bu raporun da onun bir parçası olduğunu düşünmek daha mantıklı gözüküyor. Öte yandan Türkiye'de basın özgürlüğü açısından baktığımızda tabi ki bazı problemler de bulunuyor. Bu problemler geçmişte de vardı.
TUTUKLU KAÇ DOKTOR VAR DİYE DE SORALIM
Tutuklu gazeteciler ile ilgili bir bölüm de yer alıyor raporda. Bu konuda neler söylersiniz?
Türkiye'de hapiste bulunan gazeteciler var ama bu o raporda yer alan sayıda değil. O raporun yazılış tarihi eski olabilir. Ancak buradaki mevzu olan kişilerin gazetecilikten ötürü içeride olmadıkları da malum. Tutuklu ve hükümlü kaç doktor, mühendis var diye bir soru da sorulabilir. Sonuçta suç işleme açısından baktığımız zaman gazeteci olmak ile doktor ya da mühendis olmak arasında bir fark yok.
Raporun çok ciddiye alınmaması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Neden?
Rapora baktığımız zaman basın özgürlüğü ile ilgisi olmayan bir çok detay da bulunuyor. Basın özgürlüğü ile ilgili olmayan detayları görünce de bu raporun başka türlü bir rapor olduğunu düşünüyorsunuz. Ayrıca bu raporu hazırlayanlar Türkiye'den bihaberler ve onların Türkiye'den konuştukları kişiler de onları ideolojik olarak yönlendiriyor. Onlar da yönlendirilmeye hazırlar zaten.
OBJEKTİJ OLSA İSİM AÇIKLANIRDI
Türkiye'den rapora katkı veren kişinin isminin açıklanmamasını nasıl görülmeli?
İsim verilmediği zaman karşınızda doğrudan bir Amerikan sivil toplum örgütü olarak Freedom House'u buluyorsunuz. Halbuki biz o ismi bilsek, muhtemelen de o kişiyi tanıdığımız için zaten bu raporun neden böyle olduğunu hemen anlayacağız ve bu raporun objektif olmadığına yönelik genel bir kanaat hemen oluşmuş olacak. Bu ismin söylenmemesi aslında 'Bu kişi objektif değildir' demektir. Objektif bir isim olsaydı hiç gizlenmeden söylenirdi.
Rapor belli bir kesim tarafından çok fazla gündeme taşınmaya çalışıldı. Bu yaklaşımı nasıl okumalı?
Bunun iki yönü var, ilki biz batılıların bizim hakkımızda ne söyledikleri ile ilgili fazla hassasiyet gösteriyoruz. Bu çok doğru bir yaklaşım değil, çünkü batıda çok kaliteli sivil toplum kuruşları olduğu gibi çok pespaye kuruluşlar da bulunuyor. Bunların hepsini aynı kaba koyarak bir hassasiyet oluşturmaya çalışmak doğru değildir. İkincisi de bir kötüye kullanma durumunun olduğudur. AK Parti karşıtlığı üzerinden prim yapmaya çalışan bir koalisyon var. Onlar elbette böyle bir rapor çıktığında ona sahip çıkıyor ve gündemde tutmaya çalışıyor. Bunda da şaşırtıcı bir durum yok. Bu yüzden raporun oluşturduğu tartışmanın bir derinliği de bulunuyor, bir iki gün içinde unutulup gidecektir.
Nil Gülsüm / Yeni Şafak